Nurdan Haber

Âlem-i İslam’ın hâli ve istikbali

Âlem-i İslam’ın hâli ve istikbali
01 Temmuz 2017 - 11:18
İSLAM ÂLEMİNİN HÂLİ VE İSTİKBALİ

İslam ülkelerinde kan, ateş, gözyaşı var. Topluca adam öldürmeler, aşağılamalar, sürgünler birbirini izliyor. Parçalanan cesetler, yıkılan evler, perişan insanların gözyaşları…

Gökten ateş yağıyor, yerden ölüm fışkırıyor. Yollar kana bulanıyor. Masum insanlar yerlerinden yurtlarından ediliyor. Ruhum daralıyor seyrederken.

Ne yana baksam korkudan sararan yüzlerin aksini görüyorum. Ruhum yaralı, kalbim muzdarip.

Her seferinde bir mısra geliyor dilimin ucuna:  “Kanar, muttasıl kanar güller.”

Evet, güller kanıyor ama bülbüllerden eser yok. Dallarda akbabalar.

Bütün yayın organları musibetin ‘çirkin’ yüzünü gösteriyor. Nur pınarına koşuyorum “Güzel yüzü yok mu?” diyerek.

“Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır” diyor bir ayet. “Yaratılan her şey güzeldir” diyor başka bir ayet.

Bakmayı bilmiyoruz. Basarımız (kafa gözü) açık ama basiretimiz kapalı. Nuru yitirdik. ‘Dünya gözüyle’ görmeye alıştırdılar bizi. Hakikat gözümüze perde çektiler.

Halbuki mümin, her olayda rahmetin izini, özünü, yüzünü görmekle mükellef. Perdeyi sıyırıp olayların gizli ve güzel yüzüne bakmalı, hakikati görmeli. Hakikat ise güzeldir.

En büyük mesele imanla kabre girmek. Bu hakikat unutuldu mu olayların dış yüzüne takılır kalır insan.

İmanı taklitten tahkike yükseltmek, var ediliş nedenimize uygun hareket etmek, bu dünyada bir misafir olduğumuzu daima hatırlamak gibi önemli görevler sözde büyük olayların bitmesini bekliyor.

İnancı tahrip etmek için kalbe atılan bombalar, ahlak binalarını yıkan mermiler gündemimizde yok gibi.

Yeryüzüne hâkim olma davası ufukları tutmuş. “Parsel parsel eylemişler dünyayı.” Ebediyen kalacak gibi sımsıkı yapışmışlar yeryüzüne. Herkes kendi parselini büyütme sevdasında.

Kuvvetli olan haklı sayılıyor. Bu yolda zalim olmaktan çekinmiyorlar. Sonu ne peki? İmanla kabre giremeyen bir insan dünyanın sultanı da olsa kaç para eder!

Fakat böyle gitmeyecek!

Bu âlemde mutlak şer yoktur. Kötülük talidir, ikincildir. Her bir şerde nice hayırlar, her bir çirkinlikte nice güzellikler vardır.

Haksız yere öldürülen her mümin şehit oluyor. Belki de hayatı boyunca kazanamayacağı mertebeyi bir günde kazanarak gidiyor bu dünyadan.

Yıkılıp harap olan evler, işyerleri, mallar, servetler ebediyete intikal ediyor.

Her ne var ise hepsi konuktur dünyada, görevini yapıncaya kadar kalır, sonra şu ya da bu sebeple beka âlemine gider.

Bu gidiş bir zalimin eliyle olursa, sahibine bitmeyen servetler kazandırır.

Musibet, cinayetin sonucu, mükâfatın başlangıcıdır.

Bunlar meselenin teselli kısmı.

Dahası var… Kendimizi sorgulama vaktidir artık. Bu hâle nasıl düştük? Ne yaptık da bunca bela geldi başımıza? Neydi günahımız?

Zalim miyiz?

Bin defa evet!

Günahlardan sakınmamakla nefsine zulmedenden daha zalim kim vardır?

Adil davranmamak zulüm değil mi? İlahî emirleri hiçe saymak ‘haddi aşmak’ değil de ne?

Taklit seviyesinde cılız bir iman… İhmal kurbanı namazlar. Haccımız ruhsuz bir beden…

İstişareyi büsbütün unuttuk… “İnananlar kardeştir” ayeti hafızalarımızda küllendi. Irkçılık illeti ve baskıcılık vebası sardı bünyemizi.

“Oku!” emri vahiy mağarasında çınlıyor hâlâ. Sanki bu emir sadece Şanlı Nebi’ye verilmiş!

İlim, geçip gitmiş âlimlerin yazdıklarını ezberlemekten ibaret kaldı.

İlahî kitabını ölülerine okuyan bir toplum ölüme mahkûm!

Fakat bizi diriltecek olan da yine Kurán. İsrafil aleyhisselamın suru gibidir o.

Kurán’ın gür sesi uyandıracak bizi gaflet uykularından. Başımızdaki toprakları silkip yeni bir hayat için besmele çekeceğiz.

Böyle gelmiş, evet. Fakat böyle gitmeyecek!

Bu, hesapta yoktu!

Teselli için, geçmişteki olaylara ve başa gelen belalara kader nazarıyla bakılabilir. Fakat istikbale, gelecekteki olaylara kader nazarıyla bakılamaz.

Hiç kimse diyemez, “Ne yapayım, ayaklar altında ezilmek gelecekte de benim kaderimdir.”

Tembelce oturamaz. Hiçbir şey yapmadan oturmak tevekkül değil tembelliktir.

Hakiki mümin çalışmanın, birlikler kurmanın, üretmenin birer fiilî dua olduğunu bilir.

Hakikati görmek zorundayız. Fiilî dua edenler etmeyenleri yeniyor, bozguna uğratıyor, eziyor, sömürüyorlar.

Bize inancımızın emri olan birleşme, dayanışma, sebeplere başvurma gibi araçları başkaları almış, ilerlemelerine vesile yapmışlar.

Birileri dünyanın fani cennetinde keyif sürerlerken, biçare müminler fakirlik ve zillet cehenneminde yanıyorlar.

İnsanlık, “Kuvvetli olan haklıdır” ilkesini benimseyen felsefelerin etkisi altında.

Toplumlar, bir kısım bezirgânın doymak bilmez tutkusuna mahkûm.

Kalabalıklar medyalarla güdülüyor. Bilim maskesinin arkasında küfrün, nifakın aldatan yüzü var.

Ve benim biçare kalbim öfkeyle dolu.

Öfke bir kudrettir, uygun gayelere yönlendirilirse büyük meyveler verir.

Meydanlarda haykırarak harcamak istemiyorum kabaran duygularımı. Zayi etmemeli, müspet hedeflerime vasıta yapmalıyım.

‘Her şeyin dizgini elinde’ olanı unutan mümin, cehennem azabını dünyada yaşar.

Onu unutuyoruz, hep unuttuk. Görünen ve görünmeyen bütün âlemlerin Rabbini hatırlamadan yapıyoruz hesaplarımızı.

“Kuvvet ve kudret sadece Allah’ındır” diyoruz ama dilimizde kalıyor bu hakikat, kalbimize inmiyor.

Bütün kuvvetimizi ihlâsta ve hakta bildiğimiz, bunu her hâlimizle gerçekleştirdiğimiz gün, hakkın sonsuz kuvvetini arkamıza alacağız.

Bu yolla öyle güzel neticeler elde edeceğiz ki, birileri hayret içinde kalacak ve diyecekler:

“Bu, hesapta yoktu!”

İmtihan sırrıdır bu!

İtiraf edelim, büyük hatalar yaptık. İki türlü duanın birini ihmal ettik, öbüründe de büyük eksiklerimiz var.

Dua deyince ne geliyor hatırımıza? İstemek, sürekli istemek!

Cami diplerinde satılan ve “Şu kadar okursan zengin olursun” diyen kitapları okuyor, ibadeti bile bir dünyevi işlerimize aracı yapıyoruz.

Duanın bir ibadet olduğunu, yalnız Allah rızası için edileceğini unutuyoruz. Her ibadet gibi onun da neticesi ahirete bakar, istenen bu dünyada da verilirse nur üstüne nur olur.

Çalışarak, çabalayarak yapılan duayı ihmal ettik, ediyoruz. Bizim yerimize başkaları ediyor o duayı, onlar kazanıyor.

Çünkü bu tür dualar daha dünyadayken bulur karşılığını. Emek vermekle yapılan dualar hakîm ismine müracaat etmektir. Rahmanın merhamet kapısını çalmaktır. Kabulünde mümin ya da kâfir farkı yoktur.

İmtihan sırrıdır bu!

Bir meselede hem zulmün izini hem de adaletin yüzünü görmek mümkün. “Hâkim zulmeder, kader adalet eder.”

Misal mi istersin?

Hâkim, bir adamı hırsızlık ithamıyla mahkûm eder, oysa hırsızlık yapmamıştır adam.

Fakat kimse bilmez gizli bir cinayet işlemiş. Ne savcının haberi olmuş ne de hâkimin. Bir kendisi biliyor, bir de kader.

İşte onu hırsızlıktan mahkûm ettiren hakiki sebep! Hâkim zulmediyor ama kader adalet ediyor.

“Zalim Allah’ın kılıcıdır, onunla intikam alır, sonra döner ondan intikamını alır.”

Bazen saadet musibetten çıkar. Geceden gündüzü, gündüzden geceyi, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran sonsuz kudretin işlerindendir bunlar.

Bembeyaz gündüzler katran karası gecelerin çocuğudur.

Bahar fırtınalarla gelir…

Uyanışın başlaması, bilincin gelişmesi, ittifak arzusunun şiddetlenmesi ancak başa gelen musibetlerle mümkün olacak.

Dışarıdan gelen saldırılar birliktelikleri kuvvetlendirmeye yarar. Bünyeyi tahrip etmez, daha da güçlendirir.

Bizin mahveden, zillete düşüren asıl hastalık, aramızdaki ihtilaf. Birlik olamayışımız.

Herkes kendi düzleminde tek başına yaşama sevdasına düştü, kardeşlerine dönüp bakmayı zül saydı.

Başkaları birlikler kurarlarken, biz ‘yalnız gezen aslan’ olmayı seçtik. Kolay birer lokma olduk doymak bilmez boğazlara.

Müslümanlar, ihtilafın zararlarını, ittifakın önemini anlarlarsa dünya cehenneminde yanmaktan kurtulurlar.

Her yerde kan var, gerçek. Fakat güneşler kanlı şafaklardan sonra doğar, bu da gerçek.

Bahar fırtınalarla gelir. Şiddetli yağmurlar baharın gelişini hızlandırır. Gözünü fırtınaya diken aldanır, ümidini yitirir.

Büyük neticeler, büyük sıkıntıların çocuğudur. İnsan, kan kusarak gelir dünyaya. Tüm doğuşlar sancılı, sıkıntılı, ızdıraplıdır.

Perdeyi delip geçen bir bakış gerek bize. Tıpkı gece dürbünleri gibi, kalbin önünü kapatan karanlıkları delip geçecek bir nazar lazım.

İman gözüyle bakarsan, fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi arkasında baharın çiçeklerini ve yazın meyvelerini göreceksin.

Hastalıklar olmasaydı insan nasıl anlardı aczini, nasıl farkına varırdı bu dünyada misafir olduğunun.

Biriken manevi kirlerini nasıl arındırırdı, gaflet uykusundan uyanması ne kadar da zor olurdu, bir düşün.

Hastalıklar, belalar, musibetler hem ibadet hem de imtihan. İnsan, başına gelen belayı kimden bilecek, bela vereni tanıyacak mı, varlık sebebini bilecek mi diye sınanıyor?

Zulmün panzehiri, adalet…

Yol göstericimiz, bin nasihat kadar etkili bir musibet. Başa gelen belalar olumlu sonucu hızlandıracak.

Derin uykularda yalan rüyalar görenleri uyandırmak için top sesleri gerekir bazen. Viraneler yıkılmadıkça kâşaneler yükselmiyor.

Yeteneklerin gelişmesine engel olan karanlık perdeler yırtıldı, yırtılacak.

Kartondan yapılı cebbarlar, tiranlar, zorbalar dönemi sona erecek. Biz müminleri birbirimizden ayıran yapay setler yıkılacak. Şiddetli fırtınalar mukavva duvarları savurup atacak.

Bölük pörçük olmanın zararı birlikler kurmak gibi olumlu sonuçlar verecek. Kırılan ‘ben’ kabuklarından ‘biz’ hakikati doğacak.

Fani gözler müminlerin yekpare bir kudret oluşunu görmeden kapanmayacak. İşte o zaman şahlanacak baharımız.

Gerçi zulüm aşikâr oldu ama terazinin öbür kefesinde de ‘hak’ var. Yüz ayrı dilden haykırılan kelimelerin anlamı tek: Adalet! Zulüm hiç payidar olmadı ki şimdi olsun.

Her şeyin bedeli var, kâinatta cereyan eden ilahî yasa bunu gerektiriyor.

Zulmün yumrukları altında inlemekten kurtulmak için bu bedeli ödemek zorundayız.

Bazen canımızla öderiz, bazen malımızla, bazen de her ikisiyle birden.

Kazanmanın bedeli, çalışmaktır. Zillete düşmekten, ayaklar altında ezilmekten kurtulmanın yolu, birlikler oluşturmaktır.

Güçlenmek için birleşmeye, yaşamak için kaynaşmaya mecburuz.

Evet, mahallemizde yangın var, ruhları da yakan bir ateş sardı her tarafı. Görevi tamamlanana dek sürecek.

Bir hizmetçidir o, temizlik yapar. Geçmiş günahlarımızı silip süpürüyor işte, arınıyoruz.

Ruhumuzun derinliklerinde gizli cevherler böyle çıkacak orta yere. Köhne kabuklar kırılıyor, taze özler uyanıyor.

Hayalin sınırlarını zorlayan maddi imkânlara maddeyle karşılık vermek ne mümkün!

Kanı kanla temizlemek muhal… Zulmün panzehri, adalet… Karanlıkları süpürmenin yolu, nurun parlaması…

Bir baharı yaşıyoruz…

Fakat acele etmek yok! Sabır kuvvetini israf etmek yasak! Sadece ‘acıya katlanmak’ değildir sabır, bir eylem biçimidir.

Kararlı davranmaktır, yılmamaktır, direnmektir, ümidi kesmemektir, hak bir hedefe ısrarla yürümektir. Müspet iman hizmetiyle gönülleri nurlandırmak, şuurları uyandırmaktır.

Uyanış yalnız İslam âleminde mi oluyor?

Hayır! İnsanlık uyanıyor. Dünya ayakta. Vicdanlar yaralı. Yanan gönüllerden göklere imdat buharları yükseliyor.

Mukabilinde rahmet bulutları kaplıyor gökleri. Yükselen gürültüler çakan şimşeklerin sesi. Yağmurların yağması yakın.

Ben kuvvetle iman ediyorum ki, hak üstün gelecek. Umumi barış yeryüzüne hâkim olacak. İstikbal göklerinde adaletin bayrağı dalgalanacak.

Arzumu fikir diye kabul etmemişim, emareler görüyorum her yerde. İstikballe ilgili harika müjdelere inanmışım.

Ümitle beklemeyi “Ne yapayım acele ettim, kışta geldim. Siz inşaallah cennet-asa bir baharda gelirsiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaklar” diyen Nur Üstadımdan öğrendim.

İslamın mukadderatı için teşekkül eden muhteşem meclisin müjdesi var:

Evet ümitvar olunuz.. şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, İslamın sadası olacaktır!

Evet, amenna! 

Tarih hızlandı, zamanın nakil araçları gibi ilerliyor. Yüzyıllar on yıllara indi.

Her gelecek, yakındır. İnsanlık ömründe ise yıllar günler gibidir.

Bir baharı yaşıyoruz. Kışı arkada bıraktık, gür yeşillerle yaza doğru gidiyoruz.

Fakat bahar alacalı bir mevsimdir, kucağında hem kış vardır hem de yaz.

Bazen ılık ve gölgeli bir gün görür, sevinir, “İşte yaz!” diye haykırırız. Bazen de içimizi üşüten fırtınalar eser, esefle, “Hâlâ mı kış?” deriz.

Hayır! Ne kıştır ne de yaz, bahar cilvesidir bunlar.  Manevi baharın da gelip giden fırtınaları ve ılık günleri var ama koşar adım ilerleyen zaman bizden yana.

Her yeni gün biraz daha aydınlık ve sıcak olacak. Gelecek günlerin, hararetiyle içimizi ısıtacağı demler yakın.

Çalışıp göreceğiz!

Ömer Sevinçgül
 

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )