Nurdan Haber

Ahmed Feyzi Kul ağabeyimizi Rahmetle anıyoruz

Ahmed Feyzi Kul ağabeyimizi Rahmetle anıyoruz
17 Ekim 2015 - 11:11

Nurdanhaber-Özel

Risale-i Nur’un mânevî avukatı Ahmed Feyzi Kul Ağabeyimiz 43 sene önce bugün 17 Ekim 1972 tarihinde vefat etmişti.

Ahmed Feyzi Kul ağabeyimizi rahmet dualarıyla ve özlemle anıyoruz.

Ahmed Feyzi Kul kimdir?

Is­par­ta’nın Ulu­bor­lu il­çe­sin­de 1898 se­ne­sin­de dün­ya­ya gelen Ah­met Fey­zi Kul Ağa­bey, Nurlarla iş­ti­ga­li sı­ra­la­rın­da daha çok Aydın’a bağlı Germencik ilçesinin Or­tak­lar Bu­ca­ğı­’nda ve İzmir’in Selçuk ilçesinin Çam­lık köy­ün­de ya­şa­mış­tır. Bu mekânlar birbirine çok yakındır. 1930’lu yıl­la­rın baş­la­rın­da Milaslı Halil İbrahim Çöllüoğlu vesilesiyle Üs­tad Be­di­üz­za­man’ı ta­nı­mış­tır. Üs­tad’ına yaz­dı­ğı mek­tu­ba “Ay­dın Müf­tü­sü” di­ye im­za atın­ca 1935 Es­ki­şe­hir hap­sin­den kur­tul­muş; fa­kat daha son­ra­ki 1943 De­niz­li ve 1948 Af­yon ha­pishane­le­rin­de Bediüzzaman’la beraber yat­mış­tır.

Daha öncelere gidersek; Ahmet Feyzi Kul, 1915’te İstanbul Darülfünun mektebinin son sınıfında talebe iken emsalleri gibi tahsilini yarıda bırakarak, ihtiyat subayı olarak Filistin cephesinde kıtaya sevk edilir. Savaşlarda yaralanıp İngilizlere esir düşer. Üç ameliyattan sonra Malta esir kampında kalır ve orada İngilizce öğrenir. 1919 esir mübadelesi kapsamında memleketine iade edilir. Kısa bir süre sonra bu defa da İstiklâl Savaşı’na katılır. Bu esnada sağ elinden giren kurşun elini deler geçer. Eli sakat kalır. Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle “Gazi el” olur. Bu yüzden emekliye sevk edilir.

Af­yon mah­ke­me­sin­de; “Bu asır­da zu­hur eden Ri­sa­le-i Nur’a ve mü­el­li­fi­ne işa­ret eden ayet ve ha­dis­ler­den is­tih­raç ya­pan ‘Mai­de­tü’l-Kur’an’ ad­lı ese­ri­nin çok mev­zu­u­ba­his edil­di­ği­ni ve yi­ne Af­yon Mah­ke­me­sin­deki ‘Şa­şa­a­lı Müdafaası’nın mah­ke­me­nin sey­ri­ni değiştirdiğini Mustafa Sun­gur Ağa­bey an­la­tı­yor. “Mai­de­tü’l-Kur’an” biz­zat Be­di­üz­za­man ta­ra­fın­dan Tıl­sım­lar Mecmu­a­sı’­na zeyl ola­rak ko­nul­muş­tur.

Üs­tad ona, “Ri­sa­le-i Nur’un ma­ne­vî avu­ka­tı” di­yor. Nur ta­le­be­le­ri, Ah­met Fey­zi Ağa­beyin çok kuv­vet­li hi­ta­bet ka­bi­li­ye­ti­ni ve ilm-i cif­re olan vu­ku­fi­ye­ti­ni iyi bi­lir­ler. 17 Ekim 1972 tarihinde An­tal­ya’da ve­fat et­miş­tir. Kab­ri Selçuk/Çam­lık köyündedir.

***

Vefatı münasebetiyle Ahmed Feyzi ağabeyin kendi dilinden bazı hatıralar yayınlıyoruz.

AHMED FEYZİ KUL ANLATIYOR

“Bediüzzaman’ın yüz­ler­ce ke­ra­me­tine şa­hit ol­mu­şum­dur”

“Ben Be­di­üz­za­man Haz­ret­le­ri­nin yüz­ler­ce ke­ra­me­ti­ne şa­hit ol­mu­şum­dur. Fa­kat en kü­çük bir ke­ra­met bi­le zu­hur et­se, he­men, ‘Hiz­me­tin ke­ra­me­ti­dir, Nur’un ke­ra­me­ti­dir, be­nim­le alâ­ka­sı yok’ der­di. Bir gün Emir­dağ’a git­tim. Be­ni he­men içe­ri al­dı. Bi­raz soh­bet­ten son­ra ‘Kar­da­şım! Sen bu­gün be­he­ma­hal bu­ra­dan git; zi­ra bu­ra­nın kay­ma­ka­mı çok mü­na­fık, bir ha­di­se çı­kar­ma ih­ti­ma­li var’ de­di. Em­ri alın­ca he­men çık­tık. Meh­met Ça­lış­kan’ın dük­kâ­nı­na var­dık. On­lar ye­mek ha­zır­la­mış­lar. ‘Siz ye­mek ha­zır­la­mış­sı­nız; ama ben emir al­dım, va­sı­ta­ya ba­kı­ve­rin’ de­dim. On­lar ‘Ooo… Va­sı­ta bir de­fa ge­li­yor bu­ra­ya, o da git­ti. Se­nin faz­la pa­ran var­sa, hu­su­sî bir tak­si tu­ta­lım, se­ni gön­de­re­lim’ de­di­ler. Ne­re­de Ha­cı Ah­met’te kav çak­mak!

“‘Bu­gün bu­ra­da mec­bu­rî ka­lı­yor­sun’ de­di­ler. ‘Aman!’ de­dim, ‘Du­yar­sa ne hâ­le ge­li­rim son­ra? Ona ha­ber ver­me­mek şar­tıy­la…’ İkin­di ol­du, ca­mi­ye sa­pa yer­ler­den git­tik ve gel­dik. Bü­yük bir ca­mi­le­ri var­dı. Meh­met Ça­lış­kan’ın evi­ne ka­pan­dık. Ora­da mi­sa­fir ka­la­ca­ğız, baş­ka yo­lu yok. Er­te­si gün gi­di­le­cek. Ak­şam, Al­lah ne ver­di­y­se ye­dik. Mi­sa­fir­ler gel­me­ye baş­la­dı. Hâ­kim, do­ktor gi­bi hep yük­sek ta­ba­ka­dan in­san­lar, hep­si de mü­dak­kik… Ba­na ka­bir su­a­li sor­ma­ya baş­la­dı­lar. Bir fü­tu­hat gel­di, ge­ce ya­rı­sı­na ka­dar, hiç ak­lı­ma gel­me­yen şey­le­ri ora­da ina­yet-i İlâ­hî­iy­le on­la­ra söy­le­dim. ‘Ar­tık bu ge­ce tam doy­duk, bü­tün müş­kül­le­ri­miz hal­lol­du’ de­di­ler. Ge­ce ya­rı­sı da­ğıl­dı­lar. Biz de yat­sı­yı kı­lıp yat­tık.

“Sa­bah na­ma­zın­dan son­ra git­me­ye ha­zır­la­nır­ken Zü­be­yir gel­di. ‘Kar­de­şim, Üs­tad Haz­ret­le­ri si­zi is­ti­yor’ de­di. ‘Ey­vah, yan­dık!’ de­dim. Meh­met Ça­lış­kan’a dö­ne­rek, ‘Kalk ba­ka­lım! Suç se­nin, be­ni gön­der­me­yen sen­sin…’ de­dim. O da, ‘Sen kork­ma!’ de­di. Ve Üs­ta­dın ya­nı­na git­tik… Ben önün­de diz çö­ke­rek otur­dum; Meh­met Ça­lış­kan ayak­ta, son­ra o da otur­du. Bi­ze, ‘Ni­çin kal­dın, ni­ye git­me­din?’ gi­bi bir şey de­me­di. ‘Kar­da­şım! Bu ge­ce kal­ma­nız çok isa­bet­li ol­du, çok isa­bet­li ol­du…’ de­di. San­ki mü­ba­rek, ge­ce ko­nu­şu­lan­la­rı ay­nen din­le­miş­ti. Ya­ni o ge­ce ya­pı­lan soh­bet, Üs­tad ta­ra­fın­dan ay­nen tel­kin edil­di, ta­sar­ruf edil­di. Daha baş­ka ne­ler söy­le­di, ha­tır­la­mı­yo­rum. Biz bu­na ben­zer daha ne­ler gör­dük kar­da­şım! Ne ha­di­se­le­re şa­hi­diz… Üs­ta­dın önün­de gön­lün­den ge­çen bir şe­yin ce­va­bı­nı, daha ağ­zı­nı aç­ma­dan al­ma­mak müm­kün de­ğil­di…

“Bu hiz­me­tin ke­ra­me­ti­dir, bi­ze ait bir şey de­ğil­dir”

“Bir de Üs­ta­dın ya­nın­da bir is­tin­sah işi­miz ol­du. Ab­dül­me­cit Efen­di, Asâ-yı Mu­sa’yı Arap­ça­ya ter­cü­me et­miş. Üs­tad Haz­ret­le­ri de Meh­met Fey­zi Efen­di’ye ha­ber gön­der­miş, fa­kat o da has­ta­lı­ğın­dan do­la­yı ge­le­me­miş. Ben de o za­man An­ka­ra’day­dım. İs­tan­bul’dan bi­ri­si gel­di. ‘Üs­ta­dın ca­nı çok sı­kı­lı­yor!’ de­di. ‘Hay­ret! Ne var, ni­çin?’ de­dim. ‘Asâ-yı Mu­sa’yı is­tin­sah et­ti­re­cek. Meh­met Fey­zi Efen­di’ye ha­ber gön­der­miş, o da has­ta­yım, de­miş. Arap­ça­yı her­kes ya­za­maz ki… Arap­ça­nın im­lâ­sı­na tam vâ­kıf ola­rak yaz­mak lâ­zım’ de­di. Ben İs­tan­bul’a git­mek­ten çe­ki­ni­yor­dum. İs­tan­bul’a git­me­ye mad­dî gü­cüm de mü­sait de­ğil­di. Şöy­le bir dü­şün­düm. ‘Eee Ah­met, sa­na bir va­zi­fe düş­tü, bu va­zi­fe se­nin’ de­dim, ‘Der­hal gi­dip bu ya­zı­yı ya­za­cak­sın.’ Sun­gur da ora­day­dı. Sun­gur’a ‘Kar­da­şım! Ben İs­tan­bul’a gi­de­ce­ğim’ de­dim. ‘Aman, ne ça­buk ka­rar ver­din!’ de­di. Ben de, ‘Her­hal­de bi­zim git­me­miz lâ­zım, ama ben Hüsnü’yü de gö­tü­re­ce­ğim’ de­dim. Sun­gur, ‘Ağa­bey, sen bi­lir­sin’ de­di.

“Er­te­si gün ken­di pa­ra­la­rı­mız­la oto­büs bi­let­le­ri­ni al­dık. O za­man An­ka­ra’dan İs­tan­bul’a 10 li­ra­ya gi­di­li­yor­du. Pa­ra­nın ehem­mi­ye­ti­ne bak… Tren­le fi­lan git­mek bi­zim için müm­kün de­ğil. Bi­zi uğur­la­dı­lar. Epey yol al­dık­tan son­ra Hüsnü ba­na de­di ki: ‘Ağa­bey, biz ora­ya ge­ce ya­rı­sı va­ra­ca­ğız. Bu oto­büs Sir­ke­ci’den Fa­tih’e Re­şa­di­ye Ote­li’ne va­ra­na ka­dar ge­ce ya­rı­sı­nı ge­çe­cek. Üs­tad’ın ya­nın­da­ki kar­deş­ler de ev­le­ri­ne gi­de­cek. Bi­zi de Re­şa­di­ye Ote­li’ne kim­se al­maz. Biz ora­da mey­dan­da ka­la­ca­ğız!’ de­di. Ben gayr-i ih­ti­ya­ri, ‘Kar­da­şım! Me­rak et­me, bi­zim bu­ra­dan ora­ya git­ti­ği­mi­zi söy­ler­ler ona’ de­dim. Hiç… Kim söy­le­ye­cek? Bi­zim ne git­ti­ği­miz­den, ne de gel­di­ği­miz­den kim­se­nin ha­be­ri yok.

“Ney­se Üs­kü­dar’a var­dık. Ara­ba va­pu­run­da sı­ra bi­ze ge­lip Sir­ke­ci’ye va­ra­na ka­dar ge­ce ya­rı­sı ol­du. He­men ale­la­ce­le in­dik, bir tak­si tut­tuk. Hü­cum Fa­tih’e… Ben es­ki­den İs­tan­bul’u bi­li­rim. Şeh­za­de­ba­şı’ndan ge­çer­ken Hüsnü, ‘Ağa­bey, kar­deş­ler ge­çi­yor!’ de­di. Ben de ‘İn, on­la­rı ça­buk ya­ka­la!’ de­dim. Ara­ba­dan in­di ve on­la­rı ya­ka­la­dı. Ba­na doğ­ru gel­di­ler, sa­rıl­dık. Ben İs­tan­bul’a bir şey­ler gö­tür­müş­tüm, on­la­rı kol­tuk­la­rı­na al­dı­lar. On­la­rın ye­ri­ne, ya­ni Sü­ley­ma­ni­ye’de­ki med­re­se­ye git­tik. Şim­di Al­man­ya’da bu­lu­nan Ab­dül­muh­sin kar­deş gül­me­ye baş­la­dı. ‘Ne gü­lü­yor­sun?’ de­dim. O da, ‘Sor­ma! Biz hiç bu yol­dan geç­mi­yor­duk, Şeh­za­de­ba­şı’ndan… Ha­di bu­gün de bu yol­dan gi­de­lim, de­dik. Son­ra daha ga­rip bir şey var’ de­di. Ben, ‘Ne o?’ de­dim. ‘Üs­tad Haz­ret­le­ri bu­gün ‘Ek­mek alın ba­na’ de­di. ‘Ca­nım Üs­ta­dım, ek­me­ği­miz çok, sa­na bu­nun bir ta­ne­si on gün ye­ti­yor; ek­me­ği al­dı­rıp da ne ya­pacak­sın?’ de­dik. ‘Yok, yok, alın! Si­zin ak­lınız er­mez, mi­sa­fir fa­lan olur’ de­di. Zor­la bun­la­ra üç ta­ne ek­mek al­dır­mış. İs­tan­bul’da o za­man ek­mek ve­si­kay­la bi­le bu­lun­mu­yor… İma­ret­ten ta­le­be­ler­den alı­yor­lar. Ney­se yu­mur­ta fi­lan yap­tı­lar, kar­nı­mı­zı do­yur­duk.

“Er­te­si sa­bah ote­le git­tik. Üs­tad Haz­ret­le­ri­ne be­nim gel­di­ği­mi ha­ber ver­di­ler, ka­bul et­ti. Ab­dül­muh­sin, ‘Efen­dim, dün bi­ze ek­me­ği bo­şu­na al­dır­ma­mış­sı­nız!’ de­di. Üs­tad da, ‘Sus, bir şey yok on­da; o, hiz­me­tin ke­ra­me­ti­dir, bi­ze ait bir şey de­ğil’ di­ye­rek ade­ta onu azar­la­dı. Ne­ler gör­dük, ne­ler ne­ler… Bu ha­ki­kat­le­ri me­zar­da ne ya­pa­lım? Onun için bu ha­ki­kat­le­ri siz­le­re be­yan et­mek, va­zi­fe­miz­dir.”

Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor-1

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )