Nurdan Haber

Memleket sevdalı bir eğitimci: Ahmet Tevfik İleri

Memleket sevdalı bir eğitimci: Ahmet Tevfik İleri
02 Kasım 2016 - 22:58

Ahmet Tevfik İleri, Türkçe’nin daha yaygın bir şekilde kullanılmasına öncülük eden memleket sevdalısı bir eğitimci…

1911 yılında Rize’nin Hemşin kasabasında, Hafız Celal Efendi ve Fatma Hanım’ın evladı olarak dünyaya gözlerini açan Tevfik İleri, ilk ve ortaöğrenimini İstanbul’da kaymakam olan dedesinin yanında tamamladı. Ortaokulunu bitirdikten sonra, İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girerek yüksekokul mühendisliğini bitirdi. Savaşların, yoksulluğun, milletin acılarını tadarak geçti çocukluğu. Tattığı her acıyla olgunlaştı ve memleket aşkının tohumlarını attı. Talebelik yıllarından itibaren hareketli bir hayat süren Tevfik İleri, öğrenci faaliyetleri içerisinde aktif olarak yer aldı.

Talebeliğinin son senesinde Milli Türk Talebe Birliği’nin başkanlığına seçildi. Gençliği peşinden sürükleyen bir yapısı vardı. Türkçe’nin daha yaygın bir şekilde kullanılması, yerli malına gerekli önemin verilmesi gibi gayelerle miting ve gösterilerin yapılmasına, İstiklâl Marşı çalınırken ayağa kalkılmasına öncülük etti. O zor dönemlerde büyük gruplar halinde 18 Mart günleri Çanakkale Şehitleri’nin anılması gibi gelenekler onun bu dönemdeki öncülüğünde başladı.

Bulgar gençleri tarafından Razgrad Türk Mezarlığı tahrip edilmiş, gençlik galeyana gelip, “Buradaki mezarlığa gidip biz de aynısını yapalım” diye toplanmıştı. Ancak İleri, gençlere hitap ederek “Bizim geleneklerimizde hürmet vardır, biz onların mezarlarına çiçek götüreceğiz” diyerek olaya sağduyuyla yaklaştı. Batıl inanç ve itikatlara karşı olduğu gibi, dindar insanlara karşı olan samimiyetini ve alakasını hiçbir zaman esirgemedi. İnsanların en temel hakkı olan inancını öğrenme ve yaşamasına karşı hep saygılı olunması gerektiğini savundu. İslamiyet’e yönelik haksız eleştirilere karşı çıktı.

MEMLEKETE HİZMETLE DOLU YILLAR

O ve arkadaşları vatan aşkıyla hep icracı görevler üstlendi. Adnan Menderes hükümetinin kabinesinde yer alarak memleketin birçok sorunu onun pes etmeyen azmiyle çözüme kavuştu. Birçok yol ve barajın temellerini atan, ismi bugün artık 15 Temmuz Şehitler Köprüsü olan Boğaziçi Köprüsü’nü yapım aşamasına kadar getiren, birçok üniversiteyi kuran da o oldu. Din derslerinin ilkokul müfredatına alınmasının, yirmi yıl aranın ardından imam-hatiplerin tekrar açılmasının altında hep onun imzası vardı. İleri, ayrıca anaokulları ve yatılı bölge okullarını açtı.

Cesur bir milli eğitimciydi, idealistti. Memleket aşkını hep hisseden, hissettiren bir kişilikti. Milliyetçiliği sözle değil, icraatla yaptı. Bakanlıkları döneminde gerçekleştirdiği icraatlarla din derslerini ilkokul programlarına soktu; din derslerinin okutulup okutulmama kararını velilerin seçimine bıraktı. Kapatılan İmam Hatip Liseleri’nin yirmi yıl sonra yeniden açılmasına öncülük etti. Ardından 20 Kasım 1959 yılında Yüksek İslam Enstitüsü’nün açılış töreninde yaptığı konuşmada dinin ilerlemeye engel teşkil ettiğini iddia edenlere cevap verdi ve bu iddianın milli tarihimizle çürütüldüğünü, Müslüman toplumların geri kalmışlığı konusunda da en mütekamil din olan İslamiyet’in hiçbir kusurunun olmadığını belirtti. Ona göre, İslamiyet’i medeniyete zıt göstermek en büyük haksızlıktı.

Milli Eğitim Bakanı İleri’ye; okullar açılmadan komünist fikirli hocaların hemen görevlerinden atılmaları tavsiye edilmişti. Buna karşılık Bakan, konunun hassasiyetine binaen çok dikkatli çalışılması, iyice tetkik edilmesi, haksız yere hiçbir hocanın itham edilmemesi gerektiği cevabını verdi. Parti toplantılarından birinde Trabzon ve Samsun’da bölge müdürlüklerinde bulunmuş birisinin CHP’li olmakla suçlanması üzerine İleri: “Beyefendi, şimdi aleyhinde konuştuğunuz zat benim mühendislik okulundan arkadaşım ve karakterini, ahlakını çok iyi tanıdığım mert ve bilgili bir insandır. CHP’ye mensup olabilir. Fakat, resmi hizmet ve vazifesinde taraf tutmaz. Doğruluktan şaşmaz, değerli bir vatan evladıdır. Rica ederim, bir daha benim yanımda onun aleyhinde konuşmanızı istemem” diyerek partiliye kızgınlığını belirtti.

KAPATILAN İMAM HATİPLERİN 20 YIL SONRA TEKRAR AÇILMASıNA ÖNCÜLÜK ETTİ

1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereğince “taşra medreseleri” kapatılmış, yerine 29 merkezde “imam hatip mektepleri” açılmıştı. Bu okullar dört yıllık ortaokul seviyesine denk tutulmuş, yeterli devlet desteği sağlanamadığından, altı yıl gibi süre içerisinde “öğrenci azlığı” gerekçesiyle 1930’da kapatılmıştı. Benzer şekilde Darü’lfünûn bünyesinde açılan İlahiyat Fakültesi de kapatılmıştı. Okulların kapatılması sonrasında Milli Eğitim Bakanlığı bünyesine başka bir okul açılmamıştı. 3 Ocak 1951’de dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri: “İmam Hatip Okullarının açılması zaruretine kaniyiz.

Çünkü Türk milletine hitap edecek, olgun, kültürlü hatip ve imamların yetişmesini arzu ediyoruz” sözleriyle İmam Hatip Okullarının açılacağının ilk sinyalini verdi. Bu süreç 10 Ekim 1951 İmam Hatip Okullarının (4+3) kurulması ile neticelendi. İlk İmam Hatip Okulları, 1951-1952 öğretim yılında, Özel Okullar Müdürlüğü’ne bağlı olarak, 13.10.1951 tarih ve 601 sayılı Müdürler Komisyonu kararı ile Ankara, İstanbul, Adana, Konya, Isparta, Kayseri, Maraş illerinde açıldı.

Bu okulların amacı dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri tarafından, “Medeniyet tasavvuru gelişmiş, vahyin aydınlığında, aklın ve bilimin öncülüğünde, hak ve hakikatin peşinden giden, insanlığa hizmet idealine sahip nesiller, müsbet, münevver din adamı yetiştirmek” olarak ilan edilmiştir. İmam Hatip Okullarının ve mezunlarının sayıca artmasıyla 1959 yılında Yüksek İslam Enstitüleri açıldı. İnsanların dinî bilgi edinmelerinin ya da eğitimli kişiler yoluyla, insanların dinî bilgiye kolay yoldan ulaşmalarının hukukî ve pratik zemini de hazırlandı.

İmam Hatip Liseleri, modern dönemin ürünü olduğu için amaç ve programları da çağın ihtiyaçları doğrultusunda belirlenmiştir. Nihayet, din eğitimi konusunda hayata geçirilecek uygulamaları tasarlamak üzere oluşturulan komisyon kararı ile “dini meselelerin sağlam ve ilmi esaslara göre incelenmesini mümkün kılmak, mesleki bilgisi kuvvetli ve düşünüşünde ihatalı din adamları yetişebilmesi için gerekli şartları hazırlamak” üzere 9 Mayıs 1949’da İlahiyat Fakültesi’nin açılması kararlaştırıldı ve aynı yıl ilkokulların 4. ve 5. sınıflarına isteğe bağlı din dersleri uygulamaya geçirildi.

Diyanet İşleri Reisliği, İlahiyat Fakültesi ve Milli Eğitim Bakanlığı görevlilerinden oluşan komisyonun hazırladığı tasarıya göre ortaokul mezunları imam hatip, lise mezunları ise vaiz, müftü ve öğretmen olabilecekti. 1951 yılında İmam Hatip Okulu’nun öğrencisi olan Mehmet Yahya Kutluoğlu şöyle anlatıyor: ‘‘Biz askerde olduğumuz dönemde, Milli Eğitim Bakanı Celal Yardımcı, Cumhurbaşkanı Bayar, tarafından bir görevle yurt dışına gönderildi. Tevfik İleri’ye de Milli Eğitim Bakanlığına vekâlet etme görevi verdiler.

Tevfik İleri’nin vekâlet ettiği dönemde yetki onda olduğu için Yüksek İslam Enstitülerini açılmasını onayladı. İmam Hatip Okulları ve Yüksek İslam Enstitülerinin açma şerefi Tevfik İleri’ye aittir. O olmasaydı her iki okulun da açılmasının mümkün olamayacağını düşünüyorum. Çünkü Cumhurbaşkanı Bayar ve Milli Eğitim Bakanı Yardımcı bu okulların açılmasından yana değildi. Tevfik İleri ve Celaleddin Ökten’in büyük gayretiyle hem İmam Hatip Okulları açıldı hem de Yüksek İslam Enstitüleri.’’

GAZETELERDE ALEYHİNDE HABER GÖREMEYİNCE…

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Köse, Tevfik İleri’yi yazısında şöyle anlatıyor: “Sabahleyin gazeteleri okurken, aleyhinde haber göremeyince eşi Vasfiye Hanım’a böyle seslenirmiş Tevfik İleri: ‘Demek ki, dün milletimiz için hayırlı bir iş yapmamışız Vasfiye Hanım!’ Menderes’in Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ydi o. 27 Mayıs sabahı darbecilere ilk meydan okuyan mebustu. Askerler Demokrat Partili mebusları Harp Okulu’na götürüp burası bombalanacak diye de şayia çıkarmışlar. Herkes paniklemiş. Ama o bir köşeye çekilip namaza durmuş. Bir albay gelip bağırmaya başlamış ‘Tevfik İleri nerede?’ diye. Hem kıyamda hem rükûda hem secdede tekmelemiş. Selam verince yakasına yapışıp ‘Ben senin belalınım, seni öldüreceğim’ demiş. Ama aynı sertlikle cevabını almış: ‘Asıl bela, kendisini bela olarak gönderenin kim olduğunu bilmemektir.” Türk Sanat Tarihi Enstitüsü’nü kuran da, Türk Kültür eserlerinin yayınını başlatan da oydu.

İmam Hatip okullarına kastı olanlardan hep saldırı bekledi. “Çok dikkatli olalım. Bu okulları doğmadan boğmak istiyorlar, mevcutları kapatmam için Türkiye’nin bütçesi kadar rüşvet teklif ediyorlar” deyip durdu.

VE YASSIADA… Seçimle yenmişlerdi milletin makus talihini. Hem de üç kez. Ama şalvarlı, çarıklı köylülerin Kızılay’da, Meclis’te dolaşmalarına, oradan ülkeye hükmetmelerine tahammül edemedi darbeciler. Halkın iradesini hiçe sayıp 27 Mayıs’ı bayram yapanlar birkaç saat sonra kapıyı çaldılar “Neden bayrak asmıyorsunuz?” diyerek. Kahredici bir soruydu bu, vatanın görüp göreceği en vatansever ev için. Evlendiği gün eşi Vasfiye Hanım’a “Önce vatanımızı, milletimizi seveceğiz, sonra birbirimizi” demişti. 18 Martlarda öğrencileri toplayıp ilk defa Çanakkale’ye götüren de oydu. 27 Mayıs 1960’ta yapılan darbenin ardından diğer arkadaşları gibi Yassıada Mahkemesi’nde yargılandı. Haksız ve desteksiz ithamlara karşı susmadı ancak susturuldu. Anayasayı ihlal etmek gibi suçlarla itham
edildi. Yassıada’dan ömür boyu hapis cezasıyla Kayseri bölge cezaevine gönderildi. Hastalığının ilerlemesi üzerine Ankara Hastanesi’ne kaldırıldı.

“MEMLEKETİN HUZURU BENİM ÖLÜMÜME BAĞLIYSA…”

Tevfik İleri 31 Aralık 1961 tarihinde vefat etti. Hemşin’de başlayan dünya sürgünü Ankara’da son buldu. Menderes’in idamına ancak 3 ay dayanabildi. 1961’in son günü yoldaşına kavuştu; “Menderessiz yeni bir yılı istemem” der gibi. Savunmasını, “Ölüm belki de kurtuluştur. Memleketin huzuru benim ölümüme ve hapishanelerde çürümeme bağlıysa kararınızı böyle verin. Memleketimin hayrı için buna da razıyım” sözleriyle bitirdi. 24 Eylül’de Kayseri Cezaevi’nden eşi ve çocuklarına elveda satırları yazarak sona yaklaşıldığını haber vermişti sanki: “Allah var. Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, biliyor… Gerisi laf u güzaf. Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Size mal mülk, servet bırakmadım. Ama şerefli, namuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim, siz de bununla iftihar edeceksiniz.” Acılarla, zulümlerle dolu bir hayattı onunkisi. Acılarını şikayete dönüştürmedi. Yaşadıklarını, yaşanacak bir kaderi olduğuna inandı. Allah’a dayandı, son mektuplarından birinde şöyle diyordu biricik Vasfiyesine: “…

Günlerden Çarşamba diyorlar. 27 Temmuz. Saat beş. Dünya İblis cenneti, ahiret İsmail teslimiyetidir. Rahat uyudum. 4:30’da uyandım. Vasfiyem de ve belki kızlarım da bu saatte uyanıktır. Ve Allah’a niyaz etmektedirler. Hemen kalktım abdest aldım, namazımı kıldım. Ve Allahımızın lütfu olan bu güzel ve alacakaranlık sabahta muazzez memleketimiz, yuvalarımız, çocuklarımız ve kendimiz için dua ve niyazda bulundum…” Sen bakandan öte vatan hizmetkârıydın bu ülkeye… Ruhun şad olsun Tevfik İleri.

Kaynak: Mustafa Canbey / Tohum Dergisi Güz 2016 Sayı 156

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )