بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ
Aziz Ve Muhterem Müslümanlar
İnsanın istikametten sapmasına sebep olan en kötü hasletlerden biri de hased’dir.
Hased, Allah’ın, bazı kullarına verdiği maddi ve manevi nimetlerini kıskanmak ve o nimetlerin o kimseden gitmesini istemektir.
Diğer bir ifade ile Allah’ın kulları arasında yaptığı taksime razı olmamak, teslimiyet göstermemektir. Haset, Allah’ın lütuf ve ihsanlarına itiraz etmektir ki, bu da azim bir hatadır.
Kıskanç bir adam, insanların izzet ve şerefleriyle oynar ve gizli işlerini açığa çıkarmak için çaba harcar ve hileli yollarla haset ettiği kimseye verilen nimetlerin zail olmasına çalışır. Bu ise fertler arasında husumete ve nizaya yol açar. Neticede toplum hayatına ve uhuvvet-i İslâmiyeye zarar verir.
Fudayl bin İyaz: “Mü’min gıpta eder, münafık haset eder.” buyurur. Bu söz bizim için hem güzel bir ölçü, hem de büyük bir tehdit içerir. Bir insan, bir başkasının nâil olduğu maddî veya manevî bir ihsana kendisinin de erişmesini arzu edebilir. Bu haset değil gıptadır.
Hasette ise, haset edilen şahıstan o ihsanın mutlaka geri alınması arzu edilir. Yani, zengin komşusuna haset eden adamın temel hedefi, kendisinin zengin olması değil, komşusunun fakir olmasıdır. Bu ise, ancak münafıklara yakışacak kadar aşağı bir düşüncedir.
Bununla beraber, bu güzel sözü yanlış yorumlayarak, haset edenlere hemen münafık damgası vurmak elbette doğru değil.
Çünkü münafığın tarifi açık: Münafık, gerçekte iman etmediği halde iman etmiş gözüken kimsedir. Haset eden bir mü’mine, bu mânâda, münafık demek mümkün değildir.
O halde bu sözü, “Sakın haset etmeyiniz, zira bu ancak münafıklara yakışan alçak bir sıfattır.” şeklinde anlamamız gerekir.
Değerli Müslümanlar
Haset hastalığına tutularak, kendi kaybına değil de, başkalarının kazancına üzülen bir insan ticaret bilmezliğin en ileri örneğini sergiler.
Hasetten kurtuluş için Bediüzzaman Hazretleri’nin bir tavsiyesi var: Hased evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.
Hasedin çaresi: Hâsid adam, hased ettiği şeylerin akibetini düşünsün. Tâ anlasın ki; rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattır. Faidesi az, zahmeti çoktur.
Eğer uhrevî meziyetler ise, zâten onlarda hased olamaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa; ya kendisi riyakârdır, âhiret malını dünyada mahvetmek ister veyahut mahsudu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.
Haset hastalığının temelinde, haset edilen kimseyi ve onun elindeki dünya nimetlerini ebedî zannetme gafleti yatar.
Akıl planında, gerçeğin böyle olmadığını herkes bilir; ama, hissiyat hükmünü icra etti mi, zavallı akla kıvranmaktan öte bir şey kalmaz.
Bir asır sonra bütün haset edenler ve edilenler gibi, hasede konu olan mevki ve makamlar, servet ve devletler de başka insanların eline geçecekler; bir süre de onları oyalayacak ve hiçbirine gerçek yâr olmadan, bir başka gruba intikal edecekler.
Aziz Müslümanlar
Hasedin bir de kadere itiraz yönü var.
Cenab-ı Hak “Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için, insanlara haset mi ediyorlar?” (Nisa Sûresi, 54) buyuruyor.
Âyet-i kerimede, “Allah’ın lütfundan verdiği” şeklinde çok hikmetli bir kayıt var. Demek ki hased cenab-ı hakkın lütfu ile verdiği ihsana razı olmamak olduğundan bunların bir müminden alınmasını arzu etmek, kaderi tenkit ve rahmete itiraz mânâsı taşır.
Bir insan düşünelim: Belli bir nimete ulaşmak için elinden gelen gayreti göstermiş, meşru dairede çalışmış, fiilî ve kavlî duasını yaptıktan sonra Rabbinin rahmetini, inayetini gözlemeye başlamıştır.
Bu insana yapılan İlâhî lütuf karşısında mü’mine düşen vazife, o nimete kendisi nâil olmuş gibi sevinmektir. Kadere iman da, İslâm kardeşliği de bunu gerektirir.
Hasit insanın hasedi, haset edilene zarar vermez, ancak kişinin kendine zarar verir. Hased eden kimsenin içinde daima sönmeyen bir ateş yanar. Bu ateş, haset edilene verilen nimet artıkça artar.
Haset hastalığının dünyadaki zararından ve ahiretteki azabından kurtulmanın yegane çaresi, hasedin haram olduğunu bilip, bu hususta nefisle mücadele etmektir. O zaman şeytanın tuzağından kurtulmak mümkün olur.
Cenab-ı Hak kalbî hastalıklardan olan hased’den bizleri ve cümle Müslümanları muhafaza buyursun.