Nurdan Haber

Kürtçülük Hareketleri

Kürtçülük Hareketleri
20 Şubat 2018 - 7:00

KÜRD’ÇÜLÜĞÜN BAŞLANGICI

Kürd ve Arap milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği arasında yapısal farklar vardır. Kürd ve Arap milliyetçiliğinin altında aşiretçilik, kabilecilikten kaynaklanan kuvvetli “biz” anlayışı vardır. Bu anlayış esasında, ilk anda Kürdçülük ekseninde değil, en altta “hane” en yukarıda “aşiret” olmak üzere ortaya çıkar. Feodal Kürdler olabildiğince, diğer aşiretlere karışmamak hatta aşiret içinde olsa dahi diğer sülalere karışmamak eğilimindedirler. Bu eğilim sayesinde yerleştikleri topraklarda asimile olmamışlardır. Bu “biz”cilik anlayışının milliyetçiliğe dönüşmesi ise 20. yy’a denk gelir. 21. yy ise Kürdçülüğün doruklara çıktığı dönemdir.

Türkiye’de birçok kesim Şeyh Said İsyanı’nı Kürdçülükten kaynaklandığını ileri sürer, halbuki bu doğru değil. Önce hadisenin mahiyetine bakalım.

13 Şubat 1925’te jandarma kışkırtması ile patlak veren isyana adını veren varlıklı ve eğitimli Nakşibendi Şeyhi Said efendi, Hilafetin kaldırılmasına tepki gösteriyor, II. Abdülhamid’in en büyük oğlu olan ve o sıralar Beyrut’ta yaşayan Mehmed Selim Efendi’yi başa geçirerek Saltanat ve Hilafet’i yeniden kurmak istediğini söylüyordu. Fakat Kürtçüler ve Türkçüler ısrarla isyanın arkasında Azadi diye bir örgü olduğunu söylerler. Türkçüler Şeyh Said hareketini dinden koparıp dini meşruiyetini örtmeye, Kürtçüler ise İslami yönünü örtüp kendi milliyetçiliklerine meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar. Azadi denilen hayali örgüt hakkında şu kadarını söyleyebilirim; 1990 lı yıllara kadar hiç duymadım, duyduktan sonra yaptığım bütün araştırmalarda ise varlığını gösterir bir belge veya mahkeme evrakına rastlamadım.

Hükumet işin mahiyetini gayet iyi biliyordu, Bakanlar Kurulunun 3 Mayıs 1341/1925 tarihli kararnamesinde olayın ırksal bir boyutu olmadığını “irticai” bir ayaklanma olduğunu açıkça belirtiyordu.

Resmi tarihin daha sonraki yıllarda olaya kattığı ikinci iddia ise, bu ‘irticai’ kalkışmanın iç dinamiklerle değil dış ‘mihraklarla’ ilişkisi olduğudur. Önce, İsmet İnönü’yü dinleyelim: “Şeyh Said İsyanını doğrudan doğruya İngilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı hakkında deliller bulunamamıştır. Fakat, bundan şüphe edilmiş ve gerekli tahkikat yapılmıştır.…” (İnönü, Hatıralar, Cilt I, I, s. 202)

Metin Toker, Şeyh Said ve İsyanı adlı kitabında İstanbul Emniyeti’nin, Nizamettin Bey adlı bir zabıta görevlisine İngiltere Hariciye Nezareti” görevlisi Mr. Templeton süsü vererek, 1924’ten 1925 Mart ayına kadar Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanı Seyit Abdülkadir’in yakını Palulu ‘Kör’ Said’le defalarca görüştürdükleri, ancak Seyit Abdülkadir Bey’in, Mr. Templeton’un getirdiği 80 bin liralık şahsi çeki kabul etmediği, ayrıca önceden kararlaştırılan anlaşma metnini imzalamadığını anlatır. (s. 131)

Vesselam İsyan dini sebeplerle çıkmış, lakin sınırlı ve etkisiz olmuş. Hiçbir Hamidiye Alayı isyana katılmamış, üstelik Alevi Kürd’lerin, Xromek (Hormek) aşireti hükümet kuvvetleriyle birlikte, Şeyh Said kuvvetlerine karşı fiilen çatışmalara katılmış. Yani hiçbir şekilde ulusalcı bir yöne sahip değildi.

İsyanın ardından ilan edilen 1925 Şark Islahat Planı uyarınca Cemilpaşazadeler, Bedirhaniler gibi beyaz Kürd’ler ve bütün aşiret reisleri ayrıca Bediüzzaman Saidi Nursi, Küfreviler, Arvasiler gibi Alimler ve Şeyhler sürgüne gönderildi. 1927’de ‘Bazı Şahısların Şark Mıntıkalarından Garp Vilayetlerine Nakline Dair Kanun’la sürgünün çapı daha da genişletildi. Aynı yıl, Bedirhan Bey ve Cemil Paşa’nın çocukları, Ermeni Taşnak Komitesi’nin üyeleri ile bazı aşiret reisleri gibi karışık bir grup, Lübnan’da Xoybun (Hoybun) adlı bir örgüt kurdular. Kürd’çüler Xoybun’nun anlamı konusunda hiçbir zaman anlaşamadılar. Bazıları “Bağımsızlık” derken bazıları “Birlik” diye tarif ediyor. Fakat şurası bir gerçek ki “Hayebun” Ermenicede vatan anlamına geliyor.

Böylece bir zamanlar fail ve mağdur olarak karşı karşıya gelen Kürd aristokratlarının ve Ermenilerin zoraki evliliği ortaya çıktı. Xoybun (Hoybun) 1926 yılında muhtelif sebeplerle Celali aşiretinin bazı kabilelerinin ve çeşitli adli vakalardan aranan bazı kişilerin, Ağrı Dağı’na sığınmasıyla başlayan olaylara damgasını vuracaktı. Çeşitli dönemlerde İran, Irak ve Suriye’ye kaçmış olan Kürt aristokratları, aşiret beyleri Ağrı’ya gelmişler, eski bir Osmanlı subayı olan İhsan Nuri’nin yönetiminde dağda ‘Ağrı Cumhuriyeti’ diye bir yönetim kurup, Milletler Cemiyeti’ne bile başvurmuşlardı. Cumhuriyetin yeşil, sarı kırmızı bantların üstünde Ağrı Dağı motifli bir bayrağı bile vardı. (Naci Kutlay, “Cumhuriyet ve Kürtler”, Toplumsal Tarih, S. 160, Nisan 2007, s. 27-28)

Aynı dönemde Ardeşir Muradyan’ın öncülüğünde 6 kişilik Taşnak militanı da Ağrı’ya gelmişti. İhsan Nuri, muhtemelen Sovyetlerle yaptığı anlaşma neticesinde bu 6 kişiyi bir tuzak sonunda Sovyetlere teslim etti. Bir de Celali aşiretinin daha önce Çarlık Rusyasında Millet Vekilliği yapmış olan ağaları, Ali’yé Mirza (Mirza oğlu Ali) isyana katılmadığı gibi bunun yanlış olduğunu ve halkın mahvolmasına sebep olacağını söylediği halde, aşireti, Şeyhleri Abdulkadir’in peşinden giderek isyana katılmış. Ali bey de ailesini alıp Iğdır merkeze yerleşmiş. Maalesef Ali bey haklı çıktı.

Operasyonu 16 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinden okuyalım: “Ağrı Dağı tepelerinde kovuklara iltica eden 1500 kadar şaki kalmıştır. Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türkün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkıyaya iltica eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan harekatında imha edilenlerin sayısı 15 bin kadardır. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur. (Gerçek’te silahlı isyancı sayısı hiçbir zaman 1500 kişiyi geçmemiştir.) Bu hafta içinde Ağrı Dağı tenkil harekatına başlanacaktır. Kumandan Salih Paşa bizzat Ağrı’da tarama harekatına başlayacaktır. Bundan kurtulma imkanı tasavvur edilemez.”

Zilan Deresi cesetlerle dolunca kendisi de Kürt asıllı olan İsmet Paşa noktayı koydu: “Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur” (Milliyet, 31 Ağustos 1930)

Bu tarihten sonra en büyüğü Alevi Kürd’lerin yaşadığı Dersim bölgesinde (1937-1939) olmak üzere birçok ayaklanma oldu. Fakat çok partili sisteme geçildikten sonra Adnan Menderes’in daha önce çeşitli şekillerde hırpalanmış ve devlete küsmüş birçok aşiret reisi ve Şeyh’in çocuklarını Milletvekili yapmasıyla yeniden bir bahar havası esti ve devletle barışmaya başladılar. Maalesef 27 Mayıs darbesini yapanlar hiçbir gerekçe göstermeden 1 Haziran 1960’ta bölgelerinde etkili olan aşiret reislerinden, şeyhlerinden ve Kürdçü olduğundan şüphelenilen 485 kişinin Sivas-Kabakyazı’da açık arazide kurulan bir kampa kapattı. Sivas Kampı sakinlerinden 55 kişiyi Aralık ayında, Antalya, İzmir, Burdur, Muğla, Afyon, Isparta, Manisa, Çorum ve Denizli’de zorunlu ikamete tabi tutuldular. Bilahare işlemedikleri suçlardan affedilip evlerine dönmelerine izin verildi.

Gelecek makalemiz Kürdçülüğün Sosyalistliğe evrilmesini işleyeceğiz. İnşaallah,

Selametle kalın.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )