Nurdan Haber

İNTİSAP

İNTİSAP
12 Ekim 2015 - 4:14

Kelime anlamı ‘aidiyet’ olan intisab, sırların sırrına ermek isteyenler için bir keşiftir. Binlerce perdeyi aralayıp hakikate ulaşmak, ‘öz’ü idrak etmek, farkındalığı yakalamak; kainat, insan ve Allah üçgenindeki bilmeceyi çözmektir. Ve nihayet intisap bir hissediş derinliğidir. Akıl olarak bildiğimiz  Allah’a olan aidiyetimizi, kalp ve his boyutuna taşımadır.

        ‘İman bir intisaptır’ der nurların müellifi. Bu ifade şüphesiz imanın bir tarifi değil bir sonucudur. Teorik olarak iman ile bir hissediş olarak intisap arasında kimi için kısa, kimi içinde uzun ve çileli bir yolculuk vardır. Bilgi ile bilinç, ilim ile irfan arasında dağlar ve tepeler olduğu gibi iman ve intisap arasında da aşılması gereken menziller, yaşanması gereken ameli tecrübeler mevcuttur. Şunu unutmamak gerekir ki iman intisabı da içine alan külli bir manadır. İntisap, imanın ufuklarına ulaşma, ve adeta Allah’la bütünleşme veya onda yok olup ‘hiçlik’ mertebesine varıştır.

              İnsan ruhunu ilahi bir nazarla analiz eden Kur’an, eşyanın Malikü’l-mülk’e ait olduğunu her fırsatta, unutkan insan beynine hatırlatır. Maddeyi değersizleştirir ve maddenin sahibine olan büyük dönüşü, bir ulvi hedef olarak, insan yolculuğunun son durağı olarak gösterir.

            İnsan ruhunu terbiye için inen Kur’an, insanın Allah’a firar etmesini emrder. ‘Allah’a firar edin’ (zariyat:50) yani arazdan hakikate, gölgeden asla, yanıltıcı olandan gerçek olana, ölümlüden ölümsüze kaçın. İşte bu kaçış ‘intisab’ın yani ait olduğumuz yeri keşfetmenin, öz olana varmanın yolculuğudur.

          Bir yönüyle bakılırsa, risalelerde intisap üç aşamada ele alınır. İlk aşama kainatın Allah’a intisabıdır. Bunu en berrak bir üslupla birinci sözde görmekteyiz. Bütün madde alemi kozmik bir dille  ‘bismillah’ demektedir. Bir çekirdek bismillah deyip yaratıcısına olan aidiyetini ilan etmektedir. Çünkü kendi potansiyelinin çok üstünde işler yapmakta, kendisinde var olmayanı ortaya koymaktadır. Kendisinde var olmayan, ancak ortaya koyduğu sonuçlarda bulunan renk, şekil koku ve her şeyden önce hayat; bunların da birleşmesi için gerekli olan bilgi, kudret, sanatsal ruh gibi sıfatlar, o çekirdeğin bağımsız olmadığını, bütüne intisap ettiğini açıkça göstermektedir. Kainatın dört ana elementi olan su, hava, toprak ve güneş birbirinden bağımsız değil  hepsi bir bütündür. Her hayvan, bitki veya maden bu bütünden dolayı vardır. Bütünlük ‘bir’ e işaret eder. ‘Bir’e ait olduğunu gösterir. Yaratılmışlar bir bütünse Yaratıcı da ‘Bir’dir. Bütünü bir arada tutan, o bütünün parçası olmayan ‘Bir’dir. Yani yaratılmışları bütün haline getiren kudret, yaratılmışlardan olmayan, onların dışında bulunan ve Bir olan ilahi kudrettir. Kainattaki  bütünlüğün sırrı, bir olan Allah’a aidiyetinde saklıdır.

          İkinci aşamada insanın Allah’a aidiyeti söz konusudur. Makro alem olan kainat, Allah’a olan aidiyet sırrıyla   bir bütün haline geldiği gibi, mikro alem olan ve bir bilmece gibi çözülmeyi bekleyen  insan da yaratıcısına olan aidiyet espirisiyle anlaşılmaktadır. Tabi burada insandan kasıt bir atomlar yığını  ve ölümlü dünyanın bir parçası olan organik tarafı  değil, atomlardan oluşmayan ve ölümsüzlük aleminden gelen ve yine oraya gidecek olan insanın  ruhudur. İnsan da Allah’a olan aidiyetle anlam kazanır. Kainatın unsurları Allah’a ait olduğu gibi, insanın da bütün duygu ve latifeleri Allah’a aittir, onun isim ve sıfatlarının bir yansımasıdır. İnsan, Allah’ın aktif bir aynasıdır. İşitmesi Semi’ isminin, görmesi Basir isminin, sevmesi Vedud isminin, acizliği Kadir isminin ve hakeza… bizzat insana ait olan hiçbir şeyi onda göremeyiz. İnsan bu espiriyi yakaladığı zaman, bunu yakalayamayan insan yığınlarından kopar ve özünü keşfederek insan olmanın hedeflerine ulaşır. Yani kocaman bir ‘hiç’ olduğunu anlar ve ‘Allah’a kaçın’ ayetini tam hisseder. Çünkü ‘hiç’ olan sığınacak kudret arar ve bu arayış da onu yenilmez bir güce yöneltir. Yöneltir ve hiçliğini, Rabbine olan aidiyetiyle bir varlığa dönüştürür. ‘Faniyim fani olanı istemem, acizim aciz olanı istemem, ruhumu Rahman’a teslim eyledim gayr istemem’ sözü bu atmosferde söylenmiş bir terennümdür.

        Üçüncü aşama, yaratılmışlardan olmayan, dolayısıyla insanın tek sermayesi olan ‘irade’ nin Allah’a intisabıdır. Yani insanın, diğer mahluklardan en ayırıcı özelliği olan hür iradesini yine kendi hür iradesiyle Allah’a bırakma aşamasıdır. Evet insan iradesi, emr-i itibari denilen işlerdendir ve yaratılmışlardan değildir. Bu konu ayrı bir başlık olduğundan şimdilik buna girmeyeceğiz. Burada değineceğimiz nokta insanın tek sermayesi olan iradesini, ilahi kudretle bütünleştirmesidir. İnsanın, meleklerden ve hayvanlardan farklı olarak değişken ve inişli çıkışlı  bir mertebesi vardır. Onların değerleri ve mertebeleri inmez ve çıkmaz. Oysa ki insanların mertebe ve değerleri hem uhrevi  kimlikte   hem de sosyal kimlikte değişkenlik gösterir. Her insan iradesini kullandığı yere göre değer kazanır. Zeka Allah’ın insana bahşettiği en önemli nimetlerdendir. Ancak o zekayı idare eden, insanın hür iradesidir. İyilikte kullanılırsa toplumda erdemli insan, kötülükte kullanılırsa toplumda değersiz insan olur. Duygular ve latifeler Allah’a ait olsa da onları yönlendiren insanın hür iradesidir ve sorumlu olduğu noktadır.

           Aynı mantıkla Allah katındaki değişkenliği de anlamamız mümkün. En kutsal duygu olan sevgi, Allah’ın insana lütfettiği bir duygudur. Ancak onu yönlendiren yine insan iradesidir. Yaratılmışlara yönlendirse geçici ve acılı  olur. Yaratıcıya yönlendirse ve onun adına her şeyi sevse, o sevgi ve sevgililer sonsuzlaşır, buzlar kumlara döner ve mor dağların eteklerinde ebedi bir beraberlik olur. İşte insanın tek sermayesi olan iradesini Allah’a iade etmesi intisap yolculuğunun son aşamasıdır. Bunun diğer adı tam bir teslimiyet ve tevekkül halidir. Bu da sübjektif bir bilgi türüdür. Başkasına aktarılabilecek nazari bilgi değil, ameli tecrübelerle anlaşılabilecek bir atmosferdir. Teorisi anlatılamaz, herkes onu pratiklerinde ve Allah ile olan bağlantısında his boyutunda anlayabilir. Bediüzzaman hazretlerinin şu ifadeleri bu makamda söylenmiş sözlerdir:

    ‘’O cüz-i ihtiyariden dahi vazgeçip, irade-i ilahiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenab-ı Hakk’ın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-ı tevekküle yapışmaktır. Ya Rab, madem çare-i necat budur. Senin yolunda o cüz-i ihtiyariden vazgeçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.’’

             Sonuç olarak intisap, ebediyet uluları için, Allah’a iman ile başlayan ve eşyanın Allah’a ait olduğunu idrak ile devam eden, sonra kendi benliğinin ilahi isim ve sıfatların bir aynası olduğunu fark eden, böylece ‘hiç’liğe ulaşıp, tek sermayesi olan iradesini de Rabbine teslim ile, sonsuzlukla bütünleşen sürecin adıdır.    

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )