Nurdan Haber

KALP GÖZÜ

KALP GÖZÜ
14 Ekim 2017 - 21:05

KALP GÖZÜNÜZ KAPALI, BASİRETİNİZ DAR ve PUSLU OLMASIN

Mesnevi-i Nuriye1 adlı eserinde üstad Bediüzzaman Said Nursi diyor ki: “Basar masnuatı görüp de, basiret Sânii görmezse çok garip ve pek çirkin düşer.” Her bir sanat sanatkarının imzasını taşır. Üretilen her malda, malın nerede, ne zaman kim veya kimler tarafından üretildiğini gösteren damga, mühür veya bir işaret bulunur. Sanatı görüp de sanatkarını inkar edene en az iki nedenle o mühür ve imzayı gözüne sokarcasına göstermek lazımdır. 1) Söz konusu mal veya sanatın kıymeti ortaya çıksın; 2) Sanatkarın hakkı muhafaza edilsin.

Evet, bir eserin sanat kıymeti madde kıymetininin çok üstünde olabilir. Yine Bediüzzaman’ın dediği gibi: “Belki, bazan, antika olan bir san’at bir milyon kıymeti aldığı halde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte, öyle antika bir san’at, antikacıların çarşısına gidilse, hârika-pîşe ve pek eski, hünerver san’atkârına nisbet ederek, o san’atkârı yad etmekle ve o san’atla teşhir edilse, bir milyon fiyatla satılır.”2

“Evet, madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem, her mevcut san’atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem kadîm değil, yeniden oluyor.”3 Bir insanın Dünya, Ay, Güneş, yıldızlar, Samanyolu ve galaksiler, galaksi kümeleri dahil tüm evrene bakışı onlara verdiği kıymet ile alakalı olduğu gibi, o insanın entellektüel kapasitesi, basireti, vizyonu, anlayış ve kavrama kabiliyeti ile de alakalıdır. Mimar Sinan’ı hatırlatan, Süleymaniye, Selimiye sanattır çünkü Mimar Sinan’ın takdir ettiği ölçü ve oranlar kullanılarak sadece ihtiyacı görsün diye değil, saygın bir estetiği temsilen yapılmışlardır. Evren ve içindekiler de öyle. Mülk süresinin üçüncü ve dördüncü ayetleri “Yedi göğü birbiriyle tam bir uygunluk içinde yaratan O’dur. Rahmânın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?(3). Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak; (kusur arayan) göz aradığını bulamadan bitkin olarak sana dönecektir(4). “ kainattaki estetiğe ve muhteşem düzene dikkat çekmektedir. Bu gün fenler dediğimiz, biyoloji, fizik, kimya, astronomi, kozmoloji evrenin ve içindekilerin düzenini, güzelliklerini ve estetiğini ortaya koymakla, her biri ayrı bir bakış açısıyla ayetin manasını tastik etmektedir.

Okuyabilen, görebilen göz için sanatkarın kasten koyduğu imzayada gerek yoktur. Tanıyan ve bilen için sanatın her bir parçası bir mühür, bir imza gibidir. Şair veya yazarın uslubu, okurları için, imzadan daha belirgin olarak o şiiri veya metni kimin yazdığını anlamasına yardım eder. Sadece minaresini görmekle camisinin, köprüsünü görmekle ustasının Mimar Sinan olduğunu bilen, işitilmemiş melodisinin küçük bir parçasını duyup bestecisinin kim olduğunu söyleyebilen uzmanların var olduğunu biliyoruz. Bu o insanların entellektüel kapasitesi, sezgi gücü ve bilgiyi kullanma yetisine bağlıdır.

Modern bilimin bugün bize tasvir ettiği muazzam ve muhteşem, hararetli ve hareketli, hem çabuk hem çok yavaş, hem anlık ve günlük, hem asırlar hem çağlar içinde değişen canlı bir tablo gibi tasvir ettiği bir kainat karşısında durup, ona bakıp, onun sonsuz kudret ve ilim sahibi, rahmetli hikmetiyle varlığa en güzel şekli veren, sanatını seven ve sevdirmek isteyen bir yaratıcı tarafından yaratıldığını aklına getirmeyen, kendi varlığını da kainatın varlığını da tesadüflere bağlayan veya var oluşu temel kuvvet veya fiziksel yasalara bırakan bir insanın düştüğü durumu düşünün. Bu durum, ünlü bir ressamın ünlü bir tablosuna bakan, veya Edirne’de muhteşem Selimiye’yi gören ama o ünlü ressamı veya Mimar Sinan’ı düşünemeyen birinin düştüğü durum gibi değil midir?

Göz sanatı görüyor, gözün sahibi sanatkarı hayal edemiyorsa bu bir çirkinlik değilde nedir? İhtimaller bellidir: 1) Bu kişinin ya gözü yoktur veya kördür göremiyor, veya kalp gözü kapalıdır; karmaşıkmış gibi görünen olayların gereksiz detaylarında boğulmuş sanatı ve sanatkarı takdir aklına bile gelmiyor. 2) bakış açısı, vizyonu, kavrama yeteneği çok dar, sanat-sanatkar ilişkisini kavrayamamış birisidir ki, akıllı geçinip yaptığı yanlış yorumla kendini gülünç duruma düşürdüğünün farkına varmayan, bilgisizliği ve yeteneksizliği sebebiyle rezil olmuş biridir. Sanatıyla sanii tanıyamamak insanı böylesi durumlara düşürebilir. Sıradan insanlar için durum buysa, Allah’ı bu kainatın sanii olarak göremeyen bilim adamlarının içine düştükleri durumun vahametini siz düşünün.

Zamanın Bir Kısa Tarihi adlı eserinde Stephan W. Hawking4 diyor ki: Bir zamanlar Einstein sormuştu: “Evreni yaratırken, acaba Tanrı’nın kaç tercih şansı vardı?”. Seksen sene sonra bu soruya Hawking’in verdiği cevap: ”Sınırsızlık hipotesi doğruysa, başlangıç koşullarını bile belirleme şansı yoktur. Tabii ki, hâlâ, O evrenin boyun eydiği yasaları seçebilir. Ancak, bu da bir tercih sayılmaz. Çünkü, heterotik sicim teorisi gibi, kendi içinde tutarlı, evrensel yasaları ve Tanrı’nın doğasını sorgulayan insan ırkı gibi karmaşık yapıların varlığına izin veren, sadece bir tane veya çok az sayıda birleşik teori vardır.”

Einstein’in Tanrı’ya inanıp inanmadığını sorgulamıyoruz. Belli ki, inanıyor! Sanatını (kainatı) görüp saniini gerektiği gibi yad edebilmiş mi sorusuna cevap arıyoruz. Yine aynı kitabında Hawking 1981 yılında Cizvitlerin, Vatikanda düzenlediği “Büyük Patlama” teorisiyle ilgili bir toplantıya katıldığını, toplantı sonrasında Papa davetli bilim adamlarına hitaben “Büyük Patlama’dan sonra evrenin evrimini araştırmada bir beis yok! Ancak, patlama anı, yaratılış anıdır. Araştırılmaması gerekir.” dediğini nakletmektedir. Görünen o ki: Einstein gibi, Vatikan bile kainatın sevk ve idaresini temel kuvvetlere, fizik yasalara bırakmış. Modern bilimin Einstein, Hawking gibi ünlü temsilcilerine göre, kainatın Sanii, sanatını kendisi doğrudan yapamıyor. Başlangıçta bir ham madde ile bir takım kuvvetler ve yasalar tahsis etmiş, sonra bütün var oluşu bu kuvvetlere ve yasalara bırakmış. Sanatkar kim? Allah mı? Temel kuvvetler ve yasalar mı?

“Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın, sonra saati çarklarla tertip edip tanzim etsin, daha mı kolaydır? Yoksa harika bir makineyi o çarklar içinde yapsın, sonra saatin yapılmasını o makinenin câmid ellerine versin, tâ saati yapsın, daha mı kolaydır? Acaba imkân haricinde değil midir?….

Veyahut bir kâtip mürekkep, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzat o kitabı yazsa daha mı kolaydır? Yoksa o kâğıt, mürekkep, kalem içinde, o kitaptan daha san’atlı, daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi icad etsin, sonra o şuursuz makineye “Haydi, sen yaz” desin de kendi karışmasın, daha mı kolaydır? Acaba yüz defa yazıdan daha müşkül değil midir?”5

Kör değiller, görebiliyorlar. Bilim dürbünüyle, kainat hakkında sıradan insanların gördüklerinin ötesini de görüyorlar ki, Büyük Patlama’dan sonra evrenin genişlediğini detayları ile biliyorlar, inceliyorlar, araştırmaya da devam ediyorlar. Vizyon, sezgi, sağgörü, kavrama ve yorumlama yetenekleri var. Çünkü evrenin genişlediği bilgisi kolay anlaşılır bir gerçeklik değil, devasa teleskoplarla yapılabilen gözlem sonuçlarının, bir takım grafiklerin, bilimsel bilgiyle yorumlanmasından sonra ortaya çıkan bir sonuçtur. Üstad Bediüzzaman’ın “…Sâniin mânen, kalben görünmemesi, ya basiretin fıkdânındandır veya kalb gözünün kör olmasındandır. Veya pek dar olduğundan, meseleyi azametiyle kavramadığındandır. Veya bir hızlandır. …” söylediği aynen tahakkuk etmektedir ki, bu kavrayış eksikliği onları böylesi gülünç durumlara düşürmektedir.

Daha da kötüsünü var. Üstad Bediüzzaman sözünün nihayetinde “…..Ve illâ, Sâniin inkârı, basarın şuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir.” dediğini de unutmayalım. Günümüzün modern bilimini popular dille anlatan bilim yazarlığı yapan Paul Davies Tanrı ve Yeni Fizik6 adlı kitabında diyor ki: “Bütün ihtiyacımız fizik yasaları ve temel kuvvetlerdir. Temel kuvvetler, yokluktan varlığa doğru, var oluşu başlatmak ve dinamik evrimi aktive etmek için, fizik yasaları ise, mikro alemden makro kozmoza kadar düzeni muhafaza için gereklidir.”

Gözün gördüğünü inkar etmek, “hiç bir şey yok, kainat yok, ben yokum” demek, Paul Davies’in bu sözleri yanında daha masumdur. Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, irade ve hayat sahibi, evreni ve hayatı yaratan, yarattığı andan itibaren kontrolünü ve müdahalesini bırakmayan, binbir isimle müsemma bir Allah’ı kabul etmeyen, ve kendini akıllı gören batı biliminin Paul Davies gibi ateist bilim adamları, çaresiz kalıp, Allah’ın sıfatlarını temel kuvvetlere ve fizik yasalara vermektedirler. 3 Ağustos 2017 de Nurdan Haber (http://www.nurdanhaber.com/tr-tr/haberler/35261/35261/) de çıkan “Batı Biliminin Tanrıları” adlı yazımda Büyük Patlama teorisine göre temel kuvvetlerin yaratıldığı apaçık ve delilleriyle ortaya konmuş, anlatılmıştır. Oysa, Paul Davies gravitasyon, elektromanyetik kuvvet gibi kuvvetlerin bir Tanrı gibi evrendeki maddeyi yarattığını söylemektedir. Hem Büyük Patlama teorisiyle, hem kendi kendisiyle ters düşmektedir. Vücudu ilmen sabit, yani maddi vücudu bile olmayan, alet olmak ve kullanılmak üzere yaratılmış temel kuvvetler ve fizik yasalar, akıl, şuur, bilinç, ilim, irade gerektiren sonuçları kendi başına üretebilir mi?

Her şeyi gören, bilen, duyan, düşünen, her şeye gücü yeten, merhametli, adil, hikmet ve azamet sahibi bir Allah’ı kabul etmeyen, bilim adamı dahi olsa, aciz, aklı ve iradesi olmayan, kendisi mahluk, yani yaratılmış şeyleri ilah kabul etmeye mecbur olup gülünç duruma düşmekten kurtulamıyor.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Kainatı ve tüm varlıkları Allah’ın bir sanatı gibi görmeyen, veya göremeyenlerin içine düştüğü durumları, en veciz şekilde “Basar masnuatı görüp de, basiret Sânii görmezse çok garip ve pek çirkin düşer. Çünkü, o halde Sâniin mânen, kalben görünmemesi, ya basiretin fıkdânındandır veya kalb gözünün kör olmasındandır. Veya pek dar olduğundan, meseleyi azametiyle kavramadığındandır. Veya bir hızlandır. Ve illâ, Sâniin inkârı, basarın şuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir.” diyerek özetlemiştir.

Ancak ve ancak, bilimsel bilginin İslami yorumu ile insan insaniyet mertebesine çıkıp, bu gülünç, hatta aşağılayıcı durumlardan kurtulabilir. Sanatın üstünde sanatkarın imzasını görebilmek, sanatın sanat olarak kıymetini anlamak, sanatkarı takdir etmek demektir. Yoksa, ihtiyacın derecesi ile orantılı olan maddenin kıymeti, eninde sonunda sanatın kıymeti yanında yok hükmündedir. Kendini sanatıyla tanıtmak isteyen bir sanatkarı tanımaya gayret etmemek masum olamaz. Oysa, kainatı sanat, içindekilerini, sanat içinde sanatlar gibi düşündüğümüzde, hayatın anlamı, yaratılışın amacı ve güzellikleri her bir varlıkta O’nun imzasını görüp tanımakla, O’nun esma-ül hüsnasını her bir parça üstünde okuyabilmekle görünür ve anlaşılır olacaktır.

Kalp gözünüz açık, basiretiniz geniş ve berrak olsun.

 

Prof.Dr. Zeki EKER

Akdeniz Üniv. Fen Fakültesi.

Uzay Bilimleri ve Teknolojileri Bölümü

Antalya

 

1- Mesnevi-i Nuriye, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları -1182, İlmi Eserler-185, Sayfa 296

2- Sözler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 600,Risale-i Nur Külliyatı Sari 1, Sayfa 373

3– Lemalar, 23. Lema.

4- Stephan Hawking, A Brief History of Time, Bantham Press, 1988, sayfa 174, ISBN 0-593-01518-5

5- Lemalar, 23. Lema

6- Paul Davies, God and the New Physics, Simon&Schuster Paperbacks, New York, NY 10020, sayfa 217.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )