Nurdan Haber

Bediüzzaman ve Hizbu’t Tahrir

Bediüzzaman ve Hizbu’t Tahrir
12 Ekim 2015 - 4:19

 Elbette Hizbu’t Tahrir ile Risale-i Nurlar pek yan yana getirilemez. Karşılaştırılamaz ve mukayese edilemez.  İkisi de İslami olmakla birlikte derinleştikçe farklılaşıyorlar. Zira birisinin hedefi doğrudan siyaset veya siyasi alanı öne almak ve hilafet kurumunu ivedilikle ihya etmektir. İslam aleminin çaresini ve reçetesini burada görüyorlar. Halbuki yıkım çok boyutludur. Tamiri de öyle olmak zorundadır. Elbette hedefler noktasında kapatılamaz bir aranın ve açığın bulunduğunu söylemek abestir veya zordur. Hedefler noktasında temel bir yaklaşım farkından söz etmek yanlıştır. Herkesin hedefi İslam binasını yeniden tamir ve ihya etmektir. Bununla birlikte araçlar noktasında farklar olduğu müsellemdir. Kimileri tedriciliği dikkate almaz. Tedricilik aslında nesillerin terbiyesin esas almaktır.  İmandan hilafete kadar giden bir süreçtir.  Onun ötesinde fertten aileye ve topluma ve ümmete ve insanlığa giden ve bütün bu aşamaları kapsayan paralel bir kategorisi daha vardır.

 Şamlı İbrahim Zeybek’in, hocası Şuayb Arnavut’un hayatıyla alakalı olarak yazmış olduğu bir kitabı okurken Hizbu’t Tahrir’in kurucusu Takiyyüddin Nebhani ile hatıratına denk geldim. Merdumgiriz ve ketum bir şahsiyet olan Nebhani ile alakalı Şuayb Arnavut’un hatıratı öğretici. Şuayb Arnavut, Şam’da faaliyet gösteren ve şer’i ilimleri öğreten Fethulislam Medresesinde Şeyh Salih Ferfur ile birlikte ders okurken ve okuturken Müslüman Kardeşler gibi bazı çevrelerle temas kurar, aralarına girip çıkar. Bu çevreler arasında Hizbu’t Tahrir de vardır. O sıralarda Şam fazlasıyla hürriyet ortamı solumaktadır. 1952 yılında kurulan Fethulislam 1956 yılında resmen faaliyete başlar. İlk talebeleri de Türkiye ortamında aradıklarını bulamayan Türklerdendir. Hatta kimileri Fethulislam’ın bilhassa Türk talebelerine hitaben kurulduğunu söyler.

Şuayb Arnavut’un değerlendirmesine göre, Hizbu’t Tahrir’in kurucusu Takiyyüddin Nebhani, Muhammed Abduh ve Mevdudi gibi öncü kuşaktan ve düşünürlerden etkilenmiştir. Lakin onların fikirlerini harmanlamış, dağınık fikirlerini mezcetmiş ve bir araya toplamıştır. Fakih olan Nebhani ta’sil dedikleri şekilde onların tezlerini şer’i asla irca etmiş ve onunla mukabele etmiştir. Şer’i süzgeçten geçirmiştir. Sistematiktir. Bu sistemlilik onlarda zaafa dönüşmüştür.  Fıkhı vakıaya indirmiş, adapte etmiş ve uygulamıştır. Şuayb Arnavut’un deyimiyle Nebhani siyasi meselelerde müstağrak bir kişiliktir ve bu halde bulunmaktadır.  Tek bir hedefe kilitlenmiştir o da hilafetin yeniden ihyası veya kurulmasıdır. Bu yönde ara kademeleri veya görevleri tayyetmiştir. Şuayb Arnavut ile Takiyyüddin Nebhani arasındaki tartışmalar genelde bu minval ve mihver üzerine cereyan eder ((El Muhaddis el Allame eş Şeyh Şuayb Arnavut, İbrahim Zeybek, Daru’l Beşair el İslamiyye, 2012/Beyrut, s: 86).  Arnavut’un nokta-i nazarı şudur: Hakiki Müslümanlar ve dindarlar bulunmadan dini bir sistem veya dine dayalı siyasi bir yapı kurulamaz. Kurulsa da çarpık olur. Kurulsa da dört başı mamur olmayacaktır.  ‘Araç olmadan bina olmaz’ diye Takiyyüddin Nebhani’ye çıkışır.  İslam devletinin ancak Müslümanlara dayanarak ayağa kalkabileceğini söyler.  İslamı bilen ,tanıyan ve mucibince amel eden ve ahlaki terbiye almış kadrolar ancak bu işin üstesinden gelebilirler. Nebhani bu sözleri veya argümanları kös dinler ve hiç iltifat etmez. Hatta ders halkası sona erdikten sonra diyalog faslı için beklemeden  bulunduğu ortamı terk eder.  Kulakları diyalog ve tartışmaya kapalıdır.  Diğer cemaatlerin gayretlerini hiç mesabesinde görür ve onların İslam için hiçbir yararlı iş yapmadıklarını düşünür ve İhvan ileri gelenleri için ‘agah olmayan ve bilmeyenler topluluğu’ ifadelerini kullanır.

Burada Hizbu’t Tahrir, İhvan ve Risale-i Nur’un siyaseti ele alışı veya yöntemi konusunda teratibe veya skalaya işaret etmekte fayda var.  Hizbu’t Tahrir siyaseti önceler, siyaseti merkeze alır ve her şeyin siyaset üzerinden yenileneceğini tasavvur eder. Bu Mevdudi’nin düşüncelerine yakındır veya ondan mülhemdir. Bununla birlikte Mevdudi, diğer taraftan da İhvan gibi kitlelerin veya toplumun eğitimine ve İslami inşasına ehemmiyet verir. Lakin siyaset ufkunu kapatır ve öteki önceliklerin yerini alır.  Bu nedenle kendi çemberini veya çeperini aşamaz ve kitleselleşemez.  Elit bir grup veya cemaat olarak alır.  Hizbut’t Tahrir de aynı kaderi paylaşmak zorunda kalır.  Buna mukabil hem Müslüman Kardeşler hem de Risale-i Nur kitlelere mal olur. Bunun temel nedenlerinden birisi Müslüman Kardeşlerin siyasete birinci derecede değil eşit derecede önem vermesidir.  Risale-i Nur ise siyasete tali derecede önem vermiştir. Bu ise yaygınlaşmasını veya kitleselleşmelerini kolaylaştırmıştır. Hizbu’t Tahrir siyasi alanda tefani etmiş ama kitlelerini unutmuştur. Helvanın tarifini bulmuş ama malzemesini unutmuştur. Sermayesiz iş yapmaya kalkışmıştır. Müşterisiz meta zayidir.  Dolayısıyla daha ziyade teorik zeminde kalmıştır. Müslüman Kardeşler ise hem terbiye/eğitim hem de siyasete aynı oranda ehemmiyet vermişlerdir. Risale-i Nur ise ikinci Said döneminde olduğu gibi şartlara göre siyaseti bazen tatil etmiş bazen de yeniden ele almıştır.  Bu Mekke ve Medine dönemlerini hatırlatır. Bu mesele çok tartışılmış zamanı bir nevi fetret dönemi görmeyenler acilcilik yaparak indirgemeci bir anlayışa bürünmüşlerdir.  Tepeden inme anlayış ve yaklaşımlar da Sünnetullah gereği pek inkişaf bulamamıştır.

Bu açıdan şunu söylemek mümkündür:  Risale-i Nur gelecek vacipleri veya görev ve ödevleri unutmadan lakin onu öne çekmeden anın vacibine odaklanmış, onu dikkate almış, orada yoğunlaşmıştır. Bu da hizmette inkişafı beraberinde getirmiştir. Bu nedenle de örgütlü yapıların içine girmemiş ve buna heves etmemiştir. Zira o devreye gelindiğinde bunun araçları ve görevli eşhası da ortaya çıkacaktır. Görevin aşamaları arasında örgütsel bir bağlantı değil, manevi bir bağlantı vardır.

Her meşrepte, yöntem veya anlayışta zamanın bir bölümünü veya iki dilimini kucaklayan, kapsayan dane-i hakikat bulunabilir. Ama bütün zamanları kucaklayamıyorlar.  İndirgemecilik ile malul oluyor. Anın vacibini gözetmeyenler genellikle bu duruma müncer oluyorlar.  Anın vacibini veya önceliğini fevt etmek, anakronik bir mecraya düşme veya sapma tehlikesini de beraberinde getiriyor.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )