Nurdan Haber

HÜRRİYET ÎMANIN HÂSSASIDIR…

HÜRRİYET ÎMANIN HÂSSASIDIR…
28 Ekim 2015 - 3:28

 

 

 

 

 

 

Õmrünün son günlerine kadar keyfi muamele ve eziyetlerden kurtulamayan Bediüzzaman, buna rağmen, îman hizmetini büyük bir kararlılıkla devam ettirmiş; o zor şartlar altında telif ettiği 6000 küsur sayfalık Risâle-i. Nur külliyatını tamamlamaya ve yaymaya muvaffak olmuştur. Kur’ân’ı bu asrın idrâkine uygun ve ikna edici bir üslûpla izah ve ispat eden ve vehbî olarak, ilhamen kaleme alınan bu eserler, onun çileli hayatının en güzel meyvesidir.

I- HÜRRİYET ÎMANIN HÂSSASIDIR; 
MEŞRÛTİYET MEŞVERET-İ ŞER’İYEDİR 
(1908-1920) 

Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikta nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mâzi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adâletnâme-i Şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim. 
Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ mahkemesinden tarih celbnâmesiyle celb olunsam, yine bu hakikatları tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. HAŞİYE

HAŞİYE: Şimdi, Üstad Bediüzzaman bu kırk beş senedeki dehşetli mahkemelerinde aynen bu on bir buçuk cinayetlerini ve on bir buçuk suallerini o Divan-ı Harb-i Örfî’deki gibi tekrar etmiştir ve etmektedir.

Demek, “Hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır.” -1- millet uyanmış; mugalata ve cerbeze ile iğfal olunsa da devam etmeyecektir. Hakikat telakki olunan hayalin ömrü kısadır. Feveran eden efkâr-ı umumiye ile, o aldatmalar ve mugalatalar dağılacaktır. Ve hakikat meydana çıkacaktır. İnşaallah.. 
 -2- 
Divan-ı Harb-i Örfî, s. 51. 

Hürriyete hitap 

Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sadâ ile çağırıyorsun. Benim

1 Hak yücedir ve hiçbir şey ondan daha yüce değildir. (Keşfü’l-Hafa, 1:127, Hadîs No: 362.)

2 Akıllı olanlara bu dediklerim yeterlidir. Ben köyü çağırdım, eğer köyde kimseler varsa.

gibi bir şarklıyı tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasa idin, ben ve umum millet zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömrü ebedî ile tebşir ediyorum. Eğer aynü’l-hayat Şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o Cennette neşv ü nema bulsan, bu millet-i mazlûmenin de eski zamana nisbeten bin derece terakki edeceğini müjde veriyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse, ağraz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmezse,  -1- ki, bizi kabr-i vahşet ve istibdattan ihraç ve cennet-i ittihat ve muhabbet-i milliyeye davet etti. 
Ya Rab! Ne saadetli bir kıyamet ve ne güzel bir haşir ki,  -2- hakikatının küçük bir misalini bu zaman bize tasvir ediyor. Şöyle ki:

1 Büyüklük Allah’ındır ve minnet de Ona mahsustur.

2 Öldükten sonra diriliş.

Asya’nın ve Rumeli’nin köşelerinde medfun olan medeniyet-i kadîme hayata başlamış ve menfaatını mazarrat-ı umumiyede arayan ve istibdadı arzu edenler  -1- demeye başladılar. Yeni hükûmet-i meşrutamız mu’cize gibi doğduğu için, inşaallah, bir seneye kadar  -2- sırrına mazhar olacağız. Mütevekkilâne, sabûrâne tuttuğumuz otuz sene Ramazan-ı sükûtun sevabıdır ki; azapsız, cennet-i terakki ve medeniyet kapılarını bize açmıştır. Hâkimiyet-i milliyenin beraet-ı istihlâli olan kanun-u şer’î hazin-i cennet gibi bizi duhule davet ediyor. Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim, dahil olalım. Birinci kapısı Şeriat dairesinde ittihad-ı kulub; ikincisi muhabbet-i milliye; üçüncüsü maarif; dördüncüsü sa’y-i insanî; beşincisi terk-i sefahettir. 

Ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum. Zira davete icabet vaciptir. 
Bu inkılab-ı azîmin fatihası mu’cize gibi başladığı için bir fa’l-i hayırdır ki, hatimesi de pek güzel olacaktır. Şöyle ki: 
Bu inkılab, fikr-i beşerin ağır zincirlerini parça parça ve istidad-ı terakkiye karşı setleri zir ü zeber ederek, hükûmeti varta-yı mevtten tahlis ve bu millet-i muzlûmede cevahir-i insaniyeti izhar ve âzâde olarak kâbe-i kemâlâta doğru gönderdiği gibi, hatimesi de, yani otuz sene kadar rengarenk sefahet ve israfât ve hevesât ve lezaiz-i nâmeşrua gibi seyyiat-ı medeniyet, devlet-i medeniyeti, hükûmet-i müstebide gibi inkıraza sevk eden umurlar maddeten zararını ihsas edeceğinden o müzlim ve kesif olan sehab, arzu-yu umumî ile münkeşif olduğundan, şems-i Şeriat ve ma’kesi olan kamer-i medeniyet, berrak ve saf ve esasatta Asya’yı ve Rumeli’yi tenvir ve mutazammın olduğu istidad-ı kemâlin tohumları hürriyetin yağmuru ile neşv ü nema bularak rengarenk elvan ile tezyin edeceğini bu fa’l-i hayır bize müjde veriyor. 

Bir mu’cize-i Peygamberîdir (a.s.m.) ve bu millet-i mazlûmeye bir inayet-i İlahîdir. Ve cemiyet-i milliyenin niyet-i halisanesinin bir kerametidir ki, bu maden-i saadet ve hürriyet olan Şeriat dairesindeki ittihad-ı kulûb ve muhabbet-i millî elimize meccanen girdi. Milel-i saire milyonlarla cevahir-i nüfus feda etmekle kazandılar. Ölmüş olan hissiyat ve âmâl ve müyülât-ı âliye-i milliyemizi ve ahlâk-ı hasene-i İslâmiyemizi bu küre-i arz denilen (cezbe tutmuş Mevlevî gibi) meczub cevvalin simâhında tanin-endaz ve umum milleti sürur ile bir garip ihtizaza getiren sedâ-yı hürriyet ve adalet nefh-i sûr-u İsrafil gibi hayatlandırıyor. 
Sakın, ey ihvan-ı vatan! Sefahetlerle ve dinde lâubaliliklerle tekrar öldürmeyiniz. Ve bütün efkâr-ı fâsideye ve ahlâk-ı rezileye ve desais-i şeytaniyeye ve tabasbusâta karşı Şeriat-ı Garra üzerine müesses olan kanun-u esasi Azrail hükmüne geçti. Onları öldürdü. 
Ey hamiyetli ihvan-ı vatan! İsrafât ve hilaf-ı Şeriat ve lezaiz-i nâmeşrua ile tekrar ihya etmeyiniz. Demek şimdiye kadar mezarda idik. Çürüyorduk. Şimdi bu ittihad-ı millet ve Meşrutiyet ile rahm-ı madere geçtik. Neşv ü nema bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden, inşaallah, mu’cize-i Peygamberî (a.s.m.) ile şimendifer-i kanun-u şer’iye-i esasiyeye amelen ve burak-ı meşveret-i şer’iyeye fikren bineceğiz. Bu vahşetengiz sahra-yı kebiri zaman-ı kasırada tekemmül-ü mebadi cihetiyle tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. Zira onlar kah öküz arabasına binmişler, yola gitmişler; biz birden bire şimendifer ve balon gibi mebadiye bineceğiz, geçeceğiz. Belki câmi-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-i İslâmiyenin ve istidad-ı fıtrînin, feyz-i îmânın ve şiddet-i cû’un hazma verdiği teshil yardımı ile fersah fersah geçeceğiz. Nasıl ki vaktiyle geçmiştik. 
Talebeliğin bana vardiği vazife ile ve hürriyetin ferman-ı me’zuniyetiyle ihtar ediyorum ki: 
Ey ebna-yı vatan! Hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz; ta elimizden kaçmasın ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın. HAŞİYE Zira hürriyet, müraât-ı ahkâm ve âdâb-ı Şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşv ü nema bulur. Sadr-ı evvelin, yani Sahabe-i Kiramın o zamanda alemde vahşet ve cebr-i istibdat hükümferma olduğu halde, hürriyet ve adalet ve müsavâtları bu müddeaya bir bürhan-ı bahirdir. Yoksa hürriyeti sefahet ve lezaiz-i nâmeşrua ve israfât ve tecavüzât ve heva-i nefse ittibada serbestiyet ile tefsir ü amel etmek; bir padişahın esaretinden çıkmakla ve alçakların istibdadı ve esaret-i rezilesinin altına girmekle beraber milletin çocukluk istidadını ve sefih olduğunu gösterdiğinden, paralanmış olan eski esarete layık ve hürriyete adem-i liyakatını gösterir. Zira sefih mahcurdur. Geniş ve muşa’şa olan yeni hürriyet-i şer’iyeye adem-i liyakat, (zira çocuğa geniş olmaz) şanlı olan ittihad-ı millîyi bozulmuş ve müteaffin olan hâlât ile fena bir hastalığa hedef edecektir. Zira ehl-i takva ve vicdanın tefsiri böyle değil. Mezhebi de muhalif olacaktır. Biz millet-i Osmaniye, erkeğiz. 

Kamet-i merdane-i istidad-ı milliyemize kadınların libası gibi süslü sefahet ve hevesât ve israfât yakışmıyor. Binaenaleyh, aldanmayalım.  kaidesini düsturu’l-amel yapalım. Şöyle ki: 
Ecnebiyede terakkiyat-ı medeniyeye yardım edecek noktaları (fünun ve sanayi gibi) maalmemnuniye alacağız. 
Ama medeniyetin zünub ve mesavîsi olarak bazı âdât ve ahlâk-ı seyyie ki, ecnebîlerde mehasin-i medeniye-i kesiresiyle muhat olduğu için çirkinliğini o kadar göstermiyor. Biz ise aldığımız vakit sû-i talih cihetiyle ve sû-i intihap tarîkiyle müşkilü’t-tahsil mahasin-i medeniyeti terk edip, çocuk gibi heva ve hevese muvafık zünub-u medeniyeti kesb ettiğimizden muhannes gibi (yani kadınlaşmış erkek gibi) veya mütereccile gibi (yani erkekleşmiş kadın gibi) oluruz. Kadın, erkek gibi giyinse maskara olur. Erkek, kadın gibi süslense muhannesliktir, yakışmaz. Mert ve alihimmet, zîb ü-Safa vereni al, keder vereni bırak.

zîverle muzahraf cilveli hanım gibi olmamalı. 
Elhasıl: Zünub ve mesavî-i medeniyeti, hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten seyf-i Şeriatla yasak edeceğiz. Ta ki, medeniyetimizin gençliği ve şebabeti, zülâl-i ayni’l-hayat-ı Şeriatla muhafaza olsun. Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lazımdır ki; onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin maye-i bekası olan âdât-ı milliyelerini muhafaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyette neşv ü nema bulduğu için, iki cihetle sarılmak zaruridir. 
Ey hamiyetli ebna-yı vatan! Cemiyet-i millî ruhlarını feda etmekle saadetimize yol açtılar. Biz de, bazı lezâizimizi terk ile onlara yardım edeceğiz. Zira o sofra-yı nîmete beraber oturuyoruz. Efkâr-ı fâside sahibi; yani hürriyet altında istibdadı ve mezâlimi arzu edenler, mevt-i ebedîye mazhar olan ve zaman-ı mazinin çukurunda medfun olan istibdadâtı veyahut seyl-i hurûşan-ı zaman içinde yuvarlanmış olan mezâlimi, bir daha temaşa etmemek için, tarih-i hayat-ı hürriyetin beyanıyla, mazi ve hal meyanında delinmez bir sedd-i ahenin çekmek istiyorum. 
Şöyle ki: Bu inkılab, doğurduğu hürriyeti, eğer meşveret-i şer’iyenin terbiyesine verse, bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihya edecektir. Eğer veba-yı ağraz-ı şahsiyeye müsadif olsa; istibdad-ı mutlaka dönecek, o çocuk ölecek. Hürriyet tam zamanında doğdu. Ahval ve ilcaat-ı zaman tam terbiyesine hizmet ister. Sun’î ve ihtiyarî değil; ta ki, çok külfete muhtaç olsun. Eski zaman gibi bu kadar tazyikatın tesiriyle me’yusiyet ve mahv olmak şanından olmayan hamiyet-i İslâmiye o kadar galeyana gelmiş ki, güya hürriyet rahm-ı maderde tekmil yaşa kadar gelmiş. Kademnihâde-i saha-i vücut olduğu anda hükümfermalığını ilan ve hiçbir müsademâta karşı tezelzüle ve delmeye uğramayacak bir sedd-i ahenîn gibi veyahut taht-ı Belkısî gibi “Beş Hakaik-ı Sabite” üzerine teessüs edecek. 

Yarın devan edecek…

 

HAŞİYE: Evet, daha dehşetli bir istibdad ile pek acı ve zehirli bir esareti bize içirdiler.

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )