Nurdan Haber

Bizdeki hürriyet alem-i islamın hürriyetine sebep olacaktır 

Bizdeki hürriyet alem-i islamın hürriyetine sebep olacaktır 
01 Kasım 2015 - 3:21

Bizdeki hürriyet alem-i islamın hürriyetine sebep olacaktır 

Sual : “Heyhat! Nasıl hürriyetimiz umum alem-i İslamın hürriyetinin mukaddimesi ve fecr-i sadıkı olur?” 
Cevap : İki cihet ile. 
Birincisi: Bizde olan istibdat, Asya’nın hürriyetine zulmanî bir sed çekmişti. Ziya-i hürriyet o muzlim perdeden geçemezdi ki, gözleri açsın, kemâlâtı göstersin. İşte bu seddin tahribiyle, fikr-i hürriyet Çin’e kadar yayıldı ve yayılacaktır. Fakat, Çin ifrat edip komünist oldu. alemdeki terazinin hürriyet gözü ağır geldiğinden, birdenbire terazinin öteki gözünde olan vah-şet ve istibdadı kaldırdı, git gide kalkacak. Eğer siz sahîfe-i efkârı okusanız, tarîk-ı siyaseti görseniz, hutebâ-i umûmi olan doğru konuşan cerâidi dinleseniz, anlayacaksınız ki, Arabistan, Hindistan, Cava, Mısır, Kafkas, Afrika ve emsallerinde o derece fikr-i hürriyetin galeyanıyla, alem-i İslamın efkarında öyle bir tahavvül-ü azîm ve inkılab-ı acîb ve terakkî-i fikrî ve teyak-kuz-u tam intac etmiştir ki, pahasına yüz sene verseydik yine ucuzdu. Zîra, hürriyet milliyeti gösterdi; milliyet sadefinde olan İslâmiyetin cevher-i nûranîsi tecellîye başladı. İslâmiyetin ihti-zazını ihbar etti ki, herbir müslim, cüz-ü fert gibi başıboş değildir; belki, herbiri mürekkebat-ı mütedahile-i mütesaideden bir cüz’dür, sair eczalar ile cazibe-i umûmiye-i İslamiye noktasında birbiriyle sıla-i rahimleri vardır. Şu ihbar bir kavî ümit verir ki, nokta-i istinad ve nokta-i istimdat gayet kavî ve metîndir. Şu ümit, yeisle öldürülen kuvve-i maneviyemizi ihya etti. Şu hayat, alem-i İslamdaki galeyan eden fikr-i hürriyetten istimdat ederek umum alem-i İslâm üzerine çökmüş olan istibdad-ı manevî-i umûminin perdelerini parça parça edecektir. HAŞİYE 

Ümitsizliği adet edinmiş kimseye rağmen.

HAŞİYE: Lillahilhamd, kırk beş sene sonra parça parça etmeye başladı.

İkinci Cihet: Şimdiye kadar ecnebîler bahane mahane tutarlardı, milletimizi eziyorlardı. Şimdi ise, ellerinde urûk-u insaniyetkârânelerine veya damar-ı mutaassıbânelerine veya âsâb-ı dessasânelerine dokunduracak ellerinde serrişte-i bahane olacak öyle nokta bulamazlar. Bulsalar da tutamazlar. Bahusus, medeniyet hubb-u insaniyeti tevlid eder. 
Münâzarât, ss. 63-65. 

Şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazîlettir 

Bidayetlerde herkesten sual olunduğu gibi, Divan-ı Harbde bana da sual ettiler: 
“Sen de Şeriatı istemişsin?” 
Dedim: 
“Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye hazırım! Zira Şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil.” 
Divan-ı Harb-i Örfî, s. 19. 

Şeriatın meslek-i hakikîsi, hakikat-i meşrûtiyet-i meşrûadır 

Geçen sene bidayet-i hürriyette elli-altmış telgraf umum şark aşîretlerine sadaret vasıta-sıyla çektim. Meali şu idi: 
“Meşrutiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mes’ele ise; hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir. Hüsn-ü telakki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira, dünyevî saadetimiz Meşrutiyette-dir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz.” 
Her yerden bu telgrafların cevabı, müspet ve güzel olarak geldi. Demek vilayât-ı şarkiyeyi tenbih ettim, gafil bırakmadım. Ta yeni bir istibdat onların gafletinden istifade etmesin. 
Ayasofya’da, Bayezit’te, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ulema ve talebeye hitaben müte-addit nutuklar ile Şeriatın ve müsemma-i meşrutiyetin münasebet-i hakikiyesini izah ve teşrih ettim. Ve mütehakkimane istibdadın Şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim. Şöyle ki: 

hadîsinin sırrıyla, Şeriat aleme gelmiş; ta istibdadı ve zalimâne tahakkü-mü mahvetsin. 
Herhangi bir nutuk irad ettim ise; herbir kelimesine kimsenin bir itirazı varsa, bürhan-ı katî ile ispata hazırım. Ve dedim ki: Asıl, Şeriatın meslek-i hakikisi, hakikat-i meşrutiyet-i meşrûadır. Demek meşrûtiyeti, delail-i şer’iye ile kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi taklîdî ve hilaf-ı Şeriat telakki etmedim. Ve Şeriatı rüşvet vermedim. Ve ulema ve Şeriatı, Avrupa’nın zünun-u fâsidesinden iktidarıma göre kurtarmaya çalıştım. 
Divan-ı Harb-i Örfî, ss. 21-22. 

Meşrûtiyet, adalet ve şeriattır 

İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerimi-hamal ve gafil ve safdil olduklarından-bazı particiler onları iğfal ile vilayât-ı şarkiyeyi lekedar etmelerinden korktum. Ve hamalların umum yerlerini ve kahvelerini gezdim. 

Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir. (Keşfü’l-Hafâ, 1:462. Hadîs no: 1515.)

Geçen sene anlayacakları suretle Meşrutiyeti onlara telkin ettim. Şu mealde: 
İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve Şeriattır. Padişah, Peygamberimi-zin emrine itaat etse ve yoluna gitse halîfedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tabi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı; sanat, marifet, ittifak silahiyle cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zira husumette fenalık var, husumete vaktimiz yoktur. Hükümetin işine karışma-yacağız. Zira, hikmet-i hükümeti bilmiyoruz. 
İşte o hamalların, Avusturya’ya karşı-benim gibi bütün Avrupa’ya karşı (*) – boykotajları

(*) Bediüzzaman’a zürefadan biri birgün, irfanıyla mütenasip bir esvap giymesi lüzûmundan bahseder. Müşarünileyh de: “Siz, Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönder-diği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum. Onun için yalnız memleketimin maddî ve manevî mamulâtını giyiyorum” buyurmuştur.

ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda akılane hareketlerinde bu nasihatın tesiri olmuştur. 
Divan-ı Harb-i Örfî, s. 23-24. 

Meşrûtiyetin müsemmasına ahd ü peyman ettim 

Herkesin şevkini kıran ve neşesini kaçıran ve ağrazlar ve taraftarlıklar hissini uyandıran ve sebeb-i tefrika olan ırkçılık cemiyat-ı âvâmiyeyi teşkiline sebebiyet veren ve ismi meşrûtiyet ve mânâsı istibdat olan ve İttihad ve Terakki ismini de lekedar eden buradaki şube-i müstebidâ-neye muhalefet ettim. 
Herkesin bir fikri var. İşte sulh-u umumî, afv-ı umumî ve ref’-i imtiyaz lazım. Ta ki, biri bir imtiyaz ile başkasına haşerat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın. Fahr olmasın! Derim, biz ki hakikî Müslümanız; aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.

Zira biliyoruz ki,  Fakat, meşrû, hakikî meşrûtiyetin müsemmasına ahd ü peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım. 
Fikrimce meşrûtiyetin düşmanı; meşrûtiyeti gaddar, çirkin ve hilaf-ı Şeriat göstermekle meşveretin de düşmanlarını çok edenlerdir. “Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.” 
Divan-ı Harb-i Örfî, ss. 39-40. 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )