Nurdan Haber

AĞRILI NUSRET KOCABAY HOCAEFENDİ

AĞRILI NUSRET KOCABAY HOCAEFENDİ
22 Kasım 2017 - 4:00

Risale-i Nurlar’la askerde tanışan Nusret Kocabay Hocaefendi, tarikattan vazgeçip Risale-i Nurlar’a nasıl talebe olduğunu anlattı.

Kitaplarım üç sene ceza çekti

Olay Ağrı’nın bir köyünde geçmektedir. “Eskiden Amad şimdi ise Tezeren denilen bir köyde karakol vardı. Bir gün karakolun önünden geçerken üzerimde fıkıh kitabım ve Kur’an’ım vardı. Yakaladılar ve karakola götürdüler bizi. O zaman 18 yaşında değildik. Küçük olduğumuz için bizi çok dövmediler. Yalnız kitaplarımızı aldılar, babalarımızı celp edip getirdiler. Babamı çok dövdüler. Çok işkence yaptılar. O işkence neticesinde babam hastalandı. O zamanın parası ile babamdan 2,5 lira da ceza aldılar.”

KOÇİBEY’İN SOYUNDAN

1943 veya 1944… “Eleşkirt’ten çıkıp da doğrudan Tutak Deresi’ne gideceğiz. O tarihte asayiş karakolu varmış, bizim hiç haberimiz yoktu. Asayiş karakolu yetkilileri Selahattin Koca ile beni yakaladı. Anam kete yapmıştı. Selahattin’in anası da bir şey yapmıştı ona. Onlar bizi çok dövdü ve kitaplarımızı da aldılar. Bir onbaşı, 8-9 da jandarma vardı. Bizi Eleşkirt’e kadar geri götürüp nezarete aldılar. Sonra teyzeoğlum sayesinde bizi bıraktılar. O yakalamalar ve eziyet vermeler, o hadiseler benim kalbimde… (ağlıyor).”

Hatıraların sahibi Ağrı’da ikâmet eden ve civarda binlerce talebenin yetişmesinde emeği geçen Nusret Kocabay Hocaefendi. Kocabay artık bu hadiseler için “Onlar geçti.” diyor bugün.

İkâmet ettiği bölgede, hocalarından aldığı eğitimle kendisini iyi yetiştiren ve askerlik için geldiği Ankara’da, 1952 senesinde, Said Nursi’yi Emirdağ’da ziyaret eden Ağrılı Molla Nusret Kocabay, şeyhlik yürütebilecekken Risale-i Nurlar’a talebe olmayı yeğlemiş birisidir. Askerliğini yaparken dahi cuma akşamları askerleri toplayıp sohbet eden Kocabay, nüfus kaydında 1928’de Eleşkirt’te doğmuş gözükmesine rağmen bir sene geç yazılmıştır. Ailesi, dedeleri aslında Cizre’den Ağrı’ya gelip yerleşmiştir. Cizre’ye de Hamme’den yani Ortadoğu’nun bir başka yerinden geldiklerini anlatan Kocabay, Bedirhan Bey’le aynı dönemde Cizre’de ‘mir’ olan yani oranın hükümdarlığını yapan Koçibey’in soyuna dayanıyor: “Hatta benim soyadım da Koçibey’den geliyor, Kocabay diye.”

Ailenin Ağrı’ya yerleşmesi biraz uzun hikâye. Cizre’de yaşanan bazı hadiselerden sonra aile Van’a yerleşir. Ardından bir süre Hasankale’de ikâmet ettikten sonra da Erivan’da yaşamaya başlar. Bir zaman sonra geri dönüp Kars ve Ağrı’ya yerleşir. Koçibey ailesinden İbrahim Bey’in üçü erkek dört çocuğundan biri olan Nusret Hoca, yasak olmadığı kadarıyla(!) Bitlis, Muş ve Ağrı’nın ilçelerinde medreselerde ilim tahsil eder: “Hepsi gizlice. Muş’ta filan yeraltında yerler yapılmıştı. Hep gizli okuyorduk. Aşikâr okumak mümkün değildi ama millet bütün canı ve ruhuyla, o yokluk ve kıtlık zamanında yetişmiş bir talebeye sahabe nazarıyla bakıyordu. O zaman öyle idi ilim tahsil etmek.”

Nusret Kocabay, bölgedeki meşhur âlim ve hocalardan alır ilmini. Molla Zahir, Şeyh Taha, Molla Nadir, Eleşkirtli Molla Abdülaziz, Şeyh Muhammed Celali Hazretleri’nin torunu Molla Ahmet Celali gibi zatlardan yıllarca tahsil görür.

Kocabay 1952 senesinde, Adnan Menderes’li Demokrat Parti’nin iktidar olduğu bir zamanda vatanî görevini yapmak üzere Ankara’ya gider. Kocabay, Ankara’da Risale-i Nur’u tanıma imkânı bulur. Aslında daha önce mollalarının meth-ü senalar ettiği Said Nursi’nin ismini duymuşluğu vardır: “Tek parti döneminde bizim Ağrı’da milletvekilliği yapmış Ahmet Alparslan vardı. Ben Ağrı’nın Hamur kazasına bağlı Gelutan köyünde Molla Abdülkerim’den okumuştum. O Ahmet Alparslan, Molla Abdülkerim’in köylüsü idi. Seydamızın köylüsü diye biz o milletvekilini ziyaret ettik. Ziyarette çantasını açtı bize iki kitap verdi. Yanındakine Asay-ı Musa’yı, bana da Nurun İlk Kapısı’nı verdi. Baktım ki Türkçedir. Kitabı götürdüm dolaba bıraktım. Ama ismini ezberledim. Molla Said-i Nursi Hazretlerinin kitabı.”

Nusret Kocabay bu şartlarda askere geldiğinde de artık kendisini yetiştirmiş, hatta tarikat almış bir hocadır: “Askerlikte de aynı vazifemi yürütüyordum. Askerleri toplayıp cuma akşamları sohbetimizi yapıyorduk. Menderes zamanı idi. Yasaktı. Bazı subaylar duymadan yapıyorduk. Ama hoca olduğumu biliyor ve beni seviyorlardı. Bana hürmet ediyorlardı. Bir gün, biri Karslı biri Vanlı genç kardaşlar buldum. Onlar da namaza yeni başlamışlar filan. Onları cuma akşamı hatmeye götürdüm. Evliyaların menkıbelerini anlatmaya başlamıştım. Baktım bir tane asker. Kantinci idi. Geldi, yanımıza oturdu. Biraz dinledi. Benim kalbime ‘Ya bu inşallah cezboldu. Ben bunu da inşallah hatmeye götürürüm’ diye bir şey doğdu. Neyse o dinledi epey. Dinledikten sonra bana döndü dedi ki ‘Sen çok güzel konuşuyorsun. Sen hoca mısın, şeyh misin?’ Ben de ‘Öyle diyorlar’ filan dedim. O da ‘Ben demiyorum. Asrın sahibi diyor. Bu zaman iman kurtarmak zamanıdır, tarikat zamanı değil. Sen bu gençlere iman, hakikat dersleri filan versen, öylece söyleşsen daha iyi olmaz mı?’ dedi.”

NUR’UN İLK KAPISI

Bu durum orada soğuk bir ortam oluşturur: “Ben bozuldum. Yanımızdaki iki asker de bozuldu. O da bizim bozulduğumuzu görünce ‘esselamüaleyküm’ diyerek yanımızdan ayrıldı. Onun buğzu benim kalbime girdi. Bir hafta kadar kantine gitmedim. Neyse bir gün gittim. Baktım kitap okuyor. Kitaba baktım ‘Nurun İlk Kapısı.’ Dedim bu benim seydamın kitabıdır. ‘Mollan kimdir?’ dedi. Ben dedim ‘Bizim şarkta meşhur ismiyle ‘Molla Said-i Nursi.’ ‘Tanımam’ dedi. ‘Yahu nasıl tanımazsın’ dedim ‘Bediüzzaman işte.’ Hemen kalktı ‘Benim üstadımdır’ dedi, beni kucakladı.”

Nusret Hocaefendi, Afyon’da tapu sicil müdürlüğü yapmış Abdullah Kılıçkaya sayesinde Risale-i Nurlar’ı artık iyice tanır: “Bizi dershaneye götürdü. Dershanede o zaman Atıf Ural, Mustafa Türkmenoğlu, Ziya Harun, Ziya Nur… İşte o zaman üniversite talebeleri vardı.”

Nusret Kocabay Hocaefendi burada Bediüzzaman’ın talebeleri ile beraberdir: “Risalelerle o tanışma ile bugüne kadar geldik. Menderes zamanında Namık Gedik isminde bir içişleri bakanı vardı. Risale-i Nur’a da hiddetli karşı duruyordu. Bu ağabeyler Ankara’da Cebeci’de üç katlı Tuna Apartmanı’nın zemin katında idi. Orada Tahiri Mutlu Ağabey’in kurduğu bir teksir makinesi vardı. Ben de orada çalışıyordum.”

Kocabay Hocaefendi, hatt-ı Kur’an’ı güzel okuduğu için onlara yardımda bulunur: “Ama bunların içerisinde Atıf Ural ağabeyimizi görünce ‘50 sene tarikatta çalışsam acaba onun gibi olacak mıyım? Onun gibi insanlar nasıl yetiştireceğim?’ dedim. Onun hali, hareketi, sekenatı, sadakatı, metaneti, muhabbeti, sebatı benim kalbimi işba etti. Elhamdülillah Atıf Ural’ın tesiri hâlâ da benim ruhumda devam ediyor.”

ÜSTADIN HUZURUNDA 10 DAKİKA

Risale-i Nur talebeleri vesilesi ile Bediüzzaman’ı üç kez ziyaret eden Kocabay Hocaefendi, üçünü de Said Nursi Emirdağ’da iken gerçekleştirir. O zaman teksir makinelerinde basılan risaleler Bediüzzaman’ın tashihinden geçirilmek üzere tekrar ona götürülmektedir. Bunun için de kitaplar trenle Eskişehir’e götürülüyor, oradan da Pilot Ahmet Yüzbaşı ile Pilot Başgedikli Nuri aracılığıyla Bediüzzaman’ın bulunduğu yere ulaştırılıyordu. Bazen haftada bir veya iki haftada bir bu işlem yapılıyor, Nusret Hocaefendi de bir akşam Eskişehir’de dershanede kaldıktan sonra tekrar Ankara’ya dönüyordu.

Nusret Kocabay, Bediüzzaman’ı ilk ziyaretini yine böyle bir esnada gerçekleştirir. Kitaplar yine Eskişehir’e ulaştırılır. Rüştü Çakın Emirdağ’daki Said Nursi’nin yanına gidecektir. Kocabay da ona katılır. Ancak bu ziyaret çok kısa sürer: “10 dakika kadar Üstadımızın huzurunda kaldık. Çünkü Üstad yolculuğa çıkacaktı. Zübeyir Ağabey ile Hüsnü Ağabey de yanında idi.”

İkinci ziyaretini de yine asker iken gerçekleştirir. Kocabay, üçüncü ziyarete ise teskeresini almış, vatanî görevini tamamlamış olarak gider. Fakat bu ziyarette, diğerlerinden farklı olarak Nusret Kocabay çok rahattır: “Sanki babamı görmüş gibi hiç sıkıntı olmadı bende. Evvelki görüşmede sıkıntıdan ter içinde kalmıştım. Benim kalbimde bir şey vardı. Acaba Şeyh Muhammed Köprülü Hazretleri mi büyüktür yoksa Üstad mı? Bu sefer öyle şeyler kalbimde olmadı. Üstad benim üstadımdı. Ben doğrudan doğruya Üstad’ın elini öptüm. Elini öperken öteki eliyle başımı okşadı. Üstad elini öptürmezdi. Fakat ben öperken elini hiç çekmedi. Bu gidişimde Risale-i Nur’a daha çok bağlanmıştım. Bende tarikata, evrat ve ezkara karşı soğukluk olmuştu. Üstad ‘Ben seni talebeliğe kabul ediyorum’ dedi bana orada.”

Bediüzzaman, yanından ayrılmak üzere iken Nusret Kocabay’a şunları da söyler: “Ahmet Nadır’a selam söyle. Gazete gibi okuma. Gazete gibi okuma. Nazım ile imtizaç et. Küçük bir dershane aç.” Bediüzzaman sesi kısık bir şekilde söylediği için Nusret Hocaefendi söylenenleri tam anlamamıştı. Zübeyir Gündüzalp, Bediüzzaman’ın söylediklerini ona tekrar izah eder: “Üstadımız sana ‘Dershane açın’ demiyor. Dershane aç’ diyor. Gazete gibi okuma derken de ‘Başlamış olduğun kitabı sonuna kadar okuyacaksın, yani sadece başlıklara bakmakla yetinmeyeceksin.”

Bediüzzaman’ın onunla selam gönderdiği Ahmet Nadir ise Kör Hüseyin Paşa’nın oğlu, CHP Ağrı Milletvekili Ahmet Alparslan’ın da babasıydı. Ahmet Nadir, İsmet Paşa’nın da dostu idi. Said Nursi’nin selam gönderdiği ikinci kişi ise Nazım Akkurt’tu: “Üstadımız bunlara selam gönderiyor. Neden? Bunlar Üstadımız Burdur’da iken çayını yapmışlar, dağa çıkarmışlar, gezdirmişler, ders okumuşlar. Üstad Ahmet Nadir’i yanına almak istemiş ‘Bana katip ol’ demiş. O da ailesine sormak isteyince ailesi ‘Kör Hüseyin Paşa’nın oğlu bir hocaya kâtip olur mu?’ diyerek istememiş.”

Kocabay, emanetleri sahiplerine ulaştırdığı anı hâlâ unutmamıştır: “Ahmet Nadir’e selamı söyledim. Ayağa kalktı. Selamı kabul etti. ‘İlahi, senin elini öpeceğim. Sen Üstad’ın elini öptün’ dedi. Kürtçe ‘Beli Seyda beli Seyda’ dedi. Yani ‘Evet Üstad evet Üstad. Nadir senin selamına layık mıdır? Sen Nadır’a selam gönderiyorsun’ dedi. Gözünden yaş akmaya başladı.”

Artık memleketi Ağrı’ya dönen Nusret Kocabay, tarikat hocalığını bırakır. Fakat imamlık ve hocalığa devam eder. Hulusi Yahyagil’in de teşvikiyle bir zaman sonra da olsa Ağrı’da önce küçük bir dershane açar: “Hulusi Ağabey derdi ki ‘En büyük hizmet hizmete zarar vermemektir.’ Zübeyir Ağabey de ‘Nurcu olmak kolay, Nurcu ölmek zordur’ diyordu.”

Bediüzzaman’la üç defa görüşme imkânı bulduktan sonra Ağrı’da hizmetlerine devam eden Nusret Kocabay Hocaefendi’ye, basılan risalelerden de ulaştırılmaktadır bu zamanlarda.

Derken CHP gibi tek partili zor bir dönemden sonra iktidara gelen DP’nin son yıllarında Said Nursi 23 Mart 1960 tarihinde ebedi âleme intikal eder. İletişim imkânları bugünkü kadar kolay olmadığından, hemen haber alamadıkları için Urfa’daki cenaze namazına gidemeyen Kocabay, o tarihte Ağrı’da kırmızı bir kar yağdığını anlatıyor bugün.

Bu zor zamanlarda iki defa mahkeme edilen, birinde beraat eden birinde de hakkında takipsizlik kararı verilen Nusret Hocaefendi ve arkadaşlarının suçu bir evde toplanıp sohbet etmektir: “Hacı Nezir’in evinde yakaladılar bizi. O gece götürüp sabah da hâkimin huzuruna çıkardılar. Hâkim de Alevi idi. İsmi Erdoğan Erdoğan’dı. O kadar sahip çıktı ki bize. ‘Bu cübbe benim sırtımda olduğu sürece Nurculara ben ceza verir miyim? Nurcular Ehl-i Beyt’e âşıktırlar’ derdi. Hemen takipsizlik kararı verdi.”

HAKİMİN ÖZRÜ

İkinci hadise ise Nusret Hocaefendi’nin Eleşkirt’teki evi aranarak bulunan külliyat dolayısıyla yaşanır. Hâkim, kitapları önce Kürtçe gibi yayın zanneder. Risale olduğunu öğrenince özür dileyerek onları da salıverir.

Başka bir hadisede ise Kayserili bir hâkim, 163. maddeye istinaden Nusret Hocaefendi’nin kitaplarını üç yıl mahzende bekletir: “O hâkimden sonra başka bir hâkim geldi. Müdafaamızı yaptık. Bana baktı ‘Sen bir Osmanlı beyefendisisin. Burada ne arıyorsun? Risale-i Nur yasak olur mu?’ diyerek tek celsede, üç sene bekleyen kitaplarımızı bize iade etti. Öteki beş vakit namazını kılıyordu. Kitaplarım benim yerime üç sene ceza çekti. O kitaplar benim bedenimde hapis yatmışlar. Onları evladıma hediye edeceğim.”

-Bediüzzaman size neden Hariciye Nazırım diyordu?

“Üstad dememiş. Hulusi Ağabey’in sözüdür o. Beni çok seviyordu. ‘Benim en çok sevdiğim babam, babamdan fazla ben hocamı seviyorum’ diyordu. Onun sevgisi bizim irşadımıza vesile oldu. Yani bizim kemalatımız öyle biraz. Bizim şeyimizin semeresi değil. Öyle yaz. Bunlar hepsi beni Risale-i Nur’a, imana, Kur’an’a, İslamiyet’e, mukaddesata, hakka ve hakikate aşina kılmak için. Demek bende hocalık var, enaniyet var, benlik var, tarikat var, her şey vardı. Bütün bunların izalesi içindi onlar.”

Ağrı’da maneviyatın her zaman yüksek olduğunu anlatan, beşi erkek sekiz çocuk sahibi Nusret Hocaefendi, bir tek ıstırapları bulunduğunu, onun da ‘kavmiyetçiliğin taassubu’ olduğunu dile getiriyor: “Bu millet dindardır. Sinesinden evliya, esfiya çıkmış. Bu millet beraber zafer ve şeref kazanmış bir millettir. Kürt demeden, Çerkes demeden, Gürcü, Arap, Türk demeden doğrudan doğruya Osmanlı diyerek üç kıtaya hüküm sürmüş. Kavmiyetçiliğin taassubu hakkında ıstırabımız vardır. Kavmiyetçiliğin taassubu, afatı azimesi geçmiş ecdatlarımızın ruhlarını incitiyor. En büyük tehlikemiz budur. Siyasetin cazibesi, sefahatın afatı, cehaletin rezaletini Risale-i Nur kabul etmiyor. Bu dört şey tehlikelidir.”

 

AĞRILI NUSRET HOCA 

Nusret Hoca Atıf Ural’ı Anlatıyor

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )