Bizim köy, İç Anadolu’nun kuzeyinde; yeşilin her tonuyla yüzünüze gülen bir yurt parçasıdır. Ankara’dan çok, bulutlara yakın gibidir. Dağların başında kara bulutlar pek eksik olmaz. Yağmur damlalarının uyumlu şıpırtılarını tamamlayan gök gürültüleri, şimşek parıltıları size ayrı bir coğrafyada olduğunuzu hissettirir.
Bu toprakların insanları da farklıdırlar. Zengin değildirler. Ama hoşsohbettirler.
Dedem de köyün güzel insanlarındandı. “Kitapçı Kâzım” derlerdi ona. Kitabı, kâğıdı, kalemi çok sever; hatta onları mübarek kabul ederdi.
Nasılsa, o gün bir çam kütüğünün üstüne oturmuşum. Bizim oralarda bu kısa kesilmiş ağaçlar, genellikle oturmak, üstüne çay bardakları koymak için kullanılır. Ancak o basit oturaklardan elbisenize çam sakızı bulaşabilir. Bunun temizlenmesi de pek kolay olmaz. Bu sebeple altıma -kendinden çok çektiğim- bir fizik kitabı koymuştum.
Dedem, beni yumuşak bir üslupla uyardı:
– Bak oğlum, kitabın üstüne oturulmaz!
– Dedeciğim, bu kutsal bir kitap değil ki… Fizik kitabı…
Dedem, ömrüm oldukça unutmayacağım sözünü söyledi:
– Oğlum, bütün mübarek kitaplar kâğıda yazılmıyor mu? Üstüne oturduğun kitap da kâğıda yazılmamış mı? O halde bu davranışın hoş değil. Hem de kitaba saygılı olmayanlar bilgi sahibi olamazlar!
Dedem sık sık hastalanırdı. Yine bir ara yatağa düştü. Köylüler, komşular geçmiş olsun ziyaretine geldiler grup grup.
Köyümüzün Gazi Amca’sı da komşuluk görevini yapmak için bizdeydi.
Gazi Amca, iyi tırpan kullanması ve nüktedanlığıyla tanınırdı.
Dedem, gelip gidenin pek farkında değildi. Ziyaretçi amcamız, dedemin başucunda birazcık oturdu. Ancak fazla beklemedi. Yüzünde hasta ziyaret edenlere has bir mutluluk tebessümüyle çıkıp gitti.
Gazi Amca’nın komşuları sormuşlar:
– Kâzım dede nasıl?
– Komşular, demiş Gazi Amca. Kitapçı Kâzım’ın yolculuk hazırlıkları tamam. Pasaportunun imzadan çıkması yakın.
Ertesi gün, minareden köy hocasının salâ sesi yükselir. Son günlerin ağır hastası olarak dedemi bilen köy halkı, ona karşı son görevlerini yapmak için bizim eve yönelirler.
Ancak hocanın anonsu kalabalığın yönünü değiştirmesine neden olur.
Açıkçası Gazi Amca’mız ölmüştür.
O anda istemeyerek de olsa dudaklarımdan şu sözler döküldü:
– Hey gidi Gazi Amca, hey! Senin pasaport daha önce hazırlanmış. Bunu neden düşünemedin?
Rahmetli dedem, belki on yıl daha yaşadı.
Öbür dünyada buluşup şakalaşabilirler mi? Onu bilemiyoruz.
Söyleyenler ne güzel söylemiş:
“Yatan değil, ömrü yeten gidermiş…”