Nurdan Haber

Şeyh Muhammed Küfrevi’nin torunu …

Şeyh Muhammed Küfrevi’nin torunu …
13 Mayıs 2018 - 8:00

Şeyh Muhammed Küfrevi‘nin torunu, Şeyh Abdullah Efendi’nin oğlu Vahdettin Küfrevi Üstad Bediüzzaman’ı ziyaretini anlatıyor.:

-Üstadı bize ilk duyuran hem şehrimiz Sabri Ağa olmuştur. Risalelerde adı geçen Kör Hüseyin Paşa‘nın akrabalarındandır. Sürgün zamanında gidenlerden. Onlara af çıkmış, geri dönmüşler. Kendisi Patnos’un bir köyünde ikamet ediyordu. Sabri Ağa sürgünde iken Bediüzzaman Hazretlerini görmüş, ona talebe olmuş ve kitaplarını okumuş.

Onu bizi meraklandırmasıyla Üstadı ziyaret etmek arzusu bende oluştu. Meseleyi o sıralar kendisinden ders aldığım Seyda Molla Abdülbaki’ye açtım. “Ben de gelmek isterim. Ama param yok” dedi. Biz böyle konuşurken Hacı Abdülbaki isimli bir köylü yanımıza geldi; “Hocayla talebesi ne konuşuyorlar?” dedi. Durumu anlattım. “Valla ben de geleceğim” dedi. “Yahu bizim paramız yok, seni nereden götürelim?” dedim. “Ben ikinizin de masraflarını karşılayacağım, siz sonra bana verirsiniz” dedi. “Tamam” dedik.

İkimize iki yüzer lira getirip verdi. Yola çıktık. Patnos’a geldik. Patnos’tan bir kamyonla Diyarbakır’a geldik. Orada bir gün kaldık. Sabahleyin tren geldi. İki buçuk günde trenle Isparta’ya geldik. Isparta’da bir otelde kaldık. Hava çok soğuktu. Sabahleyin camiye girdik. Cami imamından Üstadı nasıl ziyaret edebileceğimizi sorduk. “Kardeşim, orada bir çorapçı Mehmed Efendi var. Bilirse o bilir” dedi.

Tabii o sıralar dindarlar üzerinde büyük baskılar vardı. İnsanları rahatsız ediyorlardı. Herkeste bir çekingenlik hali oluşturulmuştu. Gittik, O Mehmed Beyi bulduk. Benim başımda bir şapka, boynumda bir kravat, Hacı Abdülbaki’nin başında bir kasket, Molla Abdulbaki Sıbki’de ise bir papak vardı.

Adam üçümüze bir baktı, baktı. Sonra “kardeşim ben bilmiyorum” dedi. Biz ısrar ettik, “kardeşim biz Ağrı’dan gelmişiz, şöyle zahmetler çekmişiz” filan deyince bize inandı. “Üstad şu an burada değil, Afyon’da” dedi. Bunun üzerine bir arabada yer bulduk, Afyon’a gittik.

Bize Afyon’un Serekler çarşısında manifaturacı Hüseyin beyi bulmamız söylenmişti. Oraya gittik. Selam verdik, buyur etti, çay içirdi. “Üstad Emirdağ’da” dedi. Bunun üzerine Emirdağ’a gittik. Orada bir otelde kaldık.

Sabahleyin üstadın evini gösterdiler. Etrafına bir sur çekilmiş, kerpiçten bir evdi. İki katlı, dükkânların üzerinde, bir tarafı çarşıya bakıyordu. Gittik kapıyı çaldık. Birisi çıktı. Üstadı ziyarete geldiğimizi söyledik. “Üstad burada yok” dedi. “Ya yapmayın, bakın biz şu kadar yoldan geldik” filan dedik. Adam “kardeşim, burada ama şu an dağa çıkmış” dedi.

Öğle vaktine kadar orada bir yerde eğleştik. Öğleden sonra baktık ki bir yere doğru adamlar koşuyor. Sorduk; “niye bu adamlar koşuyor, ne var, ne oluyor?” Dediler ki; “Üstad Bediüzzaman dağdan gelmiş, herkes ellerinden öpmek için onun arabasına doğru koşuyor.”

Hocam ile Hacı Abdulbaki de koştular. Ben de koştum ama onlara yetişemedim. Tabii onlar kuvvetli, güçlü, ben daha 17-18 yaşlarında bir çocuğum. İkisi de üstadın elini öptüler. Karşıma geldiler, “elhamdülillah üstadın elini öptük, sen öpemedin” filan dediler, sakallarını sıvazladılar. Üstad da iki kişinin kollarında, evine girdi.

Millet dağıldı. O iki yol arkadaşım bana nispet yapar gibi konuşunca ben gayr-i ihtiyari onlara bağırmışım; “Dört beş günlük yoldan bu kadar zahmet ve meşakkatlere katlanarak onu görmeye geldik. O eğer bizi yanına çağırmazsa, almazsa, elini bize öptürmezse, yüzümüzü öpmezse, halimizi ahvalimizi sormazsa, ben o üstadın ne ziyaretine giderim, ne elini öperim!. Ben gidiyorum” dedim, sırtımı çevirdim, oradan gidiyordum ki, bir ara baktım tak diye kapı açıldı. Biri geldi dedi ki; “Ağrı’dan gelenler varmış, üstad onları çağırıyor.” Döndüm, yol arkadaşlarıma dedim ki; “Gördün mü beyefendi, işte ben bu üstadı ziyaret etmeye geldim.” Onlar da benden özür dilediler.

Neyse içeri girdik. Üstadın yanına çıkmadan zannedersem Ceylan ağabey yaklaştı; “ağabey böyle fotörle mi gireceksiniz?” dedi. Üstad şapkaya karşı ya. “Tamam” dedim.

 Fotörümü orada bir odun yığının üzerine koydum. Koyar koymaz yuvarlandı, orada bir su birikintisinin içine düştü. Arkadaşlar da başındakileri çıkardılar. İçeri girdik.

Baktık Üstad bir karyolanın üstünde duruyor. Altta Van kilimi gibi bir şey serilmiş. Başka da bir şey yoktu. Karyolanın etrafında 4-5 talebe vardı. Ellerinde kâğıt kalem, Üstad bir şeyler söylüyor, onlar yazıyordu. Biz girdik, selam verdik. “aleyküm selam” dedi.

Üstadın elini aldık, artık bırakmadık. Belki elli, belki yüz sefer öptük. Yarım saat kadar yanında kaldık. Ayrılırken Üstad; “Çok zahmet ettiniz, kitapları okusaydınız. Ne varsa Risale-i Nurlarda vardır. Bende bir şey yoktur, işte gördünüz. Âcizane bende bir şey yok. Gelmek isteyenlere de söyleyin, zahmet edip gelmesinler. Kitapları okusunlar, onları kardeş olarak, talebe kabul edeceğim” dedi tekrar. Biz de “Söyleriz kurban” dedik. Elini tekrar aldık. Öptük.. öptük.. öptük.. Üstad yanındaki talebelere: “Kalkın, kardeşlerimizi yolcu edin, gönderin” dedi.

KARAKOLA GÖTÜRÜLÜŞÜMÜZ

Dışarı çıktık. Arabaya doru yürüdük. Oradan Konya’ya gideceğiz. Konya’dan da trene bineceğiz. Üstadın evinden elli metre kadar uzaklaştık. İki tane adam geldiler, birisi benim, diğeri de hocanın koluna girdiler. ” beyefendi, karakola kadar teşrif edeceksiniz” dediler. Kimliklerini gösterdiler, ikisi de sivil polisti. “Hayrola ne yapmışız, ne etmişiz?” dedik. “Orada ifadenizi verirsiniz” dediler.

Gittik. “Said-i Kürdi’ye ne kadar para getirdiniz? Hükümet kurmak mı istiyor? Size ne gibi şeyler söyledi? Kürdistan’ı nasıl kuruyorsunuz?” gibi safsata şeyler sormaya başladılar. “Kardeşim “dedim, “ne Kürdistan’ı, ne hükümet kurması! Bu zat bir âlimdir, büyük bir zattır, bir pir-i fanidir. Biz Ankara’ya gidecektik, yol üstündedir diye, gelmişken ziyaret edelim dedik. Bu boş lafları bırakın” dedim.

Abdulbaki Hoca’nın yanında bir defteri vardı. Kendisi köyde hoca olduğu için köylülerin yaptığı zekât ve yardımları o deftere not etmişti. Polisler eskimez yazı biliyorlardı. “Bak bak sana koyun vermişler, pirinç vermişler, buğday vermişler, para vermişler. Sen de Said-i Kürdi’ye getirmişsin. Seni bırakmayacağız” dediler. Onu çok sıkıştırdılar. Yemin ediyor ama inanmıyorlar. Baktım hocam böyle titriyor. Onu orada epeyce rahatsız ettiler.

TEKRAR ÜSTADIN HUZURUNDA

Üç saat sonra biz, serbest bıraktılar. Çıktık, baktık ki, Ceylan ağabey peşimizden gelmiş; “Gelin, üstad sizi çağırıyor” dedi. İçeri girer girmez üstad hazretleri; “Kardeşlerim, rahatsız olmayın. Siz buraya Allah ve İslamiyet için gelmişsiniz. Allah mükâfatını verecek. Said otuz senedir böyle hapis ve sürgünlerde hayat geçiriyor. En gür sada İslam’ın sadası olacaktır inşallah. Ben otuz senedir böyle çekiyorum.. Hakkımı helal ettim… Üzülmeyin” dedi. Çok güzel şeyler anlattı ve bize dua etti.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )