Nurdan Haber

Felak Suresi’nin Günümüze Bakan Bir Tahlili

Felak Suresi’nin Günümüze Bakan Bir Tahlili
02 Nisan 2017 - 16:52

Bediüzzaman Said Nursî, Felak Suresi’ni istikbale bakan yönleriyle açıklarken beşinci ayet için şöyle demektedir:

“ ‘Ve min şerri hâsidin izâ hased…’ cümlesi -şedde ve tenvin sayılmaz- yine bin üç yüz kırk yedi (1347) edip aynı tarihte ecnebî muahedelerin icbârıyla bu vatanda ehemmiyetli sarsıntılar ve felsefenin tahakkümüyle bu dindar millette ehemmiyetli tahavvüller vücuda gelmesine ve aynı tarihte devletlerde İkinci Harb-i Umumî’yi ihzar eden dehşetli hasedler ve rekabetlerin çarpışmaları tarihine bu mana-yı işârî ile tam tamına tevâfuku ve manen tetâbuku, elbette bu kudsî Sure’nin bir lem’a-yı i’câz-ı gaybîsidir.”(1)

Hased ettiği zaman bir hâsidin şerrinden…” mealindeki bu ayet, hasedcinin şerrinden ümmeti Allah’a sığınmaya davet etmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri baştaki “ve min” ibaresini hariç tutarak bu ayetin ebcedini 1347 (Miladi 1928) olarak çıkarmış ve ayetin mana cihetiyle o tarihe nasıl baktığını yukarıdaki gibi izah etmiştir.

Acaba biz “min” edatını da hesaba katarsak ayet hangi tarihe tekabül eder ve nasıl bir mana mutabakatı çıkar?

İşte, “min” edatının 90 olan değerini 1347’ye kattığımızda 1437’yi elde ediyoruz. Hicri 1437’nin Miladi karşılığı 2016’dır.

Malum olduğu üzere F. Gülen’in darbe teşebbüsü de 2016’dadır.

HASED”DEN DOĞAN “ŞER”

Ayet, “hased”den doğan “şer”den bahsettiğine göre acaba 2016 yılındaki bu “şer” teşebbüsün “hased” ile alakalı bir tarafı var mıdır?

Bediüzzaman, Mektûbat eserinde hased/kıskançlık hakkında şunu söylüyor:

Kardeşlerim, enâniyetin işimizde en tehlikeli ciheti, kıskançlıktır. Eğer sırf lillah için olmazsa kıskançlık müdahale eder, bozar. (…)

Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki:

İçinizde ve ahbabınızda bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında bir enâniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa o cihette enâniyetlidir. Çabuk enâniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da nefsi, o ilmî enâniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hatta yazılan Risalelere karşı muâraza ister. Kalbi Risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu hâlde nefsi ise enâniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adâvet besler gibi ‘Sözler’in kıymetlerinin tenzilini arzu eder; tâ ki kendi mahsulat-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.”(2)

Bu ifadelerde hem Bediüzzaman’ın şahsına karşı hem de Risale-i Nur’a karşı takınılan bir tavır söz konusudur:

Bediüzzaman’a karşı “kıskançlık” (hased) ve “Sözler”e (Risale-i Nur’a) karşı “muâraza” ve “adâvet” tavrı.

İkisini birbirine bağlayacak olursak “kıskançlık” ve ondan gelen “muâraza” ve “adâvet”

Meseleyi yakından takip eden herkes, bu tabirlerin F. Gülen ile alâkasını kolayca anlayabilir. Şöyle ki:

F. Gülen, enâniyetiyle Bediüzzaman’ı kıskanmış ve bunu iç âleminde hep yaşamıştır.

*Neden onun kadar zeki değil?!

*Neden onun kadar talebesi yok?!

*Neden kitapları onunki kadar okunmuyor?!

*Neden ona ilham geldiği hâlde kendisine gelmiyor?!

*Neden ona mücedditlik verilmiş, fakat kendisine verilmemiş?!

Gülen’in hasedinin kaynakları, işte bunlar olmuştur.

Şimdi bunlar üzerinde mülahazalarımızı beyan edelim:

İlk olarak zekâ:

Gerçi F. Gülen -Bediüzzaman kadar olmasa da- deha derecesinde zeki biridir. Ancak bu, Rahmanî bir zekâ değil, şeytanî ve menhus bir zekâdır. Bediüzzaman, aklını, zekâsını ve ilmini hak yolda kullanmışken Gülen, dünyevî projelerini gerçekleştirmek için kullanmıştır.

İkinci olarak, talebelerin, tâbilerin çokluğu:

Bunlar ise her zaman makbuliyet alameti değildir. Mühim olan, istikametli bir cemaattir. Şayet istikamet olmazsa çoğalmakla kıymet artmaz, bilakis azalır. Eksi sayıların toplamının daha küçük çıkması gibi. Bediüzzaman, çoğalmaktan ziyade istikameti muhafazaya gayret gösterirken F. Gülen çoğalmak için -çok defa gayrimeşru yollarla- bütün imkânlarını kullanmıştır. Zira onun hedefi ahiret değil, dünyadır. Dünyevî hedeflerde ise sayı çokluğuna ihtiyaç vardır.

Üçüncü olarak, kitaplar:

Yukarıdaki metinde kıskanç ehl-i ilmin Risale-i Nur’a karşı muâraza ve adâvetinden bahsediliyor. İşte, F. Gülen’in kıskançlıktan gelen bu muâraza ve adâveti, onu Risale-i Nur’un tahrifine kadar götürmüştür. Onun Risale-i Nur’a karşı muârazası ve adâvetinin kuvveden fiile çıkması, sadeleştirme hadisesiyle olmuştur.

Bu sadeleştirme hadisesinin sebebi -yukarıdaki metnin ifadesiyle- “ ‘Sözler’in [Risale-i Nur’un] kıymetlerinin tenzili”dir. Ve bunun sebebi de “Kendi mahsulat-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.”.

Burada M. Kemal’in Kur’an’ı tercüme ettirme meselesi hatıra gelmektedir. “Kur’an tercüme edilsin; tâ ne mal olduğu bilinsin.”(3) mülahazasıyla… Bu şeytanî mülahazaya göre Kur’an tercüme edilecek; aslındaki kudsiyet, ulviyet ve tesir görünmeyecek; insanların nazarında kıymetten düşecek.

F. Gülen’in de aynı şeytanî mülahazasına göre Risale-i Nur sadeleştirilecek; aslındaki kudsiyeti, ulviyeti ve tesiri kırılacak; artık revaç bulmayacak ve onun yerine kendi eserleri okunacak. Üstelik sadeleştirilmiş kitapların satışıyla da yeni bir gelir kaynağı doğacak.

Dördüncü olarak, Bediüzzaman’a Allah’tan gelen sünuhat, tuluat ve ilhamat ile bunlara mukabil F. Gülen’in ondan geri kalmamak için serdettiği gaybî haberler ve rüyalar:

Fakat heyhat; Bediüzzaman’a gelenler, kalb-i seliminden; -eğer varsa- Gülen’e gelenler ise lümme-i şeytaniyeden! Onun adı ilham,ilham-ı İlahî; bunun adı vesvese, vesvese-i şeyâtin.

O rüyalar ise ya uydurulmuş hezeyanlardır yahut Cenabıhakk’ın ona kurduğu tuzaklardır. Hani bu rüyalardaki “Sen kimseye bakma; yürü, devam et!” talimatları… Bu talimatlardan sonunda ne çıktı peki? İşte, “Yürü!” talimatına uyarak yürüye yürüye geldiği nokta -bizzat kendi ifadesiyle- “mesâib ve devâhi” (musibetler ve felaketler) oldu, belalar sel gibi üzerine aktı. Demek -eğer rüya meselesi doğruysa- Cenabıhak onu bu rüyalarla bir uçuruma doğru arkasından ittikçe itti. O da bu rüyalar ve zahirî muvaffakiyetlerle coştukça coştu, uçuruma doğru aşkla şevkle alabildiğine koştu. Ve neticede uçurumdan aşağıya baş aşağı yuvarlanıverdi. İşte, bu, Allah’ın buğz ettiği asi bir kuluna kurduğu tuzaktır ve adı da “mekr-i İlahî”dir.

Beşinci ve son olarak fakat mevzumuzla birinci derecede ilgisi olan mücedditlik meselesi:

F. Gülen, mücedditliğin bir liyakat ve tavzif olduğunu bilmedi veya bilmek istemedi; Bediüzzaman’ı kıskandı. Evet, mücedditlik, bir tavziftir yani vazifelendirmedir. Cenabıhak insanlar içinden bir kısmını seçip onlara peygamberlik vazifesi vermiştir. Peygamberlik devri kapanınca da zamanın değişen şartlarına göre Müslümanlara rehberlik edecek mücedditler seçmiştir. Bu da bir tavziftir. Her zaman her yerde mübarek insanlar yetişmektedir. Bunlar ilimde yahut velayette ne kadar ileri gitseler de Cenabıhakk’ın tavzifi olmadan mücedditlik makamına oturamazlar. Bu, tamamen kesbî bir makam değildir. Kısmen kesbî, kısmen intihâbîdir. Yani hem liyakat ile hem de Allah’ın hususi seçimiyle olur. Mehdiyet ve Mesihiyet makamları da öyle. Gülen, bu makamlardan hiçbirine sahip olmadığını elbette biliyor. Bildiğinden dolayı Bediüzzaman’a hased etmiştir. Hasedinden dolayı da -boyundan büyük işlere kalkışarak- müntesiplerini ve hatta ehl-i kitabı dahi bu makamlarla aldatmıştır. Ne diyelim?! Biz ona ancak şunu diyebiliriz:

Süfyaniyet senin neyine yetmiyor?! Demek sen buna layıkmışsın ki senin kısmetine de bu düşmüş.

Bu makamlara bir de halifelik sevdası eklenince başımıza, maalesef, Ayet’in ebcedle bildirdiği 2016 gailesi açılıverdi. Zira 2016 darbesi başarılı olsaydı ABD’den gelip Ankara’da kendisi için hazırlanan hilafet sarayına oturacaktı.

EN TEHLİKELİ” OLAN “KISKANÇLIK” VE ONDAN DOĞAN “MUÂRAZA” VE “ADÂVET”İN SONUÇLARI

Yukarıdaki metinde dikkatimizi çeken ve üç kere -evet, üç kere- tekrar edilen bir tabir var: “en tehlikeli”

Evet, Üstad’ın mazhar olduğu vazifedarlık makamına ve ona bahşedilen Risale-i Nur nimetine karşı F. Gülen’in gösterdiği kıskançlık, muâraza ve adâvet yüzünden Gülen, Üstad’ın o makamına ve Risalelerine karşı nasıl “en tehlikeli” bir tutuma girmiştir? Bu sorunun cevabı olarak yukarıda yaptığımız açıklamayı şimdi en anlaşılır şekilde özetleyelim.

* Gülen’in Risale-i Nur’a karşı takındığı tavrın “en tehlikeli” sonucu, Risale-i Nur’u tahrif ederek Kur’an’ı müdafaasız bırakmaya çalışmasıdır:

Kur’an’ın etrafında bir sur gibi onu hücumlardan muhafaza eden Risale-i Nur’u -İslam’ın en azılı düşmanlarının dahi şimdiye kadar yapmadığı şekilde- tahrif ederek dinsizlerin hücumlarına karşı Kur’an’ı müdafaasız bırakmaya çalışması, Risale-i Nur’a ve Kur’an’a karşı giriştiği “en tehlikeli” bir teşebbüs değil midir?!

* Gülen’in Bediüzzaman’a karşı takındığı tavrın “en tehlikeli” sonucu, darbe teşebbüsü ile ittihad-ı İslam’ı engellemeye çalışmasıdır:

Üstad’ın sahip olduğu vazifedarlık makamına sahip olamamanın verdiği isteri ile onun gibi yüksek makamlara sunî olarak kendisini yakıştırmak ve o makamlara oturmak için giriştiği darbe teşebbüsü, ittihad-ı İslam’ın hareket merkezi olan bu vatana, bu devlete, bu millete ve dolayısıyla bütün İslam âlemine karşı “en tehlikeli” bir teşebbüs değil de nedir?!

Dikkat ediniz:

Onun Risale-i Nur’a karşı tutumu, Kur’an’a hıyaneti netice vermiştir.

Bediüzzaman’a karşı tutumu, âlem-i İslam’a ihaneti doğurmuştur.

Yani Risaleleri tahrif ederek Kur’an’ı ehl-i zındıkanın hedefi hâline getirmek.. ve darbe ile Türkiye’nin idaresini ele geçirip Haçlılara teslim ederek(4) ittihad-ı İslam’ı çökertmek…

Bunlardan daha tehlikeli bir tahribat ne olabilir? Bilen varsa söylesin.

İŞTE “BÜYÜK DECCAL”

Şimdi düşünelim:

Bu “en tehlikeli” tahribatları yapan, “büyük Deccal”dan başka kim olabilir?

Buna “Bir Sırr-ı İnnâ A’taynâ”dan delil getirelim. İşte, Üstad’ın ona işareti:

“… bu küçük Deccallardan 100 sene sonra büyük Deccal’a işaret vardır. Nasıl ki bu geçmiş 100’ün iki başında Mason komitesinin ve onun bir mukaddimesi olan Yeniçeri içerisine giren fesad komitesi, o 100’ün iki başındadır.. Allahu a’lem, bu gelecek 100’ün dahi bu başında bu küçük Deccallar komitesi, öteki başında büyük Deccal’ın komitesi bulunduğuna ‘İnne şânieke hüve’l-ebter.’ işaret ediyor.”

Küçük Deccallar”, Süfyaniyet’in ilk üç rüknü olan M. Kemal, İ. İnönü ve F. Çakmak’tır. Onlardan bir asır sonra -bu zamanda- zuhur edecek “büyük Deccal”ın ise Süfyaniyet’in dördüncü rüknü olan F. Gülen olması, en makul bir istihraçtır.

HÜLASA

İşte, Min şerri hâsidin izâ hased…” cümlesi;

*Hem 1437 (2016) tarihiyle,

*Hem “Hased ettiği zaman hasedcinin şerrinden…” manasıyla

hasedin günümüzdeki bu dehşetli tahribatına -hem ebced hem mana muvafakati bakımından- böyle açıkça, mûcizâne işaret etmektedir.

BİR HAŞİYE:

MİN” EDATINDAKİ SIR

Üstad Hazretleri bu edatı neden hesaba dâhil etmediğini şöyle açıklıyor:

Hâsid, hased ettiği zaman bütün şerdir. Bâziyete lüzum yoktur.”(5)

Yani “min” edatı “bâziyet”i ifade ettiğinden hesaba girmemiştir. Zira hased tamamen şerdir. Hasedde “bâzen” hayır da olabileceği söz konusu değildir.

Fakat biz 1437’yi yani 2016 yılını bu “min” ilavesiyle elde ettik.

Bunu nasıl izah edeceğiz?

Birinci Olarak:

Demek, 2016 darbesine taalluk eden hususi bir hayır ciheti de olacaktır.

Bu sonuca ulaşmak için hareket noktamız şu oldu:

Üstad zamanında İstanbul’da bir hoca, onun gıybetinde bulunmuştu. Üstad da hasedden gelen bu gıybetin(6) bir “vech-i rahmet”i olduğunu söyleyerek o vech-i rahmeti şöyle açıklamıştır:

Risale-i Nur’a ehl-i ilim ve ehl-i dikkati ciddiyetle bakmaya ve tetkik etmeye sevk etti. Elbette Risale-i Nur’u tetkik eden bir âlim, insafı varsa taraftar olur. Ve Risale-i Nur, ulema dairesinde ve İstanbul âfâkında tezahür edecek.”(7)

Biz de bu açıklamadan cesaret alarak 2016 darbesinde de aynı vech-i rahmetin olabileceğini söyleyebiliriz. Zira ikisi de hasedden geliyor.

Buna binaen bütün dünyada yankılanan bu darbe hadisesinden dolayı -Gülen’in Risale-i Nur’la zahirî alakası cihetiyle- Risale-i Nur, dünya âfâkında merakla aranacak ve intişar edecektir inşâallah.

İkinci Olarak:

İstanbul hadisesinde kader-i İlahî’nin de bir “vech-i adalet”i olmuştur. O da yine yukarıdaki metnin devamında şöyle izah edilmiştir:

“… ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve avâmın nazarında birinci derece ve hakikat nazarında imana nisbeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i İslamiye ve hayat-ı içtimaiye-i ümmete dair hizmeti kâinatta en büyük mesele ve vazife ve hizmet olan hakaik-ı imaniyenin çalışmasına râcih gördüklerinden o tercümana karşı arkadaşlarının pek ziyade hüsn-ü zanları ehl-i siyasete ‘inkılapçı bir siyaset-i İslamiye’ fikrini vermek cihetinde Risale-i Nur’a karşı hayat-ı içtimaiye noktasında cephe almak ve fütuhatına mani olmak pek kuvvetli ihtimali vardı. Bunda hem hata hem zarar büyüktür. Kader-i İlahî (…) o ifratı tâdil edip adalet etti. ‘Size kâinatın en büyük meselesi olan iman hizmeti yeter.’ diye bizi merhametkârane o hadiseye mahkûm eyledi.”

Biz bu darbe hadisesinde de yine aynı veya benzer bir vech-i adaletin olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki:

Gülenciler kendilerini Nurcu gösterip halk içinde ve ehl-i idare arasında kolaylıkla kabul gördüler. Sonra 2013 ve 2016 darbe teşebbüsleriyle Gülencilerin Nurcu olmadığını herkes anladı.

Ve yine herkes anladı ki:

*Gülencilerin hedefi dünyevi ve siyasidir; makam ve mevkileri kapıp devlet müesseselerini içten ele geçirmeye çalışmaktadırlar. Nurcuların hedefi ise uhrevidir; dünyalık hiçbir şey istememektedirler.

*Gülenciler inkılapçı yani darbecidir. Nurcular ise asayiş taraftarıdır.

*Gülen’e bağlananlar, “hizmet” kelimesine kanarak ona bağlanmış ve başkalarını da kandırarak onları karanlık projelerin ağına düşürmüşlerdir. Nurcular ise şimdiye kadar “kâinatın en büyük meselesi olan iman hizmeti”ni bırakıp başka sahalara girmeye, süfli emeller peşinde koşmaya tenezzül etmemişlerdir ve etmezler.

Gerçekten de halkın ve ehl-i idarenin zihninde Gülen’in sebep olduğu Nurculuk aleyhinde gelişen yanlış kanaatler, bu son hadiseler vesileyle tadil olmaya başlamıştır.

İşte, hasedin kendisi bütün bütün şer olduğu hâlde neticesi bakımından böyle iki tarzda hayra kapı açmasındandır ki “min” edatı hesaba girmiş olabilir.

Ve’l-ilmü indallah. Lâ ye’lemü’l-ğaybe illallah.

—————-—————-—————-

(1) Şuâlar, On Birinci Şuâ, Envâr Neşriyat baskısı, s. 267.

(2) Mektûbat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı Kısım, s. 426.

(3) Şuâlar, On Birinci Şuâ, Envâr Neşriyat baskısı, s. 253.

(4) Darbe teşebbüsünden sonra 20 Ağustos konuşmasında şöyle demiştir:

“Haçlıların ülkenizi işgal etmesi çok tehlikeli değildir. Çünkü sizinle onlar arasında kırmızı çizgiler vardır. Bir kere onlar kadınınıza, kızınıza ilişmezler; mabedinize ilişmezler. İlişmemiş Haçlılar.”

(5) Şuâlar, On Birinci Şuâ, Envâr Neşriyat baskısı, s. 268.

(6) Gıybetin hasedden geldiğini Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade ediyor:

Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silahtır.” (Mektûbat, Yirmi İkinci Mektup, Envâr Neşriyat baskısı, s. 276.)

(7) Kastamonu Lâhikası, Envâr Neşriyat baskısı, s. 193.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )