Nurdan Haber

Süleymaniye’deki 50 numaralı ev

Süleymaniye’deki 50 numaralı ev
22 Eylül 2018 - 8:00

HAKKI YAVUZTÜRK

 1934’de Kemaliye’de doğdu. Emekli sağlık memurudur. 1952’de Nur Risalelerini okumaya başlamış; Nur Müellifini müteaddit defalar ziyaret edip, dersinde bulunmuştur.

 

“Süleymaniye’deki 50 numaralı evden ayrılıyoruz”

“1954 yılına çok değişiklerle giriyorduk. Süleymaniye Kirazlı Mescit’teki 50 numaralı evde, bazı değişiklikler oluyordu. İstanbul’daki faal Nur talebelerinin bazılarında değişiklikler olmuştu. Muhsin Ağabeyimiz çeşitli sebeplerle Almanya’ya gideceğini beyanla teksir edilmeye hazır mumlu kâğıtlara daktilo edilmiş, Pencereler Bediüzzaman Said Nursi adlı risalecikleri bize bırakarak, ‘Bunları siz Üstad’dan müsaade alarak teksir edersiniz. Okul biterse Üstad’a gidersiniz, hizmetinde bir süre kalırsınız’ gibi tavsiye ve temennilerle Almanya’ya gitmişlerdi. 50 numaralı ev boşaltılmıştı sayılır. Ahmed Aytimur Ağabeyin hemşehrisi olan ev sahibi, evi kiraya vermek ve tamir ettirmek isteğiyle, bizi çıkardıktan bir müddet sonra, evin tamamen çökerek yıkıldığını duymuş ve giderek bizzat da görmüştük. Duymuştuk diyorum, çünkü o semte pek gitmiyorduk.  Cerrahpaşa ile Aksaray arasında bir yerde Aytimur Ağabeyimiz bir dokuma atölyesi açmıştı. Hüseyin isimli bir kardeşle ortak çalıştırıyorlardı. Oraya gider, oturur, Kur’ân hattına çalışır, Risale-i Nur okurduk. Gerçi Horhor taraflarında bir iş  hanının odası da vardı. Oraya giderdik ama, ekseri ders ve Risale-i Nur çalışma yerimiz bu havlu dokuma atölyesi idi. Mehmed Emin, Özer ve ben Kur’ân yazısını artık seri şekilde hem okur hem de yazar bir hale gelmiştik.
“Kur’ân harfleriyle Risale yazar, Üstada gönderirdik”

“Risaleleri asıllarına bakarak veya şeffaf kâğıtla üzerine koyarak yazıp bitirdikten, yani asıl Risalelerden bir nüsha bu suretle elde ettikten sonra, bu artık bizim olan Risaleyi ciltçiye gönderir, ciltlendirir, sonra da Bediüzzaman Hazretlerine gönderirdik. Üstad Hazretleri bunları tashih eder, arkasına ismimizle dua yazar ve iade ederlerdi. Biz de bu el yazımızla yazılmış ve Bediüzzaman Hazretleri tarafından ekseriya tashih edilerek iade edilmiş ve kendi el yazılarıyla dua yazılmış Risaleleri, büyük bir hatıra olarak hıfzeder, saklardık. Öyle oluyordu ki, bazı günler mektep tatili ve müsait zamanlarımızda günde sekiz-on sayfa (Daktilo sayfası büyüklüğünde) yazdığımız oluyordu.

“Biz bunlara Kur’ân harfleriyle yazılmış olduğu için, Kur’ân harflerine izafeten ‘eskimez yazı’ ismini takmış ‘eskimez yazıyla çoğaltılmış Risale-i Nurlar’ diyorduk. Kâinatın kurulmasıyla var olan, bizi ve dünyamızı aydınlatan güneş ‘Şu kadar milyon yıl evvel yaratılmıştır. O halde eskidir’ demek hiç kimsenin hatırına gelmediği gibi…

“Maddî ve manevî âlemimizi nurlandıran ve ışıklandıran Kur’ân’ın da harfleri dahil hiç bir parçasına eski demek gönlümüze sığmıyordu. Onun için ‘eskimez’ diyorduk.

“Evet, bu Kur’ân harflerini öğrenmemiz, ecdadımızla bağlarımızı, köprülerimizi kurmaya büyük bir vasıta olduğunu veya olacağını, o zamanlar pek takdir edemiyorduk ama, yine de şevkle yazıyorduk.

“Hiç unutmam, okulumuzda Yunanistan mı Bulgaristan mı, birisinden gelme bir göçmen Türk öğrenci arkadaşımla, bir de benden başka eskimez yazıyı bilen hiç kimse yoktu. Okul öğrencilerini tarihî yerlere götürmek, tarihî eserleri  göstermek hususunda sınıfta yapılan bir sohbet anında, benim bu harfleri mektup yazacak kadar öğrenmiş olmamı gören yaşlı edebiyat hocamız, çok hayret etmişti.
“Isparta’ya Üstadı ziyarete gidişim”

“Evet, 1954 yılında yukarıda izaha çalıştığım tebeddülatlarla birlikte, yine de İstanbul’un muhtelif yerlerinde toplanarak Risale-i Nur okumak, Anadolu’da teksir makinasıyla çoğaltılan Risaleleri ciltlendirerek, istenilen mahallelere göndermek gibi hizmetler, büyük zahmetlere rağmen sürüp gidiyordu. O yıl okul tatilinde Muhsin Ağabeyin tavsiyesi ve temennisine uyarak yeniden görmeyi, çok da arzuladığım Üstad Hazretlerinin ziyaretine gideceğimi Ahmed Ağabeye söylemiştim. O da bir çok bakımlardan zahmetli, kararsız, fakat sabırlı haldeydi. ‘Üstad’a selâmlarıyla birlikte, memlekete gitme arzusunda olduğunu bildirilmesini’ bana söylemişti. İstanbul’a Özer, Mehmed Fırıncı ve Mehmed Emin kardeşlerin hiçbirisinin, her işini ikinci plâna iterek, münhasıran Risale-i Nur meseleleriyle meşgul olacak şartları yoktu.

“Bu şartlar altında Isparta’ya Üstad Hazretlerini ziyarete gitmiştim.

“Isparta’yı hiç görmemiştim. İlk defa gidiyordum. Yolculuğu trenle yapmıştım. Geldiğimde öğle saatleriydi. Tren istasyonu ile Üstad’ın kiraladığı evin  arası uzaktı. Daha önceden adresi ve tarif aldığım için, kolaylıkla bulmuştum. Kapılarını çaldım, rahmetli Zübeyir Ağabey kapıyı açarak, beni karşılamışlardı. İstanbul’dan gelmekte olduğumu söylemiş, kendimi tanıtmamla (daha önce de Muhsin Alev Ağabeyin söylemiş olması sebebiyle olsa gerek) ilk karşılaşmış olmamıza rağmen derhal eve alınmış, Hazret-i Üstad da daha evvel tanıdıkları için huzurlarına kabul edilmiştim.

“Yukarıda izah ettiğim durumları, bilhassa Muhsin Ağabeyin gidişini kısaca izah etmek istiyordum. ‘Hoş geldin Hakkı kardeşim’ diyerek ve ‘Maşaallah, barekallah kardeşim’ gibi ifadelerle alnımdan öperek rahat olmamı (çünkü çok heyecanlıydım) ve oturmamı söyledi. Karyolada yatmıyor fakat yarı dik vaziyette duruyorlardı.  Odalar evin ikinci katı, tabanları tahta ve battaniye ile kilimlerle kısmen kaplıydı. Karyolalarına yakın kilim üzerine dizlerim üzerine oturdum.

‘Kardeşim, Ahmed’e söyle, Muhsin’i Emniyet’ten sorarlarsa, Almanya’ya benim Mucizeli Kur’ân’ın tab’ı için gönderdiğimi söylesin…’ şeklindeki ifadelerinden sonra, diğer bazı hususlarda da şimdi tam hatırımda kalmayan bazı soruları sordu ve benim de cevaplandırmaya çalışmalarım oldu. Ahmed Ağabey hakkında ise, ‘Ahmed şimdilik İstanbul’da kalsın’ şeklinde buyurmuşlardı. Huzurlarında bir süre kaldıktan sonra, ‘Kardeşim benim misafirimsin’ demeleri üzerine, rahmetli Zübeyir Ağabey vasıtasıyla diğer odaya alınmıştım. Tahirî, Ceylan, Bayram ve Sungur Ağabeyler o zaman Üstad’ın hizmetlerinde idi.

“O gün ve gece evlerinde kalmıştım. Ertesi günü bir kısım İmam Hatipli talebelerin de iştirak ettiği sabah dersinde, tekrar Hazret-i Üstad’ın odalarına derse girmiştim. 10-15’ten fazla talebe vardı. (Sonradan İstanbul’da bir süre çok yakın arkadaşlık yapacağım Zekeriya Kitapçı da o talebelerin içindeydi.) Aynı bir okul dershanesi gibiydi. Yalnız, tahta sıralarda değil, kilimler üstünde oturuyorduk. Dikkatle okunan Risale-i Nur derslerini dinliyorduk. Üstad Hazretleri karyolalarında, fakat âdeta üniversite kürsüsünde gibi izah ediyor ve çeşitli bahisleri talebelere okutturuyordu.  Talebeler ayrı ayrı okuyorlar, bir miktar okuduktan sonra, Üstad’ın işaretiyle diğeri okumaya geçiyordu. Ben arka taraftaydım. Ve devamlı dinledim. Gördüklerimi heyecanla takip ediyordum. Ders, tahminen bir saat kadar sürdü. Orada, o talebelerle tanışıp, hususî görüşmemiz mümkün olmadı.

“Beni misafir olarak tekrar odama aldılar. Odamda bir süre daha kaldıktan sonra, bir ara ‘İstanbul’dan gelen var’ dediler. Çıktım, baktım, arkadaşım Özer’di. İstanbul’da aniden o da karar vermiş ve beni takiben gelmiş olduğunu öğrendim. Üstad Hazretleri, bizi tekrar bu defa da Özer kardeşle birlikte huzurlarına aldılar. Diğer talebeleri de vardı odada… Çeşitli dersler anlattılar. Bir ara rahmetli Ceylan Ağabeye, ‘Sen dışarı çık’ diyerek bir talebesinin (Ceylan ağabeyin) kendilerini tarassut ve ta’cizde ileri giden gizli teşkilattan bir kişiye, tabancayla yaptığı bir olayı naklederek, o olayda, o talebesinin Kur’an hizmetinin hürmetine, hıfz-ı İlâhî’nin himaye ettiğini söylediler. Cesaretini bize örnek gösterip, bizim de cesûrâne hareket etmemizi, bazı haller olmasa, bizi yanlarında bırakacaklarını (ki biz her ikimiz de çok arzu ediyorduk. Yanlarında kalmayı ve hizmet etmeyi…) her ikimizi de talebeliğe kabul ettiğini bildirdiler. Son olarak da İstanbul’daki talebe ve bir kısım dostlarına (hatırımda kaldığınca Eşref Edip Bey, Gönenli Mehmed Efendi gibi…) selâmlarını söylememizi belirterek, bizim derhal İstanbul’a dönmemizi istediler. Ve döndük. Ayrıca bu ziyaretimizde, sıhhatli olmasına çok dikkat etmek şartıyla, Muhsin Alev Ağabeyimizin mumlu kâğıtlara yazarak teksir etmeye hazır hâle soktuğu ve İstanbul’da bıraktığı Pencereler ile Divan-ı Harb-i Örfî ve Bediüzzaman Said Nursî adlı küçük risalelerini teksir edilme müsaadesini de almıştık.

devamı yarın …

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )