Nurdan Haber

Gülmeyi Ağlamak …. Tevehhüm Etmişsin

Gülmeyi Ağlamak …. Tevehhüm Etmişsin
18 Ağustos 2017 - 15:38

“Batnındaki çirkinlikler, zâhirine aksetmiş olmalı ki; gülmeyi ağlamak, terhisatı, soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin.” (Sözler,17-İkinci Söz)

——————————————————————————

“…gülmeyi ağlamak,………tevehhüm etmişsin”

  1. İkinci Söz’deki hikaye-i temsiliyede seyahate giden iki kardeşten biri bedbîndir, herşeye çirkin bir gözlükle bakıyor, herşeyin kötü cihetini görüyor. Diğer kardeş ise girdiği memlekette umumi bir şenlik müşahade ediyor. Herşeye güzel bir nazarla bakıyor.

Bedbîn adam, bu nazarla, sağa giden kardeşin “gülmesini ağlamak” olarak tevehhüm ediyor.

Yani; ehl-i dalalet, iman sahiplerinin sevinçlerini ve gülmelerini, ağlamak telakki ediyor. Mü’minlerin hakikatte neşe ve sevinç ifade eden zahiri sönük vaziyetlerini, bir sıkıntı, üzüntü ve keder olarak tevehhüm ediyor.

  1. S-Mü’minin hali neden zahiren sönüktür ve bu sönüklük, nasıl gülmenin alameti olur?

C-Mü’min zahiren ciddi, vakarlı olup, kalbinde iman ve iman hakikatlerinin nurları bulunduğundan, enfüsi âleminde derecesine göre zikir ve tefekkürle meşgul olduğundan, hodbin adam nazarında bu sönük hal; bir hüzün, bir keder gibi telakki edilir.

Ben şahidim ki: Ben Kastamonu Gölköy Enstitüsü’nde okurken bazı muallimler tarafından bize dinsizlik dersi verilmişti.

……………………

İslâmlar namaz kıldıkları ve âhireti düşündükleri için daima muzdarib bir halde, ömürleri elem içinde geçtiğini ve İslâm câmilerinde daima bir ölgünlük havası estiğini, Hristiyanların kiliselerinde ise daima neş’e ve canlı hayat bulunduğunu ve Hristiyanlar çalgı ve saire gibi eğlencelerle hayatın tadını alıp ömürlerini neş’e içinde geçirdiklerini söylüyorlar…” (Şualar, 557 : Ondördüncü Şua / Risale-i Nur talebelerinin müdafaatıdır/ [Mustafa Sungur’un müdafaasıdır]#1076811-1077400

Halbuki mü’min zahiren sönük görünür fakat enfüsi alemi hareketlidir. Zahirdeki bazı nefsani kuvveleri ve cihazatı hareketsizdir. Fakat dâhildeki yüzler manevi latifeler hareketlidir. Cisim sönük, kalb ve ruh sevinçlidir.

  1. Yirmi üçüncü Sözde bu hakikat bir misalle şöyle izah ediliyor:

Ben büyük bir şehre giriyorum. Baktım ki, o şehirde büyük saraylar var. Bazı sarayların kapısına bakıyorum, gayet şenlik, parlak bir tiyatro gibi nazar-ı dikkati celbeder, herkesi eğlendirir bir cazibedarlık vardı. Dikkat ettim ki, o sarayın efendisi kapıya gelmiş, it ile oynuyor ve oynamasına yardım ediyor. Hanımlar, yabani gençlerle tatlı sohbetler ediyorlar. Yetişmiş kızlar dahi, çocukların oynamasını tanzim ediyorlar. Kapıcı da onlara kumandanlık eder gibi bir aktör tavrını almış. O vakit anladım ki, o koca sarayın içerisi bomboş. Hep nazik vazifeler muattal kalmış. Ahlâkları sukut etmiş ki, kapıda bu sureti almışlardır.

Sonra geçtim, bir büyük saraya daha rast geldim. Gördüm ki; kapıda uzanmış vefadar bir it ve kaba, sert, sâkin bir kapıcı ve sönük bir vaziyet vardı. Merak ettim. Ne için o öyle? Bu böyle? İçeriye girdim. Baktım ki, içerisi çok şenlik… Daire daire üstünde, ayrı ayrı nazik vazifeler ile saray ehli meşguldürler. Birinci dairedeki adamlar sarayın idaresini, tedbirini görüyorlar. Üstündeki dairede kızlar, çocuklar ders okuyorlar. Daha üstünde hanımlar, gayet latif san’atlar, güzel nakışlarla iştigal ediyorlar. En yukarıda efendi, padişahla muhabere edip halkın istirahatını temin için ve kendi kemalâtı ve terakkiyatı için kendine has ve ulvî vazifeler ile iştigal ediyor gördüm. Ben onlara görünmediğim için, “Yasak” demediler, gezebildim. Sonra çıktım, baktım. O şehrin her tarafında bu iki kısım saraylar var. Sordum dediler: “O kapısı şenlik ve içi boş saraylar, kâfirlerin ileri gelenlerinindir ve ehl-i dalaletindir. Diğerleri, namuslu müslüman büyüklerinindir.” Sonra bir köşede bir saraya rast geldim. Üstünde “Said” ismini gördüm. Merak ettim. Daha dikkat ettim, suretimi üstünde gördüm gibi bana geldi. Kemal-i taaccübümden bağırarak, aklım başıma geldi, ayıldım.

İşte o vakıa-i hayaliyeyi sana tabir edeceğim. Allah hayır etsin.

İşte o şehir ise, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye ve medine-i medeniyet-i insaniyedir. O sarayların herbirisi, birer insandır. O saray ehli ise; insandaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi letaif ve nefs ve heva ve kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gazabiye gibi şeylerdir. Herbir insanda her bir latifenin ayrı ayrı vazife-i ubudiyetleri var. Ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var. Nefis ve heva, kuvve-i şeheviye ve gazabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler.“ (Sözler, 322 – 323)

Demek ki mü’mine ait vücud sarayının önünde sönük bir vaziyet vardır fakat içine girildiği takdirde çok şenlik olduğu görülüyor. Mümin, gürültülü ve eğlenceli olmadığı için zahiren sönük görünür. Halbuki saray dahiline girildiği zaman, içerideki duyguların ve latifelerin herbiri, vazifesinin başında hararetle çalışmaktadırlar.

İman olmadığı takdirde, imansız bir vücud, zahiren şenlik ve eğlenceli görünür. Fakat iç alemi, atıl ve vazifesizdir. Vazifesizlik ise sıkıntı sebebidir:

İşsiz, tenbel, istirahatla yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle sa’yeden, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker. Çünki daima işsizler ömründen şikâyet eder; eğlence ile çabuk geçmesini ister.” (Lem’alar, 124 – 125)

Aynen bunun gibi; insanın enfüsi âlemindeki latifelerin de atıl, işsiz ve vazifesiz kalması zahmet ve sıkıntıya yol açar.

Dâhildeki kalp, ruh, hayal, zihin gibi latifelerin hiçbiri hakiki vazifesini yapmıyor. Hepsi, dışarıdaki nefsani duyguları eğlendirmeye çalışıyor. Akıl gibi yüksek bir latife, “acaba nefsi eğlendirecek ne bulurum?” diyerek hakiki vazifesini bırakmış onunla meşguldür.

Fakat mü’minde, zahirdeki birkaç latifenin sönüklüğüne bedel, enfüsde yüzler ve binler latifelerin hareketliliği, lezzetleri ve gülmeleri vardır.

Her aza ve aletin, her cihazat ve latifenin bir vazifesi ve vazifesine göre bir lezzeti bulunuyor. Herbirinin rızkı ve o rızkı tatmaktan gelen bir memnuniyeti vardır.(Şualar,174)

“Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar masumane gülüyorlar.” (Mektubat, 404)

  1. Hakiki ve külli huzur ve saadet, insanın enfüsi âlemindedir ki, o hususi âlem, bir kâinat kadar geniştir. (Lemalar, 233)

Saadet, insanın bu hususi kâinatını şenlendirmesi ile olur. Kendi hususi âleminde ve enfüsi dairesinde huzur ve saadet olmazsa, dışarda ve zahirde ne kadar eğlenceli ve hareketli görünse de, o zahiri vaziyet boş ve aldatıcıdır.

  1. Kalbinde ve ruhunda sıkıntı ve azaba düşmüş bir adamın cismini ve bedenini bir eğlenceye atmasıyla, o sıkıntıdan kurtulması ve rahatlığa kavuşması mümkün olabilir mi? (Lemalar,115-116)

Demek ehl-i dalalet, mü’minlerin gülmesinin ve sevincinin bir alameti olan zahiri sönük vaziyetlerini, ağlamak telakki ediyorlar fakat o ağlamak zannettikleri vaziyet hakikatte gülmektir.

Aynanın iki ciheti vardır. Bir ciheti karanlık, diğer ciheti ise parlaktır. Sadece siyah cihete bakan aynayı bütünüyle karanlık görür. Fakat diğer yüzüne bakıldığı zaman aynanın sadece siyahlıktan ibaret olmadığı, o yüzün arkasının parlak ve güzel olduğu görünecektir. (Sözler, 293)

Aynen onun gibi; insanın sadece maddi cihetine bakılırsa işin rengi farklı görünür. Fakat manevi, parlak ve geniş diğer cihetine bakıldığı takdirde hakikatın hakiki sureti ortaya çıkar.

Bir saray farzedelim ki, o sarayın hem haricini hem dahilini aydınlatan iki kısım ışıklar bulunuyor. Sarayın haricini aydınlatan ışıklar açık olduğu takdirde, dahilini aydınlatan ışıklar sönüyor. Dışarısı söndüğü takdirde ise içerisi aydınlanıyor. Sarayın, bu tarzda, dış ve iç, birbirinin zıddına çalışan bir ışıklandırma nizamı bulunuyor.

Uzaktan bu saraya bakan ve sarayın teşkilatını bilmeyen bir adam, saray dışını aydınlatan ışıkların sönük olmasına bakarak “saray karanlıktadır” der. Sarayın nizamına vakıf olan diğer zat ise, bilir ki, sarayın dışının karanlık olması, dahilinin nurani olduğunu gösteriyor.

Aynen öyle de; zahir ve batın bu noktada makusen mütenasiptirler. İnsanın nefsani hevesat ve sefahet sebebiyle zahirdeki şenlikli vaziyeti, dâhildeki kalb ve ruhun sönüklüğünü, aksine zahirdeki sönüklük ise dâhilde kalb ve ruh cihetiyle binler latifelerin faaliyette ve faaliyetten gelen lezzetle saray dahilinin ışıklı ve nurani olduğunu gösteriyor.

Demek ki zahirdeki sakin ve sönük vaziyet, hakikat noktasında neşe, sevinç ve gülmenin alametidir.

***

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )