Nurdan Haber

Kim Olduğunun Farkında mısın?

Kim Olduğunun Farkında mısın?
04 Haziran 2018 - 0:06

Nurdanhaber – Yüksel UCA

“Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen

  Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”

İnsan Cenab-ı Hakk’ın en büyük eseri, en mükemmel nakşı, kâinatın özü ve dünyanın süsüdür. Saray padişahla şereflendiği gibi, dünya da insan ile şereflenmiş, ebedi olan cennet de onun için yaratılmıştır.

Cenab-ı Hak, insanı mahlûkatın en şereflisi, kâinat ağacının en son ve en cem’iyetli meyvesi” olarak yaratmış, yeryüzünün halifesi seçmiş, külli bir kabiliyet ihsan etmiş, esma-i İlahiyenin en geniş aynası yapmış, akıl, şuur, vicdan, hafıza, hayal ve kalp gibi latifelerle, muhabbet, korku ve endişe gibi hislerle, göz ve kulak gibi harika cihazlarla zahiri ve batını duygularla süslemiş, en güzel bir beden giydirmiş ve en büyük hayat mertebesini lütfetmiştir. Rahîm-i Zülkemâl Hazretleri, her şeyi ebedî saadete namzet olarak yarattığı insanın istifade edebileceği bir şekilde terbiye etmiş, bütün kâinatı ona hizmetkâr kılmış ve en harika nimetleri onun sofrasına sermiştir. Bu bakımdan insan, merkez ve mihrak noktadadır.  

      İnsanın ahsen-i takvimde yani en güzel bir kıvamda,  en güzel bir mahiyette ve en güzel bir surette yaratıldığını Yüce Rabbimiz şöyle ifade buyurmaktadır:

Gerçekten biz âdemoğullarını mükerrem ve şerefli kıldık…” (İsra Suresi, 17/70)

 Gerçekten biz insanı ahsen-i takvim üzere (en güzel bir biçimde) yarattık” (Tin Suresi, 95/4)

Ahsen-i takvim; en güzel kıvam, en güzel mahiyet ve en güzel suret demektir.  Yaratılan her mahlûk güzeldir ama en güzel, en mükemmel, en şerefli, en itibarlı ve en üstün varlık insandır. 

Halık-ı Zülcelàl Hazretleri, sonsuz azamet ve kudretini, harika, bedi ve garip eserlerini tefekkür edelim, hak ve batılı, hayır ve şerri birbirinden ayıralım diye en büyük nimet olan akıl ihsan etmiştir.

Kendisini sevelim diye imanın mahalli, marifet ve muhabbetin tecellîgâhı olan kalp lütfetmiştir. 

Bizi daima yargılayan, aldatmayan ve aldanmayan emin bir mürşit olan vicdan ikram etmiştir.

Cenab-ı Hakk’ı zikredelim ve meramımızı anlatalım diye lisan, her şeyi ibretle temaşa edelim diye göz, tutalım diye el, yürüyelim diye ayak bahşetmiştir. 

Evet, insanın bedeni en güzel olduğu gibi, onun yemesi, içmesi, oturması ve yatması gibi bütün fiilleri de en mükemmeldir. Bu bakımdan insan, varlıkların en güzelidir.

    Bediüüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle ifade etmektedir: “Nasıl ki, esmada bir ism-i a’zam var, öyle de o esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı a’zam var ki, o da insandır.” (Bediüzzaman, Sözler, 33. Söz)

Böyle bir mahiyette ve en mükemmel bir istidatta yaratılan insanın Rabbini ubudiyetle şükretmesi, O’nu zikir ve tespih etmesi, hamd ve tazimde bulunması imani ve vicdani bir vazifedir. Kâinattaki her mahlûk,  Allah’ı tespih ve tazim ederken, yeryüzünün halifesi olan insanın ibadet ve zikirden uzak kalması onun yaratılış gayesine muvafık değildir.

İnsan, ruhuna ve kalbine yerleştirilen manevî latifeler ve duygular itibariyle kâinattan daha büyüktür. Bunun içindir ki, Hz. Ali Efendimiz (r.a): “İnsan maddeten küçük bir mahlûk olmakla beraber onda bütün âlem gizlidir” buyurmuştur.         

Koca bir ağacı küçük bir çekirdeğe yerleştiren Allah, insanda da nice âlemler yerleştirmiştir. Ruhumuz âlem-i ervahın, hafızamız levh-i mahfuzun, hayalimiz âlem-i misalin, kemiklerimiz taşların, saçlarımız ağaçların, kanımız ve vücudumuzdan akan sular da çeşmelerin birer numunesidir.      

       Evet, insan çok büyük bir istidatta yaratılmıştır. Bundan dolayıdır ki, yerlerin, göklerin ve dağların almaktan çekindiği, o ağır ve büyük emaneti yüklenmiştir. Bu husus bir ayette şöyle ifade edilir: ”Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de, onlar onu yüklenmekten çekindiler ve bundan endişeye düştüler. Fakat onu insan yüklendi. Böylece o, (nefsine) çok zulmetti ve (akıbetinden) çok cahil oldu.” (Ahzap Suresi, 33/72)

İnsan cisim itibariyle hiç hükmündedir, gayet aciz ve çok zayıf bir mahlûktur. Fakat yüklendiği gayet ağır emanet ve pek büyük vazife ile harika cihazlarla, eşsiz duygularla, nihayetsiz istidatla şu muhteşem kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın ve şu kitabı âlemim anlayışlı mütalaacısı, bütün mahlûkatın hayretli nazırı ve masnuatın ustabaşıdır. İnsan aczinle, zaafınla, fakrınla ve kulluğunla Ulûhiyetin dergâhına tazarru eder ve Rabbine yaklaşır.

    İnsan kendisine verilen kabiliyeti Yüce Allah’ın emrettiği şekilde kullanır, O’nun emir ve yasaklarına uygun bir şekilde hayatını devam ettirirse,  dünyada huzurla yaşar, ahrette de ebedi saadetlere mazhar olur. Zira bir insanın Cenab-ı Hakk’ın yanındaki kadir ve kıymeti, şeref ve izzeti iman, marifet, ibadet, fazilet, zikir, dua, muhabbet, ihlâs,  takva, iffet ve edep gibi ulvi hasletleri nispetindedir. Kul bu ulvi hasletlerle Rabbine yaklaşır ve O’nun rızasına mazhar olur. 

Asıl Maksat

Tavuğun gayesi yumurta, sığırın ki ise süt ve buzağıdır. Bu onların hem ibadeti hem de vazifesidir. Yumurta vermeyen tavuk kesilir, meyve vermeyen ağaç yakılır, sütü ve yavrusu olmayan sığır kasaba verilir. Çünkü onlardan beklenen maksat hâsıl olmamıştır. 

Koyun ve sığır gibi hayvanlar da ot ve saman ile beslenir; en latif ve en şirin içecek olan sütü ve eti bizlere ikram ederler. İnsan ise bu harika ve leziz nimetleri yiyip kazurat haline getirmektedir.

Şayet insan kulluk vazifesini yapmaz, zikir, şükür ve tespihte bulunmazsa, o nimetlerin şükrünü ifa etmemiş, yaratılış gayesini yerine getirmemiş olur. Bunun da hesabı çok çetin ve azabı elim olacaktır.

Ahsen-i takvimde yaratılan insanın yaratılış gayesi başta iman olmak üzere; marifet, ilim, fazilet, şükür, zikir, namaz ve tefekkür gibi ulvi ibadetlerdir. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi, 51/56)  

  Bediüzzaman Hazretleri de bu hakikati şöyle ifade etmektedir: “Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır.”  (Mektubat, 20. Mektup)

Kendini okuyamamış, hakikati bulamamış, yaratılış gayesinden bihaber ve ulvi hasletlerden mahrum olan bir insanın makamı ne olursa olsun, Yüce Allah’ın yanında hiçbir kıymeti yoktur. Böyle kimseler mesleğinin zirvesine de çıksalar, fen ve teknik adına birçok eserler de ortaya koysalar, yine de cehalet karanlığından kurtulamazlar. İlimleri sadece dünyada bazı kimseler tarafından takdir edilir, mesleğinin faydasını burada görür.

Arı üzerinde ihtisas yapmış bir profesör ders anlatmak için sınıfa girse öğrenciler hemen ayağa kalkarlar amma bir arı içeri girse kimse ayağa kalkmaz, onu hemen dışarı atarlar. Demek ki arının bal yapması onu hayvanlıktan kurtarmıyor, kimse ona saygı duymuyor. 

Herkes İnsan Amma…..

      Güneş bir cam parçasında da bir damla suda da, bir kar tanesinde de tecelli eder, deryada da. Herkes aynasına göre güneşten istifade eder, kabına göre denizden su alır.

Sinek de uçuyor, kartal da. Buğday da sümbül veriyor, ağaç da. Hamsi de yüzüyor, balina da. Hamsi de balık balina da.

    Bir damla su da su, okyanus da. İkisinin de maddesi aynı amma aralarındaki fark mukayeseye gelir mi? Çakıl taşı da taştır; inci, mercan ve yakut da taştır amma aralarında kalite farkı hepimizin malumudur.

Bütün insanların da maddeleri birdir, şekil olarak hepsi birbirine benzemektedirler. İnsan ile herhangi bir hayvan arasında ne derece bir mahiyet farkı varsa, insanlar arasında da o derece fark vardır. Allah’ın yanında manevi derecelerin de nihayeti yoktur. İnsan ulvi hasletlerle ala-yı illiyyine çıktığı gibi, kötü hasletlerle de esfel-i safiline düşüp hayvandan daha aşağı bir derekeye düşebilir.

Bir tarlanın tumbu için adam öldürüp, tarlanın tumbunda boğulan da insan, kendisinde dünya boğulan da insan.

Sabahlara kadar oyunun başında oturan da insan, vaktini ulvi şeylere sarf eden de.

Sevdası Leyla’sı olan da insan, Mevla’sı olan da.

   Kulluğunla Sultan Ol

İnsan; imanın nuru ile nurlanmalı, İslam’ın terbiyesi ile tekemmül etmeli, marifetullah ile yükselmeli, muhabbetullah ile dolmalı ve kullukla sultan olmalıdır. Unutulmamalıdır ki; Halık’ı Zülcelâl’e kul olmaktan daha büyük bir şeref ve daha âli bir izzet düşünülemez.

Eğer insan, Cenab-ı Hakk’ın emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınırsa, latifelerini ulvi hakikatlerle nurlandırırsa, duygularını ubudiyetle cilalandırırsa, arzın emin bir halifesi olur ve cennete layık bir kıymet alır.


Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )