Nurdan Haber

Ruh, Kalp ve Zihin -1

Ruh, Kalp ve Zihin -1
16 Şubat 2018 - 18:57

1 RUHUN VARLIĞI VE MADDE-DIŞI OLMASI

Görünen evren yani bildiğimiz fizik âleminde, varlıkları gözlemlerle veya ölçümlerle tespit edilebilen şeylere maddî veya fiziksel varlıklar (physical beings), bunların dışındaki her şeye de madde-dışı veya daha doğru bir ifadeyle fizik-ötesi varlıklar (meta-physical beings) denir.

Atomlardan yani elektron, proton ve nötronlardan oluşan maddî varlıklar kesiftir ve uzayda yer kaplarlar – hava, elma ve insan bedeni gibi. Maddesi olmayan ve enerjiden oluşan varlıklar ise yarı-latif veya yarı-nuranidir ve uzayda yer kaplamazlar – ses, ışık ve elektromanyetik dalgalar gibi. Örneğin lamba maddî bir varlıktır ve lambanın kapladığı alana başka bir cisim konamaz. Ancak lambadan çıkan ışık, odada her yerde var olmasına rağmen hiçbir yer kaplamaz ve ışık ile dolu olan bir yere başka şeyler yerleştirilebilir. Hatta odanın her noktasında aynı anda binlerce cep telefonu sinyali, uydu TV ve internet yayını birlikte vardırlar ve yer tutma konusunda bir kargaşa yaşanmamaktadır. Elektromanyetik cep telefonu dalgaları (Sani-i Hakimin bir kanunu ile..) telefonun kulaklığında ses dalgalarına, onlar da nihayetinde ısı enerjisine dönüştürülmektedir. Isı enerjisi de elektromanyetik dalgalar olarak uzaya atılmaktadır (aksi takdirde dünya giderek ısınacak ve yeryüzü kısa bir sürede yaşanmaz bir hale gelecekti).

Maddesi olmasa da yarı-nurani olarak vasıflandırılan ve enerjinin korunumu kanununa tabi olan enerji fiziksel bir olgudur ve varlığı, miktarı ve şiddeti aletlerle ölçülebilir. Ruh, akıl ve vicdan (ve hatta adalet, sevgi, şefkat ve güzellik) gibi fizik-ötesi yani tam nurani şeyler ise bazılarının zannettiği gibi bir çeşit ‘enerji’ değildir ve fiziksel bir varlıkları yoktur. O yüzden, varlıklarının, enerji uzmanı doğa bilimciler tarafından gözlemlere veya ölçümlere dayalı olarak belirlenmesi ve teyit edilmesi söz konusu değildir. Bu konuda doğa bilimcilerin söyleyebileceği tek şey ‘fizik âleminde böyle şeyler gözlemlenmemiştir’ – ki doğru bir ifadedir.

Ruh enerji değildir; hele madde hiç değildir.

‘İnsan ölünce ağırlığı şu kadar gram azalmaktadır ve bu da ruhun varlığını gösterir’ gibi ifadeler safsatadır. Ruh gibi maddeye nüfuz eden şeylerin varlığı muhakeme yoluyla çıkarım ve vicdani kanaat ile bilinir. Ve maddî olmadıkları için, madde-dışı yani nuranidirler ve dolayısı ile doğaları gereği zaman ve mekân üstüdürler.

Ölmüş bir insan bedeninin canlısıyla aynı maddi organlara sahip olmakla beraber hayat, görme, işitme ve bilinç gibi özelliklerinin olmadığı kolaylıkla gözlemlenebilir. Yeni ölmüş bir insanın cesediyle az önceki canlı bedeni arasında madde olarak hiçbir fark olmadığına göre, canlı bir insan ile ölü cesedi arasındaki her farkın madde-dışı yani mana olması mantık gereğidir. O zaman akla uygun ve mantıken tutarlı bir yaklaşım, insana ‘İnsan = Beden + Ruh’ olarak bakmak ve ruhu da ‘canlı bir insanda olup da ölü cesette olmayan her özellik’ olarak tanımlamaktır. Yani ruh, maddî beden veya ceset dışındaki her şeydir.

Görünen fizik âleminin parçası olmayan bir şey evrendeki fizik kanunlarına tabi olmayacağına göre, ruhun zaman veya mekân kısıtı olamaz. Yani ruh, zaman ve mekân üstü ve dolayısı ile ölümsüzdür.

Ruhun bu özelliğinden dolayı, insan hayalen geçmişe gidip güzel bir anısını zevkli bir şekilde tekrar yaşayabilir veya geleceğe gidip onu bugünden şekillendirebilir. Uyku esnasında fizik alemini algılama mekanizmaları olan beş duyu devre dışı iken, fizik-ötesi rüya aleminde zaman ve mekân kısıtları olmadan en lezzetli yemekleri yiyebilir ve en güzel manzaraları seyredebilir.

Aslında maddî olmadığı halde, madde üzerindeki etkilerinden hareketle, tüm maddeye nüfuz eden ve ona tam hükmeden yerçekimi gibi fizik kanunlarını kabulde zorlanmayan ve hatta bunu bir bilimsel zorunluluk olarak gören doğa bilimcilerin, bir madde külçesinden ibaret olan insan bedenine nüfuz eden ve ona tam hükmeden çok boyutlu bir kanunlar yumağı olan ruhun varlığını da kabulde hiç zorlanmamaları gerekir.

İnandıkları materyalist dünya görüşünün bir gereği olarak, gözlemlenen fizik âlemi ile sınırladıkları varlık anlayışları yüzünden madde-dışı bir ruhun varlığını bilimsel kimliklerine yakıştıramayan kişiler, aslında hiç farkında olmadan kör, sağır, dilsiz, akılsız, ilimsiz, şuursuz, gayesiz olan atom ve moleküllere, dâhilerde bile olmayan harika vasıflar vermek çelişkisine düşmektedirler.

Elmastaki büyüleyici rengârenk pırıltıları, elmasın kendisi dışında bir ışık âleminin varlığını kabul etmeden izah etmeye çalışan kişinin işi gerçekten zordur – ruhun varlığını kabul etmeden, büyük çoğunluğu su moleküllerinden oluşan beynin harikalığını anlamaya çalışmanın zorluğu gibi veya uzaktan kumanda ile uçurulan bir uçağın sevk ve idaresini pilot kabinindeki gösterge ışıklarının yanıp sönmesiyle izah etmeye çalışmanın çıkmazlığı gibi.

İnsan bedeninin bir ‘bir’ olarak tam bir koordinasyon içinde hareket etmesi, ruhun da bir ‘bir’ olmasını ve tek bir merkezden sevk ve idare edilmesini gerektirir. İnsan, vicdanen varlığındaki birliği ve bütünlüğü hisseder. Hatta madde-dışı olan ve bedene nüfuz eden o ‘bir’dir ki bedendeki 37 trilyon bağımsız hücrenin, hepsi birbirinden haberdar tek bir ‘bir’ gibi davranmasını sağlar. Yine ondandır ki insan ölüp birliği sağlayan o ‘bir’ gidince, beden dağılır.

O ‘bir’e verilen isim de farklı dillerde farklı kelimelerle ifade edilse de tüm dünyada ‘ruh’tur. Aynı kişinin baba, koca, öğretmen, başkan, katil gibi birçok farklı kimliği olabilir. Ancak kişinin ülkesinde tek bir resmi ismi ve vatandaşlık numarası vardır; farklı kişilere göre olan farklı kimlikler sadece vasıflardır.

İçten gelen bir sezgi ile teyit edildiği gibi, ruh bölünmez basit bir ‘bir’dir. Hatta bedene nüfuz eden ruhun birliğidir ki bedeni bir ‘bir’ olarak bir arada tutar.

Ruh fizik-dışı olduğundan, zaman ve mekân kısıtlarına tabi değildir ve doğası icabı ölümsüz olmalıdır. O yüzden ölüm, ruhun ceset kafesinden çıkıp başka bir yere gitmesinden ibaret olmalıdır.

Madde âleminden olan beden, parçalarının toplamından ibarettir (beden = kol + bacak + mide + beyin + …). Bu, maddenin korunumu kanununun da bir gereğidir.

Ruh ise madde-dışı yani nurani olduğu için maddî bir sınır veya kaplanan bir mekân söz konusu değildir. Fizik âleminden olmayan bir şeyin fizik kanunlarına tabiiyeti de söz konusu olamaz. Dolayısı ile ruhun her bir kısmı, bütünün farklı yansımalarından ibarettir ve bütün ile aynıdır. Beden-dışı diğer şeyler (akıl, kalp, vicdan, nefis, hayat, bilinç, his, …) ruhun değişik yönleri yani yüzleridir. Söz konusu o yüz olunca, bazen ön plana çıkarmak için ‘ruh’ yerine o yüzün ismi kullanılır. Örneğin ‘nefis’ kelimesi ruhun beden yani maddeyle ilgili zevk, his ve heveslere yönelik yüzünü ifade etmesine rağmen, çok defa ‘ruh’ veya insan yerine kullanılır. Yani bir bakıma, ruh = kalp = nefis = akıl = vicdan = his = … vs. Fark, öne çıkan yüzde yani yansımalardadır. Madde-dışı şeylerde ‘parça’ diye bir şey söz konusu değildir. Başkasına kan veren kişideki kan miktarı azalır ama sevgi veya şefkat veren kişinin sevgi veya şefkatinde bir azalma söz konusu değildir.  

Tüm maddeye nüfuz eden fizik kanunlarının menşei evrensel bir iradedir ve bu kanunlar hükümlerini ‘kuvvet’ ile icra ederler – yerçekimi kuvvetinin dayanağının yerçekimi kanunu olması gibi. Bir şekilde materyalist ideoloji ile özdeşleştirilen fen bilimleri madde-dışı bir şeyi kabul etmediği için yerçekimi kanunu ve yerçekimi kuvveti dâhil her şeyi hâlâ maddede aramakta ve çıkmaza düşmektedir.

Madde-dışı olup maddede tezahür eden ve maddeye nüfuz eden her şey, eğer ferdiyeti yani kendine has bir kimliği var ise, ruhtur. O yüzden atomun da o atoma karakterini veren ve fiziki varlığına nüfuz eden genel anlamda bir ruhu vardır.

İç içe girmiş birkaç doğa kanun ve prensibinden ibaret olan bu ruh, hayat, akıl, irade ve duygularla donanımlı karmaşık insan ruhuna kıyasla çok basittir. İrade sıfatından gelen ve hükümlerini tüm madde âleminde icra eden, ancak gözle görülür elle tutulur bir varlığı olmayan, yerçekimi gibi fıtri kanunların sabitliği, değişmezliği ve daimiliği, yine aynı sıfattan gelen ve tüm bedene hükmeden çok daha donanımlı ruhun da daimiliğine bir delildir.

Canlı bakterilerden cansız firmalara, bir bütün olarak hareket eden bir organizma veya kurumun birliğini ve kimliğini temsil eden ve o birlik adına muhatap olunan bir makam vardır.  Bu makam firmalarda CEO tarafından temsil edilen ‘üst yönetim’ ve onun organlarıdır. Kurum adına yazışmalar üst yönetime gelir ve üst yönetimden çıkar. Alt birimlerden gelen talepler üst yönetim tarafından değerlendirilir ve gereği yapılır. Üst yönetim tarafından verilen görevler da alt birimler tarafından yerine getirilir. Elektrik, su, doğalgaz ve internet hatları da tek bir noktadan firmaya bağlanır, oradan da iç bağlantılarla tüm birimlere dağıtılır. Her canlıda da canlının birliğini ve benliğini temsil eden ve muhatap olunan bir makam olmalıdır. Bedende böyle bir makam olmadığına (ve olamayacağına) göre, bu makam madde-dışı olmalıdır ve ruhta bulunmalıdır. Bu üst düzey yönetim makamında oturan ‘ene’ veya ‘ben,’ o canlının CEO’su gibi görev yapar ve yetkiler kullanır. Bedenin organlarını ve ruhun unsurlarını yönetir. Ancak o ‘ben’in gerçek bir varlığı yoktur; olsa olsa evrensel vücut, karakter, hayat, irade, bilinç ve sevgi gibi vasıfları modem gibi alıp yansıtan bir manevi ayna veya santraldır. Tasavvufta bu manevi ayna veya santrala, yaratıcı ile olan bağlantı merkezini temsil manasında latife-i rabbaniye denir. Bu santralda ukde-i hayatiye denen hayat düğümü gibi merkezler de bulunur.

Ruhla ilgili soyut kavramların anlaşılması, bugünkü internet ağı ve bulut işletim sistemleri ile daha kolay hale gelmiştir. Örneğin bu yazı bilgisayarda Windows platformu altında çalışan WORD programı ile yazılmaktadır. Tuşa basmak gibi dış etkilerle oluşturulan tüm sinyaller WORD programının yüklü olduğu hafızadaki kural ve komutlar doğrultusunda işlemcide işlenmekte ve çıktılar ekrana yansıtılmaktadır. Hızlı, ucuz ve güvenilir internet bağlantılarının olduğu yerlerde artık bu tür programların bilgisayara yüklenmesine de gerek yoktur. İnternete bağlanarak, bulut sistemindeki bir WORD programı ile aynı şeyler yapılabilir. Bu durumda bilgisayarda bulut sistemi ile modem üzerinden haberleşecek bir alıcı-verici merkezine, yani bulut sisteminin bilgisayarda işlevsel olduğu bir platforma ihtiyaç vardır.

Bilişim ve iletişim teknolojilerinden ve bilhassa bulut sistemlerinden pek haberi olmayan bir kişi, bilgisayarda WORD programı yüklü olmadan WORD’ün bütün işlemlerini yapıyor olmasına akıl erdiremeyecektir – bizim beyindeki görme merkezi denen ve silikon atomları yerine çoğunlukla su moleküllerinden oluşan atom yumağına gelen bir elektrik sinyalinin imaj haline gelivermesini bir türlü anlayamadığımız gibi (Beyine bu yüzden hâlâ hayret ve acizlik içinde sırları çözülemeyen gizemli bir organ olarak bakılmaktadır). İnternet ve bulut işletim sistemlerinin varlığı inkâr edildiği sürece nasıl yazılımsız bir bilgisayarın yazılım gerektiren işleri yapması anlaşılamazsa, madde-dışı âlemlerin ve madde-mana etkileşimlerinin varlığı inkâr edildiği sürece de varlık âlemi ve bilhassa insanın işlevselliği anlaşılamaz.

Bir şeyin yoktan var olması için ilim, irade ve kudret gerekir. Bu da ilim sahibi, tercih kullanıcı ve güç sahibi bir sanatkarı gerektirir.

Cep telefonu yapmaya yetecek tüm parçalardan oluşan bir malzeme yığını, cep telefonu ile aynı şey değildir. Telefonun var olması yani vücut bulup varlık âlemine gelmesi için, önce o telefonun tüm detaylarıyla bir tasarımı yani ilmi bir varlığı olması gerekir. Bu da sayısız ihtimaller arasından, hassas ölçü, şekil ve hesaplarla, kullanıcıyı ve verici istasyonlarını da dikkate alarak, bilerek ve özenerek yapılmış bir cep telefonu tasarımı tercihini gösterir. Yani cep telefonu, fizik âleminde vücut bulmadan önce, bir yapımcının ilminde ve zihninde var olmalıdır. Sonra onu fiziki olarak var etmenin irade edilmesi, yani yapma kararının verilmesi gerekir. Daha sonra da bu iradenin hayata geçirilmesi lazımdır ki bu da işgücü kullanmayı gerektirir. Parça yığınından farklı olarak, cep telefonun, telefona manevi bir kalıp oluşturan ve tüm parçalarının içine yerleşecekleri yuvalarını ve telefonun şeklini içeren ve ona bir kimlik kazandıran bir dış gerçekliği vardır.

Cep telefonu veya başka bir elektronik aletin parçalarının bir düzen içinde yerli yerine konması ve birbirine bağlanarak bütün ‘bir’ haline getirilmesi ile telefonun cesedi veya donanımı (hardware) ortaya çıkar. Bu cesede işlevlik kazandıran ise, komutlar silsilesinden oluşan ve adeta telefonun tüm parçalarına hükmeden bir ruhu andıran sürücüsü yani yazılımıdır (software).

Elektronik aletlere benzer şekilde, yüzlerce farklı organdan oluşan ancak bir bütün olarak bir araya konmuş olan beden nasıl ‘bir’ ise, insanın bedene hangi durumlarda nasıl davranacağına tam hükmeden emirlerden oluşan madde-dışı varlığı için de bir ‘bir’in olması gerekir ki o ‘bir’ de ruhtur.

 

Bir sonraki yazımız: RUHUN BİRLİĞİ VE BEDENE İŞLEMESİ

Yunus Çengel

Nevada Üniversitesi, Reno (ABD)

2017

• Önceki Bölüm için tıklayınız… • Sonraki Bölüm için tıklayınız…

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )