Nurdan Haber

Bir kısım Nasara meselesi

Bir kısım Nasara meselesi
17 Şubat 2017 - 10:44

 

Bediüzzaman Said-i Nursî’nın hayatında olduğu gibi bugünlerde de Risale-i Nur, muarızların muhtelif hücumatına maruz kalmaktadır. Bir kısmı, merhum müellifin adem-i rızasına mukabil Tütüncü Mehmet Efendi’nin rüyasını delil göstererek külliyatın alt taraflarına, ulum-u İslamiyeyle hiçbir alakası olmayan safsataları ilave etmekte; diğer kısmı, sadeleştirme ismi altında Nur akan Külliyatı; Yahudi ve Hıristiyanların küfür ve küfriyatıyla tebdil etmekte; başkası, Bediüzzaman’nın -katiyyen istemediği ve talep etmediği- şan u şeref ve makamını yüceltmek maksadıyla sahte vesikalar tanzim etmekte; beriki de sahip olmadığı ilim kisvesi altında Nurların tahrif edildiğini ileri sürmektedir.

Evvela Allah’ın inayeti sonra ilmi ve samimi cehd u gayretle bahsi geçen taife-i beşerin tamamının Okyanus ötesi gizli münafıkların emir ve tavsiyeleriyle hareket ettiği ve ehl-i imandan binlerce saf Müslümanı hakikatsız, malayani ve lüzumsuz işlerle meşgul ettiği tespit edilmiştir.

Mevzuya geçmeden evvel, savaş ve darbe gibi en dehşetli hengamede dahi milletine ve memleketine karşı vazifesini hakkıyla ifa eden vatandaşını kimyasal, biyolojik, nükleer veya terörist saldırılara karşı muhafaza etmekle mükellef olan devlet makamlarının, aynı hassasiyeti, yüzde %99’u Müslüman olan halkın itikadını, vahdetini ve dinini bozmaya çalışan muzır cereyan ve bu akımlara güç ve kuvvet veren ölmüş ve hayatta kalan eşhası tel’in ve teşhir etmesini hususan talep ediyoruz.

Risale-i Nur’un tahrif edildiğini her vesileyle ilan eden zevatın davalarında samimi olmadığı, Nurları muhafaza ismi altında ehl-i imanı, Risale-i Nur’un tahrif edildiğine inandırılmaya çalışıldığı ve hiçbir ilmi hakikata istinad etmeyen bu iddia ve safsatalardan birinci derece yine Risale-i Nur davasının zarar gördüğü muhakkaktır.

Tarihin çeşitli zamanlarında Nebi sallallahu aleyhi vesellem’in sünnetini bir araya toplayan aynı hadis kitabı, bir müellife ait olan aynı tefsir kitabı veya aynı fıkıh kitaplarının dahi muhtelif nüshaları olduğu ve bu nüshaların bazı kısımlarının diğerleri arasında bazı farklar olduğu ehl-i ilmin güneş gibi bildiği bir hakikattır. Aynen bunun gibi, Bediüzzaman’ın ‘varislerim’ dediği merhum talebelerinin Müellifin hayatında neşredilen Nur külliyatına harfiyyen sadık kaldığı, aslını tahrif etmek gibi su-i niyetlerinin asla olmamasına rağmen muhtelif nüshalar arasında mevcud olan ufak tefek farklar bahane edilerek Nur Külliyatına hücum edildiğine şahid olmaktayız. Nüsha farklarını, sebebini, delil ve hüccetlerini meselenin ehline havale ederek bu günlerde ortaya atılan ve ilmi bir ciheti olmayan tahrif iddialarından birinin hakikatini arz etmek niyetindeyiz. Şöyle ki:

“Üçüncü fırka ise, vehim ve heva-yı nefsin akıl ve vicdanlarına galebesiyle, bâtıl bir itikada tâbi’ olarak nifaka düşen bir kısım Nasara’dır. Dalalet, nefisleri tenfir ve ruhları inciten bir elem olduğundan; Kur’an-ı Kerim o fırkayı aynı o sıfatla zikretmiştir.

Ve ism-i fâil olarak zikrindeki sebeb ise; dalaletin dalalet olması, devam etmesine mütevakkıf olup, inkıtaa uğradığı zaman afva dâhil olacağına işarettir.” İşaratu’l-İ’caz, S. 28-29.

Risale-i Nur’un Türki lisan ve Latince baskısında “bir kısım Nasara” şeklinde arz edilmesi ilmen doğru bir ifadedir, şer’an de sahih bir beyandır, şöyle ki:

İşaratu’l-İ’caz’ın Arabî aslında “bir kısım” tabiri vardır, lakin her ehl-i ilim onu idrak etme kapasitesine sahip değildir. “Bir kısım” ibaresi كسفسطة النصاري ibaresinde beyan edildiği gibi “kafası felsefeyle sulanmış Nasara gibi” tabirinde mevcuttur. Merhum Bediüzzaman, bahsi geçen muhtasar paragrafta, hem İslamiyet olan hak yolu kabul etmeyip nifaka giren Nasara’nın yetmiş iki fırkasından “vehim ve heva-yı nefsin akıl ve vicdanlarına galebesiyle, bâtıl bir itikada tâbi’ olarak nifaka düşen bir kısım Nasara’dan” bahseder hem de aynı paragrafın devamında “Dalalet, nefisleri tenfir ve ruhları inciten bir elem olduğundan; Kur’an-ı Kerim o fırkayı aynı o sıfatla zikretmiştir” şeklinde küfre giren umum Nasara’yı zikreder.

Mezkur paragrafta Risale-i Nur, muhtelif itikada sahip olan Nasara’nın iki taifesinden bahseder:

Birinci taife: Eski dinlerine bağlı kalmayı sürdüren mutaassıp “Nasara.”

İkinci taife: Vehim ve heva-yı nefsin akıl ve vicdanlarına galebesiyle safsata ve felsefeye tabi olan Hıristiyanlar. Her iki taifenin de küfür ve nifakı kat’iyyen nefyedilmemiş sadece onları muhtelif sıfatlarla arz etmiştir.

Kur’an-ı Kerîm ve Muhammed aleyhissalatu vesselam da Yahudi ve Hıristiyanları bazen zalim, bazen kâfir, bazen münafık ve bazen fâsık gibi sıfatlarla zikretmesi; cümlesinin kâfir olmadığına alamet değil ve olamaz. “Vehim ve heva-yı nefsin akıl ve vicdanlarına galebesiyle batıl bir itikada tabi’ olarak nifaka düşen bir kısım Nasara“ cümlesinde “bir kısım Nasara” şeklinde tabir edilmesi lazım ve elzemdir. Çünkü Nasara’nın tamamı kâfir olmakla beraber aynı itikada sahib tek bir fırka değil; Ebu Davud, Tirmizi, İbn-i Mace’nin rivayet ettiği افترقت النصاري علي اثنتين وسبعين فرقة sahih hadisinde beyan edildiği gibi tam yetmiş iki fırkadır. Rahmetli Said-i Nursi Arabi aslında ve merhum mütercim Abdulmecid Efendi hem küfre giren umum Nasara’dan hem de felsefeyle nifaka giren bir taife ve bir kısım Nasara’dan bahseder. Yoksa rahmetli olmayan bazı mollaların vehmettiği gibi Hıristiyanların tamamı felsefeciydi manası hasıl olur ki, hakikat öyle değildir.

Risale-i Nur’un Arabî aslında her iki Hıristiyan tabaka aynı cümle içerisinde mûcez bir tabirle arz edildiğinden kendisini ehl-i ilimden addeden bir kısım eşhasın itirazına maruz kalır. Risale-i Nur’un “bir kısım Nasara” ibaresinden murad, onların bir kısmı kâfir “diğer kısım Nasara” Müslüman demek değildir. Bazı efradın heybesinden sakıt olan böyle bir safsata; hiçbir nur eczasında mevcut olmadığı gibi mezkur cüz’ünde de katiyyen yoktur.

Merhum Abdulmecid Efendi, Risale-i Nur’dan anladığını Arabi lisana çeviren muasır mütercimler gibi Nur’dan anladığını kitaba aktarmamış; metnin ilmî, mucez ve muhtasar olan aslına sadık kalarak tercüme etmiş ve metnin belağî hususiyyetini mümkün mertebe muhafaza etmiştir. Şayet tercüme vehmedildiği gibi hakikati ifade etmeseydi evvela müellif Bediüzzaman bu eserin Risale-i Nur olarak neşrine müsaade etmezdi.

Hulasa: Şayet o zevat, Nurları muhafaza niyetiyle böyle efkâr-ı acibeyi ortaya atıyorsa; umuma arz edilen o iddiaların hiçbir hakikati ihtiva etmediğini kendilerine tebliğ ediyoruz.

Yok.

Din-i mübînin bir hizmetkârı olan Risale-i Nur’un neşrine mani olmak gayesiyle Okyanus ötesinden gelen evamiri tenfiz ediyorsa, onlara verilecek herhangi bir cevabımız olmayacak. Daha doğrusu o işlere biz bakmıyoruz, Kahhar-u zu’l-Celal olan Allah’a havale ediyoruz.

Ka’be’yi yıkmaya gelen Ebrehe’ye, Abdulmuttalib’in dediği gibi: “Beyefendi, sen benim sürülerimi ver, ben onların sahibiyim. Beyt’i de muhafaza edecek bir Sahibi ve Rabb’i vardır.”

Muhammed Kahtalı

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )