Nurdan Haber

“Biz de Allah’tan korkuyoruz ama…”

“Biz de Allah’tan korkuyoruz ama…”
12 Ekim 2018 - 8:30

HAMİT EKİNCİ (MOLLA)

“Molla Resûl, Üstad’la çok samimi olurdu. Üstad’ın daima beni yanında bulundurmasına bir gün itiraz etti.

“Sizin işinize aklımız ermiyor. Eğer şeyh istersen buralarda çok, yakında Arvasiler vardır. Hoca istiyorsan işte bizler varız. Bunu ne yapacaksın ki, daima çağırıyorsun?’ Üstad cevaben:

“Ne yapalım, molla Hamid benim kapıcımdır. O gelmeden ben bir şey yapamıyorum.’

Molla Resûl: ‘Peki’ diyerek sesini çıkarmadı.

“Ben doğrusu Üstad’dan bir keramet, bir keşif gibi şeyler beklemiyordum. Samimi ve safiyane hizmet ediyordum. Üstad da herhâlde böyle olunca sıkılmıyor ve bu sebepten beni seviyordu.”

“Her şeyin hayırlısı, hayırsızı olur”

“Bana bir gün dua etmişti. Ben de kendisine karşı bir serzenişte bulundum. ‘Benim istediğim duayı siz yapmıyorsunuz’ dedim. Nasıl bir dua istediğimi sordu. Ben de okuduklarımı anlamak ve ezberime almak için, ilim sahibi olmam için duasını talep ettim.

“Âlim mi olacaksın?’ dedi. Ben de ‘Evet’ deyince:

“Peki senin hakkında ilmin hayırlı olduğunu biliyor musun?’ dedi. Ben de cevaben:

“Peygamberimizin, farzlardan sonra, en iyi amelin ilim olduğunu buyurduğunu söyledim. ‘Hayırsız ilim de olur mu?’ dedim.

“Üstad her şeyin hayırlısı ve hayırsızı olduğunu söyledi. Seferberlikten (Birinci Cihan Savaşı) önce ilmine gururlanıp da dalalete giden birisinin acı halini anlattı. Bana dönüp tekrar: “Sen, hakkında hayırlısını iste kardeşim.’ diye buyurdu.”

“Tesbihat namazın tohumu hükmündedir”

“Arkasında kıldığım namazlardan çok zevk alırdım. Namaza duruşu bir mehabet ve haşyet verirdi insana. Namazdan sonra tesbihat hakkında şu dersi vermişti bize:

“Namazın sonunda tesbihat, namazın tohumu, çekirdekleri hükmündedir.’

“Hazin bir sada ile bizden çok ağır tesbihat yapardı. ‘Sübhanallah’ derken, çok içten ve yavaş bir şekilde duyardık sesini. Çok namaz kılan hocaları görmüşümdür. Fakat böyle hazin ve huşu içinde kılana rastlamadım. ‘Lailahe illallah’ diye tesbihata başladığı zaman, eğer yanında bir tarikat ehli olsa cezbeye gelirdi. Sesi top güllesi gibi tok çıkıyordu.”

“Hoca kisvesine girmiyordu”

“Cumhuriyetin ilk seneleriydi. Henüz sarıklar yasaklanmamıştı. Van’da hocalar hep sarık sararlardı. Fakat Üstad sarık sarmıyordu. Ayrıca cübbe de giymiyordu. Hoca kisvesine girmiyordu. Bir gün talebe arkadaşlardan birisi kendisine:

“Herkes sizi hoca bilmiyor, hoca kisvesine niçin girmiyorsunuz? Niçin sarık sarıp cübbe giymiyorsunuz?’ demişti. Üstad o arkadaşa:

“İmam-ı Azam gibi zatların giydiği ilmî kisveyi ben nasıl giyeyim? Onların kıyafetine ben nasıl girebilirim?’ diye cevap verdi. Çok mütevazı idi. Bu sebepten ben de kendisini ilk defa Nurşin Camiinde gördüğümde hoca olup olmadığını bilememiştim.

“Nurlar içinde kalmışım”

“Nurşin Camii deyince hatırladım: Camide kaldığımız günlerde oturduğu odada bana hitaben:

“Molla Hamid, bak ben Nurlar içinde kalmışım’ deyince ben anlayamadım. Bu defa Üstad anlatmaya devam etti.

“Doğduğum köy Nurs, annemin ismi Nuriye, hocam Nuri, kaldığım cami Nurşin, bak duvarda Osman-ı Zinnureyn yazılı’ diye duvarda asılı duran levhayı tebessüm ederek gösterdi.”

“Rızkını sen mi veriyorsun?”

“Hayvanlara, canlı varlıklara karşı şefkati, merhameti saymakla bitmez. Bu hususta çok hatıralarımız vardır. Bir gün talebelere ‘Ben tesbihatımla meşgul olacağım, siz gidip gezin’ demişti.

“Bu gezinti sırasında bir taşın üstünde, bir kertenkeleyi öldürmüştüm. Dönüşte Üstad ne yaptığımızı, nerelere gittiğimizi sordu. Ben de gezdiğimiz yerleri anlattım. Sonra da bir kertenkeleyi öldürdüğümü söyleyince, Üstad çok üzüldü. Bana:

“Evini harap etmişsin!’ dedi. Ben de ‘Bizde yedi kertenkele öldürmenin bir hac sevabı kazanacağını söylerler’ dedim. Bu defa Üstad: ‘Otur da konuşalım, kim haklı, kim haksız?’

“O hayvan sana taarruz etti mi?’
“Hayır.’
“O hayvanın rızkını sen mi veriyorsun?’
” Hayır.’
“Sen mi yarattın?’
“Hayır.’
“Bu hayvanların niçin yaratıldıklarını, yani fıtrî vazifelerini biliyor musun?’
“…”
“Bu hayvanı yaratan Hâlık senin öldürmen için mi yaratmış? Sana kim dedi öldür? Bu hayvanların yaratılışında binlerle hikmet var. Bu hikmetler saymakla bitmez. Onu öldürmekle hata etmişsin!’ diye bana orada ders verdi.”

“Biz hain değiliz”

“Erek’te kaldığımız günlerde, cuma namazları için beraber şehre inerdik. Yine böyle bir cuma günü şehre namaza gitmiş, geliyorduk. Yolda kocaman köpekler dağdan inerek geliyorlardı. Ben köpeklere taş atmak için, yerden taş toplamaya başladım. Üstad ‘Ne yapıyorsun?’ diye bana hitap etti. Ben de ‘Efendim dağdan gelen köpekleri görmüyor musun? Kendimizi müdafaa etmeyelim mi?’ dedim.

“Üstad gülerek ‘Ayıp … ayıp, at o taşları yere’ dedi. Ben de taşları yere attım. Ne olacak diye bekliyordum. Üstad elindeki şemsiyeyi köpeklere doğru uzattı. ‘Biz hain değiliz, yolcuyuz!’ deyince, köpekler oldukları yerde durdular, hücumu ve havlamayı terk ettiler. Biz de oradan geçerek yolumuza devam ettik.

“Şecaatli ol, korkma”

“Yine köpeklerle ilgili latif bir hatıram daha vardır:

“Dağda, Üstad’ın ziyaretine birkaç misafir gelmişti. Akşam misafirler bizde Üstad’ın misafiri olarak kalacaklardı. Üstad etraftaki yakın köylerden yatak getirmemi söyledi. Ben, yatak getirmeye gidecektim, fakat korkuyordum. Yolda yırtıcı hayvanların hücumuna uğrarsam ne yapabilirim diye düşünüyordum. Dışarı çıkıp söğüt ağacından bir dal keserek sopa yaptım. Dalı keserken Üstad dışarı çıktı. ‘Sen hâlâ gitmedin mi?’ diye sordu. Ben de yırtıcı hayvanlara karşı bir sopa yaptığımı söyleyince, yine tebessüm ederek:

“Ayıptır ayıptır, neden korkuyorsun? Taş var, sopar var, hâlâ korkuyorsun. Köpekler sana bir şey yapmaz.’ dedi.

“Ben bunun üzerine oradan ayrıldım. Elimdeki sopayı da attım. Köye doğru yola çıktım. Köyün yakınlarında bir sürünün etrafında köpekler dolaşıyordu. Geçeceğim yolun üzerinde de kocaman bir köpek yatmış bekliyordu. Görünmeden geçmenin imkânı yoktu. Diğer köpekler de koyunların etrafında geziyorlardı. Köpeğe yaklaşınca hayvan ayağa kalktı, şöyle bir gerindi, sonra yoldan aşağıya inerek, âdeta bana yol verdi. Çoban yukarıdan bakıyordu. Geçip köye gittim. Köyün girişinde ellerinde sopa olan bir kaç genç ve ihtiyar adam gördüm.

“Onlar bana nereden geldiğimi sordular. Söyleyince, bayırda sürüyü ve köpekleri nasıl geçtiğimi sordular. Ben de olduğu gibi anlattım. Onlar ‘Biz üç dört kişi sopalı olarak sürüye yaklaşamıyoruz. Köpeklere koyun sütü içiriyorlar, kurtlara karşı müdafaa için… sana nasıl yol verdiler?’ diye hayretlerini söylediler.

“Seyda’ya inanmayanın (yani velayetine inanmayanın) imanı var mıdır?’ diye konuşmaya başladılar. (Onlar Üstad’a Seyda diyorlardı.)

“Sonra yatakları alarak tekrar döndüm. Üstad beni karşıladı. Yolda köpeklerin hücum edip etmediklerini sordu. Ben de hücum etmediklerini söyleyince, yine Üstad:

“Şecaatli ol korkma!’ diye bana cesaret dersi verdi.”

“Hayvanların yuvasını dağıtmayın”

“Erek Dağında havalar iyice soğuyana kadar kalmıştık. Artık neredeyse kar yağmaya başlayacaktı. Kaldığımız yer bayırdı. Bayıra pencere gibi bir yer açarak, oraya bir oda yapmamızı istedi.

“Bayırın yamacında Üstad’ın istediği odayı yapıyorduk. Kazarken karınca yuvası çıktı. Üstad karınca yuvasını gördü. Orayı kazmamızı istemedi. Sebebini sorduğumuzda:

“Bir ev yıkıp, bir ev yapmak olur mu?’ diye cevap verdi. ‘Bu hayvanların yuvasını dağıtmayın, başka yeri kazın’ diye emretti.

“Biz başka tarafı kazmaya başladık. Oradan da karınca yuvası çıktı. Böylece üç yer değiştirdik. Bana yardım eden bir talebe arkadaş daha vardı. O, ‘Böyle olur mu hiç?’ diye bana sordu. ‘Üstad gelir gelmez karıncaların üzerine toprak atalım. Yok, eğer böyle giderse biz akşama kadar, bu odayı yapamayız’ diyordu. Orada hemen hemen karıncasız yer yoktu. Nihayet orada güzel bir odacık yaptık.

“Üstad karınca yuvalarının yanına gelince, ekmek, bulgur ve şeker koyardı. Kendilerine şekeri niçin koyduğunu söylediğimiz zaman:

“Bu da onların çayı olsun’ diye gülerek cevap verirdi. Mübarek Üstad bütün hayvanlara, bütün varlıklara karşı çok şefkatliydi. Bir karıncayı bile incitmek istemezdi.”

“Vaktini hiç boş geçirmiyordu”

“Zernabad suyu başında, eskiden çok sık ağaçlık vardı. Ağaçlar budanmamış olduğundan dallar birbirine girmişti. Dalların üzerine Üstad’ın çıkıp oturacağı bir köşk yapmıştık. Biz talebeler aşağıda kalıyorduk. Üstad akşamları da, ağaçtaki yerinde kalıyordu. Ben şahid olduğum kadarıyla, hiç boş vaktini görmüyordum. Daima bir işle meşgul oluyordu. Ya okuyor ya dua ediyor ya namaz kılıyor, mutlaka bir meşguliyeti oluyordu. Yalnız misafirler geldiği zaman onlarla sohbet edip, alâkadar oluyordu.

“Gelen misafirlere köylerinde cami olup olmadığını, hocalarının hangi dersi okuttuğunu soruyordu. Gelen misafirler, eğer ‘Hocamız yok, camimiz yok’ derlerse, çok üzülürdü. ‘Siz camisiz, hocasız yerde nasıl duruyorsunuz?’ derdi.

“Gıybet ve yalandan çok hiddet ederdi. Katiyyen kimseyi gıybet ettirmezdi.

“Kabrinde boncuk diziyor”

“Bana talebe arkadaşlardan Molla Resûl anlatmıştı: Talebeleriyle birlikte bir gün mezarlıktan geçerken, Üstad talebelerine yola devam etmelerini, kendisinin biraz orada kalacağını söylemiş. Talebeler gidince, yanında sadece Molla Resûl kalmış. Haliyle Molla Resûl yaşlı olduğu için Onun yanında kalmasına bir şey dememiş. Bir kabrin başında bir müddet kalmış. Aradan yarım saat kadar bir vakit geçmiş, sonra yoluna devam etmiş. Bu defa Molla Resûl Allah’a kasem ederek, Üstad’ın o kabrin başında niçin durduğunu sormuş.

“Çok ısrar edince Üstad neden durduğunu kendisine şu şekilde anlatmış:

“Saliha bir kadının mezarının yanından geçiyordum. Bu kadın hayatta iken ziynete, süse ve boncuğa biraz düşkünmüş. Dünyada iken gerdanlığı kırılmış, onu ipe dizerken vefat etmiş. Kabrinde de hâlâ boncuk dizmekle meşgul. İhtimal ki kıyamete kadar da onunla meşgul olacak. Kıyamet koptuğunda ‘Ne kadar çabuk kıyamet koptu. Daha boncuğumu dizip bitiremedim.’ diyecek… Ben bunun için durup Cenab-ı Hakk’ın azametini seyrediyorum.”

“Midenin üç hakkı var”

“Üstad’dan ders alan hocalar, kendi geçimlerini temin etmek ve başkalarına yük olmamak için, bir teneke bulgur ve biraz da yağ getirmişlerdi.

“Annem yetmiş yaşlarındaydı. Yemeğimizi o pişirirdi. Üstad bir gün bulgurları eve götürmemi istedi. Sabahları çay, peynir, akşamları ise bulgurlu çorba veya pilav yaptırarak günlerimizi geçiriyorduk.

“Annemin yaptığı çorba ve pilavları alıp getiriyordum. Üstad yemek yerken herkesin ekmeğini ayırır, taksim ederdi. Ekmek bana az geliyordu. Sofradan altı talebe bir de Üstad yedi kişi oluyorduk. Bazan misafirlerimiz de gelirdi. Üstad bana şefkat ettiğinden cesaret alarak, ekmeğin az olduğunu söyledim. Evde çok buğday olduğunu, getirip bol bol yiyebileceğimizi ifade ettim.

“Üstad tebessüm ederek:

“Kardeşim ben azlığı için, olmadığı için böyle yapmıyorum. Siz midenizi neye benzetiyorsunuz? Midenin üç hakkı, üç hissesi vardır. Sadece birisi yemek içindir. Eğer böyle yapmaz da ölçüsüz doldurursanız, beş davarlık bir ahıra, on beş davar doldurmaya benzer.’ Üstad bu misalle bize ders verdi.”

“Biz de Allah’tan korkuyoruz ama…”

“Gerek Erek’te, gerekse Nurşin Camiinde iki senemiz bu şekilde lâtif ve tatlı hatıralarla geçti.

“Üstad daima ibadet ve münacatla meşgul olurken, saatlerce diz üstüne otururdu. Böyle oturmaktan, ayağının parmağı yara olmuştu. Molla Resûl’e parmağını göstererek bir merhem sürmek istediğini söyledi. Bu esnada Molla Resûl ateş yakmakla meşguldü. Üstad’a cevaben:

“Biz de Allah’tan korkuyoruz, ama senin ödün patlıyor. Bizim gibi rahat otursan ayağın yara olmayacaktı!..” dedi.

Üstad:

“Molla Resûl! Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem cennet dava edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum rahat oturmaya.’ dedi.

“Molla Resûl ise, ‘Merhem sürelim, belki iyi olur’ dedi.”

“O günleri hiç unutamıyorum”

“Üstad’la geçen günlerimi hiç unutamıyorum. Üstad Van’dan ayrıldıktan sonra yirmi altı sene görmedim. Hasret ateşi içimi yakıyordu. Eskişehir’e, Kastamonu’ya görmeye gittim. Fakat göremedim, görüştürmediler. Karakollarda falakaya çekildim. Ama her şeye rağmen Üstad’ı görmek, elini öpmek, hasret gidermek istiyordum.

“Sonra Ağabeyim Abdullah Ekinci elime bir vesika verdi. Afyon emniyetine hitaben yazmıştı: ‘Bu gelen benim kardeşimdir, hocasını ziyaret edecek, müsaade edin ziyaret etsin!’

“Bu vesika sayesinde rahatlıkla Emirdağ’a gidip Üstad’ı ziyaret ettim.”

***

 

(Necmettin Şahiner’in yazdığı ‘Son Şahitler’ kitabının, birinci cildinden derlenmiştir…)

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )