Nurdan Haber

HAYAT AĞACIMIZDAN BİR YAPRAK DAHA DÜŞTÜ

HAYAT AĞACIMIZDAN BİR YAPRAK DAHA DÜŞTÜ
31 Aralık 2017 - 22:11

Ömrümüz su gibi akıyor, şimşek gibi çakıyor ve rüzgâr gibi geçiyor. Akrabalarımızdan, tanıdıklarımızdan ve dostlarımızdan bir kısmı birer birer ebedi âleme göç ediyor. Bizler de her an kabre girebilir, bu fani dünyaya veda edebiliriz.

Hayatımızdan bir yıl daha gitti, hayat ağacımızdan bir yaprak daha uçtu, ömür binamızdan bir taş daha düştü. Bir dahaki seneye, belki yarına hatta bir saniye sonrasına dahi çıkacağımıza bir garantimiz yoktur.

Ne zaman ve nerede geleceği belli olmayan ölümden ibret alabiliyor muyuz acaba?“Ölmeden evvel ölünüz” hadis-i şerifini hayatımıza ne kadar tatbik edebiliyoruz? Ölüme hazırlığımız var mı? Günahlarımızın ağır yükünden dolayı pişmanlık duyup, gözyaşı döküyor, tövbe ve istiğfar ediyor muyuz? Unutmayalım ki, yarın çok geç olabilir.

İnsan her zaman kendini hesaba çekmeli, hayrının mı yoksa günahlarının mı fazla olduğunu gözden geçirmeli ve ahret için ne hazırladığına bakmalıdır. Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun! Herkes yarın için önden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’tan korkun! Çünkü Allah ne yaparsanız hakkiyle haberdardır.” (Haşir Suresi 59/18)

Akıllı insan, bugünden yarınını, yazdan kışını, dünyada iken ahretini düşünmeli, akıbetinden endişe etmeli ve ona göre hazırlık yapmalıdır. Her insanın önünde; mevtin şiddeti, kabrin dehşeti, mahşerin azameti, mizanın ince hesabı ve sıratın vahşeti gibi çok zorlu imtihanlar ve çetin yollar var. Bu çetin yollarda perişan olmamamız ve yolculuğumuzu salimem tamamlamamız için çokça azık hazırlamamız lazım.

KENDİMİZİ HESABA ÇEKMELİYİZ

Akıllı insan ve şuurlu Müslüman, Allah’ın azabından korkar, heybesine hayırlı ameller koymaya gayret eder ve ölmeden önce kendisini hesaba çeker. Geliniz, giden bir yılımızın muhasebesini yapalım ve kendimizi hesaba çekelim. Ömür sermayemizden bir yıl daha geçti. Kabre bir adım daha yaklaştık. Elimizden uçup giden bu bir yılımızda Rabbimizin rızasını kazanacak ameller işleyebildik mi acaba? Artılarımız mı çok, yoksa eksilerimiz mi? Kârımız mı fazla, yoksa zararımız mı? Bir yıl süresince kaç kişinin kalbini kırdık acaba? Rabbimizin rızasını kazandıracak hayırlı işlerde yarışabildik mi? Bir yetimin başını okşadık mı? Darda kalmış birine yardım elini uzatabildik mi? Bir dertlinin derdine ortak olabildik mi? Kalbi kırık birini teselli ettik mi?

Ticaret erbabı olanlar yılsonunda hesaplarını gözden geçirir, gelir- giderlerini hesap eder, kâr ve zarar bançosu çıkarırlar. Kârlarının az olması hâlinde veya zarar etmeleri durumda çeşitli tedbirler alırlar. Aksi hâlde iflas kaçınılmaz olur.

Kâr eden firmalar: “Bu kazancımız bize yeter” demez, daha çok kazanmak için işlerini büyütür ve şubeler açarlar. İşlerini daha verimli bir şekilde yürütmek ve kârlarını artırmak için danışmanlar tutarlar.

Şirketlerin birleşmesinden holdingler oluşur. Şirketler ne kadar çok kâr ederse, holding de o derece büyür. Şirketler zarar ederse, holding küçülür, belki de iflas eder.

İnsan da bir holding gibidir. Akıl, kalp, hayal, hafıza gibi latifeler; el, göz, kulak ve dil gibi azalar o holdingin birer şirketi gibidirler. İnsan aklını marifete, kalbini muhabbete, gözünü ibrete, dilini zikre verir, her bir latifesini, her bir azasını yaratılış gayesine uygun kullanırsa, azim bir kâr eder ve külli bir ibadet etmiş olur. Eğer latifelerini ve azalarını Rabbinin rızası doğrultusunda ve yaratılış gayelerine uygun olarak kullanmaz; aklını hilede kullanır, hayalini faydasız şeylerde gezdirir, kalbini masivaya bağlar, hafızasına zararlı şeyler doldurursa, kulağı ile haram sesleri dinler, gözünü haram nazarlarda dolaştırır, dilini gıybet ve yalanda istimal ederse, duyguları ve azaları iflas eder ve holding batar.

ENDİŞEMİZ NE İÇİN?

Her insanın kendine göre endişeleri vardır. Bir çiftçi iyi bir mahsul alıp alamayacağını, talebe güzel bir okul kazanıp kazanamayacağını, esnaf işlerinin iyi gidip gitmeyeceğini endişe eder. Her ana ve baba evlatlarının istikbali için azami fedakârlık yapar, geleceklerinden endişe duyar.

Ahrete nispeten bir zindan hükmünde olan bu fani dünya için duyduğumuz endişenin binde birini ebedi hayatımız için de duyuyor ve akıbetimizden korkuyor muyuz acaba? Dünya işleri için gösterdiğimiz hassasiyeti, ebedi hayatımız için de gösteriyor muyuz? Dünya için taşıdığımız endişenin yüzde birini ukba için de taşıyor muyuz? Evlatlarımızın dünyaları için taşıdığımız endişeyi onların ebedi hayatları için de taşıyor muyuz? İmtihanı kazanmadıklarına üzüldüğümüz kadar, namaz kılmadıkları için de üzülüyor muyuz?

Önümüzde çok çetin, engebeli ve korkunç menziller var. Bunları selametle aşabilecek miyim? Emaneti hakiki sahibine iman ile teslim edebilecek miyim? Kabirde sual meleklerinin suallerine cevap verebilecek miyim? Amel defterimi sağ tarafımdan alabilecek miyim? Kabir azabının dehşetinden halas olabilecek miyim? Mizanda sevaplarım mı ağır gelecek yoksa günahlarım mı? Cehennem üzerine konulmuş, “Kıldan ince ve kılıçtan keskin” olan sırattan selametle geçip, Rabbimin rızasına mazhar olabilecek miyim?

İnsan önündeki bu çetin menzilleri düşünüp akıbetinden korkmalı, iman ile ölüp ölmeme tehlikesinden endişe edip titremelidir. Zira “İnsanın en mühim meselesi, cehennemden kurtulmaktır.” Her insan için en mühim iş; dünyadan iman ile göçmek, Rabbinin rızasını kazanmak ve ebedi saadete mazhar olmaktır. Unutmayalım ki nasıl yaşarsak öyle ölürüz. 

İnsanın Allah’tan korkması ve akıbetinden endişe etmesi aklın gereğidir. Allah korkusu insanı her türlü kötülükten ve günahlardan muhafaza eder; imanını tehlikelerden korur. Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Al-i İmran Suresi, 3/102)

Sahabe efendilerimiz, hatta cennetle müjdelenen aşere-i mübeşşire dahi akıbetlerinden endişe edip, Allah’a sığınmış ve niyazda bulunmuşlardır

Hesaba çekilmeden evvel, kendinizi hesaba çekiniz” buyuran Hz. Ömer Efendimiz (ra.), Kur’an okuduğu veya dinlediği zaman bazen bayılır ve saatlerce kendine gelemezmiş. Hâlbuki o, cennetle müjdelenen on kişiden biri idi. 

Kûfe’de dünyaya gelen ve Basra’da vefat eden, büyük müçtehit Süfyan-ı Servi Hazretleri (Hicri 97-161), ömrünün son zamanlarında sürekli ağlarmış. Talebeleri: “Efendim siz hep takva dairesinde yaşadınız. Buna rağmen sizi sürekli ağlatan bu hâl nedir?” diye sorunca, o büyük insan şu ibretli cevabı vermiş: “Benim ağlamam ve endişem, ölüm gediğini iman ile aşıp aşamayacağımdan dolayıdır.”

Cenab-ı Hak rıza çizgisinde ömür geçirmeyi, emanetini iman ile teslim etmeyi, cennete layık bir kıymet almayı ve ebedi saadete mazhar olmayı nasip eylesin inşallah.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )