“Üstadın dut kabı”
Yine bir gün bir kaç arkadaşla beraber Van’ın çarşısında dolaşıyorduk. Yolda taze dut satan bir adama rastladık. Üstad Bediüzzaman, bana hitaben dedi: ‘Abdülmecid bu adamdan bize biraz dut al.’
Ben de dut almaya gittim. Adam dutu tartarak verecekti. Benden dutu koymak için kap istedi. Ben de ‘Kabım yok ki’ dedim. Üstada gittim, Üstad bana, ‘Sen dutu getir, benim kabım var’ dedi. Ben de adamın terazi kefesiyle dutu Üstada getirdim. Üstad gömleğini sol kolunun ağzını iyice açtı, ‘Dutu iyice buraya dök’ dedi. Ben de dediğini yaptım. Üstad, dutu hem kendisi yemeye başladı, hem de bizlere dağıtmaya başlamıştı.
“Abdülmecid benim ihlasımı bozma”
Bir gün Üstad Konya’ya gelmişti. Mevlana Camiine gelince bana, ‘Abdülmecid öyle acıkmışım ki… Ben ziyaretten çıkıncaya kadar bir çorba getirir misin?’ dedi.
Hemen eve gittim. Hazır bulunan bir tas mercimek çorbasını alıp getirdim.Mevlana Camiinin kapısında kendisine ikram ettim. Çorbayı içtikten sonra yeleğinincebinden iki kuruş çıkarıp bana uzattı. Ben, ‘Çorbayı para mukabili olarak mı getirdim?’ deyince bana şöyle dedi:
Abdülmecid al hakkını, bu senin hakkındır. Benim ihlasımı bozma!’
“Üstadın mezarının nakli”
Ben Üstad Bediüzzaman’ın vefatından sonra yine Konya’ya gitmiştim. Abdülmecid Efendi bir esnafın dükkanında oturuyordu. İçeri girip selâm verdim. Biraz oturduktan sonra, beraberce dışarıya çıktık. Sohbet ederken Üstadın kabrinin nakliye alakalı olarak bir mesele sordum. Hadiseyi bana şöyle anlattı:
Bir gün kapımı çaldılar ve beni alıp karakola götürdüler. Beni götüren bir binbaşıydı. ‘Sizinle biraz işimiz var’ dedi. Bana bir yere kadar gidip geleceğimizi söyledi. Yanında iki asker daha vardı. Daha sonra hava alanına, oradan da beni Urfa’ya götürdüler. Üstadın kabrinin başına gelmiştik. Kabrin başında kalabalık askerler vardı. Üstadın tabutunu kabirden çıkarmışlardı. Tabutu açıp, Üstadı bana gösterdiler. Ben ağabeyim ve Üstadım olduğunu söyledim. Sonra tabutla beraber beni de alıp, tekrar hava alanına getirdiler. Sonra da önceden hazırladıkları bir başka şehirde, bir başka mezara Üstadı defnettiler.
‘Abdülmecid Efendiyle sohbet ederken, yanımızda Konyalı Halıcı Sabri Efendi de vardı. Halıcı Sabri Efendi bana dönerek, ‘Üstadı defnettikleri yer Isparta’dır. Hocam bu yeri söylemekten korkuyor’ deyince Abdülmecid Efendi öfkeyle dönerek:
Hayır korkmuyorum. Ben bu kadarını biliyorum. Tahminime göre gömdükleri yer Isparta’ydı’ demişti. Bu kısa hatıralarımla 1965 senesinde Üstad Bediüzzaman’la alakalı olarak gördüğüm şu rüyamı da anlatayım:
“Bir hastalığa yakalanmıştım. Ne kadar doktorlara gittimse de, bir şifa bulamadım. Ankara’da bir otelde yatıyordum. O gece rüyamda Üstad Bediüzzaman’ı gördüm. Benim olduğumu yere teşrif etmişlerdi. Bir masanın yanında bana doğru dönüp şöyle söylediler: ‘Cesette bir şey yoktur. Cesedi cesed yapan ruhtur.’ Bu rüyadan sonra sabahleyin kalktım, Yüksek İhtisas Hastanesine gittim. Zaten oraya yirmi günden beri hep gidip geliyordum. Muayene için yine gittim. Muayene neticesinde doktorlar bana dediler ki: ‘Kardeşim senin hastalığın ruh hastalığıdır. Ruh hastalığında, şifayı Allah’tan başka kimse bilemez. Görevinizin başına gidiniz’ dediler. Mesele burada bitmiştir. Mucibince amel oluna.”
(Son şahitler adlı eserin, dördüncü cildinden derlenmiştir…)