Nurdan Haber

RİSALE-İ NUR’A İHANET EDEN MEHDİ (!)

RİSALE-İ NUR’A İHANET EDEN MEHDİ (!)
23 Ekim 2015 - 3:46

Nurdanhaber-Özel

TENZİL VE TEVİL

“Ben Kur’an’ın tenzili için harp ettim, sen tevili için harp edeceksin.”

Allah Resulü, Hz. Ali’nin ileride Müslümanlarla yapacağı mücadelede onu bu sözle desteklemiş, teşci ve teşvik etmiştir.

Allah Resulü, “emînüvahyillah”tır. Yani Allah’tan gelen ferman-ı ezelîyi hüvesi hüvesine hiçbir yerine dokunmadan, kendisine geldiği hâliyle insanlığa önce tebliğ etmiş, sonra onun muhafaza edilip yeryüzünden silinmemesi için canıyla, malıyla savaşmış ve bu suretle vazifesini bihakkın yapmıştır.

Bu, işin birinci safhası olan “tenzil” safhasıdır.

İkinci safha da “tevil” safhasıdır. Şöyle ki:

Allah Resulü,  tebliğ ettiği Kur’an’ı en güzel ve en doğru anlayıp tatbik eden kişidir elbette. Fakat buna rağmen zaman zaman Cenabıhakk’ın muradına uymayan hâlleri de olmuştur. Cenabıhak ise bunları yeni vahiylerle düzeltmiş, doğrultmuştur.

Peki, Allah Resulü dünyaya veda ettikten sonra yeni hadiselerin çalkantıları ve değişen hayat şartları içinde Kur’an nasıl tevil ve tatbik edilecektir?

Herkes kendi ilmi ve feraseti kadar tevil edecektir ve şüphesiz birbirinden çok farklı teviller ve tatbikatlar olacaktır.

“Şüphesiz” dedik. Çünkü hepimiz beşeriz. Beşer ise hatadan hâli olamaz. Yapılan teviller içinde çok isabetli olanlar kadar isabetsiz olanlar olması da kaçınılmazdır ve öyle de olmuştur.

Sahabiler, yanlış içtihatlarından mes’ul değillerdi. Üstelik yanlış içtihatları onlara sevap dahi kazandırıyordu. Çünkü müçtehidin içtihadı ibadettir. Halis bir niyetle içtihat ibadetini yaparsa elbette sevabına nail olur. İsabet ederse iki sevap alır, isabet edemezse bir sevap alır.

Şu şartla ki ibadette esas olan, dediğimiz gibi, halis niyettir yani ihlastır. Halis olmayan, başka niyetlerle yapılan ibadet, ibadet değildir.

Ashabın niyetinden şüphemiz yoktur. Bu bakımdan beşeriyet hasebiyle yapılan bazı yanlışlıkları hoş görürüz. Hiç kimsenin istidatları ve fıtrî meyilleri, ideal manada değildir. İnsan da bu istidat ve meyillerinden kolay kolay kurtulamaz ve yanlışlığa düşebilir. İşte, Cenabıhak burada niyete bakar. Biz de O’nun gibi niyete bakmalıyız.

Allah Resulü, Cenabıhakk’ın bildirmesiyle ve bildirdiği kadarıyla kendisinden sonra bazı karışıklıklar çıkacağını anlamış ve Hz. Ali’ye “Ben Kur’an’ın tenzili için harp ettim, sen tevili için harp edeceksin.” diyerek onun içtihatlarının isabetli olacağını zımnen beyan etmiştir.

Ashap içinde nazarı en keskin, içtihadı en isabetli Hz. Ali olduğundan Allah Resulü, irtihalinden sonra İslamiyet’i çözülüp dağılmaktan ve yanlış mecralara girmekten Hz. Ali eliyle muhafaza etmek istemiştir.

Nitekim Allah Resulü’nün irtihalinden sonra vukua gelen dehşetli hadisat içinde hem ilmiyle hem ferasetiyle en isabetli görüşleri ortaya koyan, Hz. Ali olmuştur ve bu uğurda her şeyini feda etmiştir. İslamiyet, onun isabetli tevilleri sayesinde bugüne kadar istikametle gelebilmiştir.

Burada akla şu gelmemelidir:

“Ayet, hadis belli; şartlar, hadiseler aynı olduğu hâlde teviller, içtihatlar, görüşler neden ayrı ayrı düşüyor?”

Zira;

1. Herkesin ilmi bir değildir,

2. Herkesin feraseti aynı değildir,

3. Herkesin doğuştan getirdiği istidat ve meyilleri farklıdır,

4. Herkesin hayat şartları ve aldığı eğitim başkadır,

5. Herkesin konumu; hadiselerde durduğu yer, durup hadiselere baktığı nokta ayrıdır,

6. Bir de -ashabı tenzih ederiz- niyetler muhteliftir.

Ve bunlara ilaveten, her şey imtihandır. Bu bakımdan hiçbir şey bıçakla kesilip ayrılacak kadar net olmamalıdır ki imtihan olsun.

İşte bu sebeplerden dolayı işler çatallanmakta, çeşit çeşit görüşler ortaya çıkmaktadır.

 

GELELİM GÜNÜMÜZE

Kur’an-ı Hakîm’in manevî bir mucizesi olan Risale-i Nur da -imtihan gereği- farklı tevillere uğramıştır ve hâlen de uğramaktadır. Vahiy olan Kur’an tevil edilir de ilham olan Risaleler tevil edilmez mi?!

Napolyon’un “Bana tevili kabil olmayan bir cümle getirin, sizi onunla idam edeyim.” dediği gibi, tevil edilmeyecek bir söz yoktur.

Bediüzzaman Said Nursî’nin vefatından sonra Nur hizmetinin yanlış tevillerle istikametini kaybetmemesi için Zübeyir Gündüzalp en isabetli kararlarla hizmeti mecrasında tutmayı bilmiştir. Zira Üstad’ın en yakınında bulunup Nur’un hizmet tarzına en aşina o idi. Âdeta Hz. Ali gibi bir vazifeyi üstlenmişti.*

 

RİSALE-İ NUR’UN NASLARI VE FETHULLAH GÜLEN

Önce tevil hususunda şu noktanın her zaman nazara alınması gereğini ifade edelim:

“Teviller, tefsirler, içtihatlar, fetvalar, şerhler, izahlar, kararlar, hükümler; naslar dairesinde olmalıdır. Nas, tevile açık olmayan kesin hükümlere denir. Kesin olmayan esnek meselelere, bu naslar çerçevesinde çözüm aranmalıdır. Naslara dayanmayan, nasları inciten teviller fâsittir. Hatta naslara bütün bütün aykırı izahlar ve teviller -ne kadar mantık perdesine bürünürse bürünsün, ne kadar makbul mercilerden gelirse gelsin- merduttur.”

Şimdi de Risale-i Nur’un nas hükmündeki değişmez prensiplerinden bazılarını sıralayalım:

1. Risale-i Nur’un gayesi dünyevî değil, uhrevîdir. Bu meyanda siyasî ve içtimaî sahada hizmet adına faaliyette bulunulmaz. Dünyaya ise ancak asayişi muhafaza noktasında bakılır.

2. Risale-i Nur dairesinde şahısların kendi namlarına maddî menfaat niyeti ve gayreti olmadığı gibi, hizmet namına da maddî yardım talebi yoktur.

3. Risale-i Nur mesleğinde şahıslar ölçü alınmaz, Risale-i Nur düsturları esas ve ölçü alınır.

4. Risale-i Nur mesleğinde, meşru olmayan şeyler, hizmet adına meşrulaştırılmaz.

5. Risale-i Nur’da iman hakikatleri yanında hizmet düsturları da izah edilmiştir. Nurculuk, bu ikisinin birden kabulü ve imtisaliyle olur.

Şimdi de kendimize soralım:

“Acaba Fethullah Gülen grubu, bu nasların neresinde durmaktadır?”

Ve madde madde cevabını verelim:

1. Gülen grubunun en alt tabakasında uhrevî bir gaye görünse de üst tabakalara çıkıldıkça onun yerini dünyevîleşme almaktadır. Fakat masum olan en alt tabaka, bu gruptaki herkesi -hüsnüzanla- kendisi gibi masum zannetmektedir.

Gülen, aktif olarak siyaset sahnesine çıkmamasına rağmen eskiden beri hariçten siyaseti şekillendirme planıyla çalışmış ve içtimaî hayatın her sahasına hâkim olmayı hedeflemiştir. Hükûmete darbe yaparak asayişi bozmaya teşebbüs etmek suretiyle de Risale-i Nur’un “dünyaya ancak asayişi muhafaza noktasında bakmak” düsturunun bütün bütün aksine hareket etmiştir. Yani asayişi muhafaza etmek yerine, kaos çıkararak asayişi bozmaya çalışmıştır.

2. Gülen grubunda “himmet” adıyla servet talebi, en esaslı bir düstur olarak uygulanmaktadır.

3. Gülen grubunda Gülen’in fikir ve kanaatleri tartışmasız kabul edilir. Hiç kimse Risale-i Nur’u Risale-i Nur’dan okuyarak anlamaya çalışmaz. Gülen, Risale-i Nur’u nasıl anlatırsa Risale-i Nur o şekilde anlaşılır ve kabul görür.

4. Gülen grubunda gayeye ulaşmak için her yol mübah sayılır.

5. Gülen grubunda Risale-i Nur’un yalnız iman hakikatlerinden istifade edilir. Risale-i Nur’un hizmet düsturları ya hiç okunmaz yahut Gülen’in tevil ettiği tarzda anlaşılıp kabul edilir. Yani Gülen, müntesiplerine Risale-i Nur’un iman hakikatleriyle hamiyet kazandırdıktan sonra onlara Risale-i Nur’un düsturları dairesinde istikamet vermek yerine, onları kendi prensipleri doğrultusunda kullanmaktadır.

Yukarıdaki soruyu tekrar ortaya getirelim:

“Acaba Gülen grubu, bu nasların neresinde durmaktadır?”

Yukarıdaki cevapları birleştirip bir cümleyle icmal edelim:

“Tamamen dışında.”

Bu durumda Nur Talebelerinin şunu söylemek hakları değil midir?

“Kırk yıldır Nurculuğu lekedar ettiniz. Bırakın artık Nurculuğun yakasını! Ne olduğunuzu mertçe söyleyin!”

Burada şunu da belirtmek gerekir:

Risale-i Nur, mâl-i umumîdir yani herkesin malıdır. Belli bir zümrenin tekelinde olmadığından herkes ondan istifade edebilir ve etmelidir de. İstidatlar farklı olduğundan herkesin Risale-i Nur’un her yerinden aynı derecede istifade etmesi ise beklenmez. Nurculuk ise Külliyat’ın her meselesini kabul ve imtisal etmekle olur. Fakat Gülen, Külliyat’ın hizmet düsturlarına külliyen muhalefet ettiği hâlde kendisini ve grubunu Nurculuk hareketi içinde göstermiştir; tâ ki onun kuvvetiyle beslensin. İşte, yanlış olan budur.

İşin sevindirici tarafı ise şudur ki onlar kendilerini Nurculukla avutadursunlar, efkâr-ı umumiye son çalkantılardan sonra artık onları “Nurcu” ismiyle anmıyor. Halkımız, sağduyusuyla gerçeklerin farkına varmıştır. Bu çalkantılar, herkesin yerini bulması için kaderin bir tasfiyesi olup ayranla yağı birbirinden ayırmıştır.

 

FÂSİT TEVİLLER

Şimdi de gelelim fâsit teviller meselesine.

Bunun en acibi şudur:

Bu grupta Gülen, Mehdi olarak yahut Mehdiyet’in geniş dairedeki vazifesini yapacak zat olarak tanıtılmak suretiyle masumlar yanıltılmaktadır.

Risale-i Nur’un imanî dersleriyle hamiyeti harekete geçen  insanlar, başlarında böyle birinin olduğuna inanırlarsa neler yapmazlar ki?!. Bir düşünsenize.

Ondan gelen her işaret, emirdir artık.

Evet, ondan çok işaretler geldi ve geliyor. Ancak şimdiye kadar şu işaret gelmedi ve gelmeyecek görünüyor:

“Risale-i Nur şahıslar ve şahısçılık devrini kapatmış, hakikatler ve hakikatçilik devrini açmıştır. Siz beni değil, Risale-i Nur’la baş başa kalıp onu anlamaya çalışın. Benim sözlerime de ona uyduğu nispette kulak verin.”

Ona Mehdiyet isnadı, hakikaten tarihe ibretle mal olacak bir iddiadır.

Şeytana parmak ısırtacak bir iddia…

Bundan daha hilaf, bundan daha yalan ve yanlış bir şey olamaz! Acip, çok acip bir mağlata…

Acaba bu, kendi kontrolü dışında gelişen bir iddia mıdır?

Hayır, her şeyi kontrolünde tutan Gülen’in, elbette bu iddiadan habersiz olması düşünülemez.

Bu Mehdiyet meselesi çok iyi anlaşılması lazım geldiği için biraz izah edelim:

Geniş daireyi ıslah edecek olan zat, bu hizmeti, Risale-i Nur’u kendisine program edinerek yapacaktır. Yani Risale-i Nur’u esas alacak, ondaki hizmet prensipleriyle hareket edecek. Risale-i Nur’un Kur’an’dan gelen kuvve-i kudsiyesi ile de muvaffak olacak.

Fakat Gülen ise “sadeleştirme” adı altında Risale-i Nur’un aslını bozarak kuvve-i kudsiyesini kırmaya çalışmaktadır. Bu, apaçık bir ihanettir.

“Risale-i Nur’a ihanet eden Mehdi” anlayışını şimdi hangi akla ve hangi insafa sığdıracağız ey akl-ı selim sahipleri ve ey ehl-i insaf olanlar?!

Risale-i Nur’a ihanet eden, haşa Mehdi değil, olsa olsa Risale-i Nur’un, Kur’an-ı Kerim’in ve risalet-i Ahmediye’nin muarızı ve düşmanı olan adam olabilir. Artık o kim ise… Bilen, bilir…

Risale-i Nur’daki buna dair cümleleri alıp art niyetle böyle fâsit tevillere tabi tutmak, hakikaten affedilecek bir cürüm değildir.

Akla karanın nasıl birbirine karıştırıldığı bununla anlaşılmazsa daha hiçbir şeyle anlaşılmaz.

Artık bir tövbe-i nasuh ile Allah’ın inayet ve hidayetini istemekten başka çare yoktur!

 

KUR’AN’IN DÜKKÂNI VE BİZİM DÜKKÂNLARIMIZ

Üstad şahsî dükkânını kapatmıştır. O, kendisi söylüyor:

“Ben Kur’an-ı Hakîm’in sırf bir hizmetkârıyım, o mukaddes dükkânın bir dellalıyım. Şahsî dükkânımdaki perişan, ehemmiyetsiz şeyleri satışa çıkarmayacağım ve çıkarmak istemiyorum. Çünkü Kur’an-ı Hakîm’in kudsî elmaslarının kıymetine şüphe îras etmemek için perişan ve şahsî dükkânımda bulunan kırık cam parçalarını satsam hakikî sarraf olmayan müşteriler, dellallık vaktinde elimde gördükleri elmaslara da şişe nazarıyla bakabilirler; zihinlerine bir iltibas, bir şüphe gelir. Onun için şahsî dükkânımı kat’iyyen kapamışım. Bana o mukaddes dükkânın hizmetkârlığı yeter. Müflis bir hizmetkâr olsam daha hoşuma gidiyor.”

Yani Risale-i Nur’daki manalar, ölçüler ve işaretler müellifinin şahsî fikri, kanaati değildir; ilhâm-ı İlahî’dir yani murad-ı İlahî’dir. Bunlarda müellifinin dahi tasarrufa salahiyeti yoktur.

Nur Talebeleri, Risale-i Nur’daki Kur’anî manaları, ölçüleri ve işaretleri doğru anlama gayretindedirler.

Gülen ise şahsî dükkânını hep açık bulundurup orada kendi mallarını satmaktadır. Kendisi ve grubu hem fâsit tevillerle Risale-i Nur’un manasında hem de -dilini değiştirmek suretiyle- tarz-ı beyanında tasarrufa cüret etmişlerdir. Bu, hem manasında hem lafzında tahrifattan başka bir şey değildir.

Murad-ı İlahî’ye teslimiyetin en güzel misali Peygamber’imizde görülmüştür.

Efendi’miz, kendisinden sonra Hz. Ali’nin hilafetini arzu etmesine rağmen Cenabıhakk’ın muradının öyle olmadığını anlayınca kendi arzusunu bırakarak ona tabi olmuştur. Kırılmadan, gücenmeden, sitem etmeden; tam bir rıza ile, kemal-i memnuniyetle…

Bediüzzaman da “Müflis bir hizmetkâr olsam daha hoşuma gidiyor.” diyerek bu rızayı ve memnuniyeti kendi âleminde yaşamıştır.

Gülen’in mukallit etbaı ise Risale-i Nur’u olduğu gibi kabul edemeyip Gülen’in projeleri paralelinde Risale-i Nur’u fâsit tevillerle eğip bükmeye çalışmaktadırlar; irade-ı İlahiye’yi yontup, rendeleyip Gülen’in muradına uydurmakla meşguldürler.

İşte, aradaki fark…

Onlar âlâ-yı illiyyinde, bunlar esfel-i sâfilinde…

—————————————

*Ömer Çiçek’in Zübeyir Gündüzalp’tan naklettiği bir hatıra:

“Bir gün Üstad:

‘Benden evvel mi, sonra mı ölmek istersin?’ diye sordu.

Ben:

‘Üstad’sız yaşayamam. Evvel ölmek isterim, Üstad’ım!’ dedim.

Üstad:

‘Rahatlık isteyen, kabre gitsin. Tembel! Kabre girip yatacaksın. Rahatını düşünüyorsun. Kalacaksın, azap çekeceksin.’ dedi.

Devamla şunları söyledi:

‘Ben azabı böyle şeylerle çekiyorum, meslek meşrebe uymayan şeylerle. Hizmetimizde böyle meslek ve meşrebe uymayan muhalif şeyleri gördükçe azap ve acı çekiyorum.’ ”

 (Üstadım Bediüzzaman, Zübeyir Gündüzalp, İttihad Yayıncılık, s. 57)

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )