Nurdan Haber

Şükür fabrikası olmak

Şükür fabrikası olmak
31 Mayıs 2017 - 2:26

ŞÜKÜR FABRİKASI OLMAK

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan tekrar ile “Hâlâ şükretmezler mi?” Yâsin Sûresi, 36:35, 73.

“Şükredenleri elbette mükâfatlandıracağız.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:145.

“Şükrederseniz nimetimi elbette arttırırım.” İbrahim Sûresi, 14:7.

“Yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” Zümer Sûresi, 39:66.

gibi âyetlerle gösteriyor ki, Hâlık-ı Rahmân‘ın, ibâdından istediği en mühim iş şükürdür. Kur’an’da gayet ehemmiyetle şükre davet eder. Ve şükür etmemekliği, nimetleri tekzip ve inkâr suretinde gösterip, “Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?” Rahmân Sûresi, 55:13 vd. fermanıyla, Sûre-i Rahmân’da şiddetli ve dehşetli bir surette bir defa değil tam otuz bir defa tekrar ederek şu âyetle tehdit ediyor, şükürsüzlüğün bir tekzip ve inkâr olduğunu gösteriyor.

Evet, Kur’ân-ı Hakîm, nasıl ki şükrü yaratılış neticesi gösteriyor. Öyle de, büyük Kur’ân olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, âlemin yaratılmasının neticesinin en mühimi şükürdür.

Çünkü kâinata dikkat edilse görünüyor ki, kâinatın teşkilâtı şükrü netice verecek bir surette, her bir şey bir derece şükre bakıyor ve ona yöneliyor. Güya şu yaratılış ağacının en mühim meyvesi şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en âlâsı şükürdür.

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da bu mevzu ile alakalı olarak yazdığı hakikatlerden anladıklarımızı aktarmaya çalışalım:

Görüyoruz ki, âlemde yaratılanlar bir daire tarzında teşkil edilip, içinde merkez noktası olarak hayat yaratılmış. Bütün mevcudat, yaratılanlar; hayata bakar, hayata hizmet eder, hayatın levazımatını (Gerekli araç ve gereçleri) yetiştirir. Demek, kâinatı halk eden Zât, ondan o hayatı seçiyor.

Sonra görüyoruz ki, zîhayat, hayat sahipleri âlemlerini bir daire suretinde icad edip, insanı merkez noktada bırakıyor. Adeta, hayat sahiplerinden maksud olan (amaçlanan, istenen) gayeler onda merkezleşiyor, bir merkezde toplanıyor; bütün zîhayatı onun etrafına toplayıp ona hizmetkâr ve onun emrine veriyor, onu onlara hâkim ediyor. Demek, Allah, zîhayatlar içinde insanı seçiyor, âlemde onu irade ve ihtiyar ediyor.

Sonra görüyoruz ki, insanlık âlemi de, belki hayvan âlemi de bir daire hükmünde teşkil olunuyor ve merkez noktada rızık konulmuş. Bütün insan nevini ve hatta hayvanları rızka adeta aşık ettirip, onları umumen rızka hizmetkar ve emrine verilmiş. Onlara hükmeden rızıktır. Rızkı da o kadar geniş ve zengin bir hazine yapmış ki, hadsiz nimetleri ihtiva etmektedir. Hattâ rızkın çok nevilerinden yalnız bir nevinin tatlarını tanımak için, lisanda kuvve-i zâika, tat alma duyusu namında bir cihazla yiyecekler adedince mânevî, ince ince mizancıklar, ölçücükler konulmuştur.

Demek, kâinat içinde en acip, en zengin, en garip, en şirin, en geniş, en bedî, harika hakikat rızıktadır. Şimdi, görüyoruz ki, her şey nasıl ki rızkın etrafında toplanmış, ona bakıyor. Öyle de, rızık dahi, bütün nevileriyle, mânen ve maddeten, hal dili ile ve konuşma dili ile şükürle devam eder, şükürle oluyor, şükrü yetiştiriyor, şükrü gösteriyor.

Çünkü rızka iştiha ve iştiyak, bir nevi şükr-ü fıtrîdir. Ve telezzüz, lezzet alma ve zevk dahi gayr-ı şuurî bir şükürdür ki, bütün hayvanlarda bu şükür vardır. Yalnız insan, sapkınlık ve küfürle o fıtrî şükrün mahiyetini değiştiriyor, şükürden şirke, Allah’a ortak koşmaya giriyor.

Hem rızık olan nimetlerde gayet güzel, süslü suretler, gayet güzel kokular, gayet güzel tatmaklar şükrün davetçileridir; zihayatı şevke davet eder ve şevkle bir nevi beğenme ve hürmete sevk eder, bir manevi şükür ettirir.

Ve şuur sahiplerinin nazarını dikkate götürür ve beğenmeye rağbet verdirir. Nimetleri hürmete onu teşvik eder; onunla kalen, konuşma dili ile ve fiilen, bizzat yaparak şükre irşad eder ve şükrettirir. Ve şükür içinde en âli ve tatlı lezzeti ve zevki ona tattırır.

Yani, gösterir ki, şu lezzetli rızık ve nimet, kısa ve geçici bir zâhiri lezzetiyle beraber, daimî, hakikî, hadsiz bir lezzeti ve zevki taşıyan iltifat-ı Rahmânîyi şükürle kazandırır. Yani, rahmet hazinelerinin Mâlik-i Kerîminin, ikram edici sahibinin hadsiz lezzetli olan iltifatını düşündürüp, şu dünyada dahi Cennetin baki bir zevkini manen tattırır.

İşte rızık, şükür vasıtasıyla o kadar kıymettar ve zengin bir geniş hazine olduğu halde, şükürsüzlükle nihayet derecede düşer. Lisandaki, dildeki kuvve-i zâika (tat alma duyusu), Cenâb-ı Hak hesabına, yani mânevî vazife-i şükraniye ile rızka müteveccih olduğu vakit, o dildeki kuvve-i zâika, ilahi sonsuz rahmetin hadsiz mutfaklarına şükreden bir müfettiş, hamdeden bir kadri, kıymeti yüce nezaretçi hükmündedir.

Eğer nefis hesabına olsa, yani rızkı in’âm edenin, verenin şükrünü düşünmeyerek müteveccih olsa, yönelse o dildeki kuvve-i zâika, bir kadri, kıymeti yüce nezaretçi makamından, mide fabrikasının yasakçısı ve mide tavlasının bir kapıcısı derekesine düşer.

Nasıl rızkın şu hizmetkârı şükürsüzlükle bu dereceye düşer. Öyle de, rızkın mahiyeti ve sair hademeleri dahi düşüyorlar. En yüksek makamdan en alçak makama inerler. Kâinat yaratıcısının hikmetine zıt ve muhalif bir vaziyete düşerler.

Şükrün mikyâsı, ölçüsü kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir.
Şükürsüzlüğün mizanı hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram-helâl demeyip rast geleni yemektir.

Evet, hırs, şükürsüzlük olduğu gibi, hem mahrumiyet, sebebidir. hem zillete vasıtasıdır. Hattâ, hayat-ı içtimaiyeye sahip olan mübarek karınca dahi, güya hırs vasıtasıyla ayaklar altında kalmış, ezilir. Çünkü kanaat etmeyip, senede birkaç tane buğday kâfi gelirken, elinden gelse binler taneyi toplar. Güya mübarek arı, kanaatinden dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden, balı insanlara Allah’ın emri ile (Nahl suresinde geçtiği gibi) ihsan eder, yedirir.

Evet, Zât-ı Akdesin, Allah’ın alem-i zâtîsi ve en âzamî ismi olan Allah isminden sonra en büyük ismi olan Rahman, rızka bakar. Ve rızıktaki şükürle ona yetişilir. Hem Rahman‘ın en zahir manası, Rezzâktır, rızık vericidir.

Hem şükrün çok çeşitleri var. O nevilerin en câmii ve fihriste-i umumiyesi, namazdır.

Hem şükür içinde sâfi bir iman var; hâlis bir tevhid bulunur. Çünkü, bir elmayı yiyen ve “Elhamdülillâh” diyen adam, o şükürle ilân eder ki: “O elma doğrudan doğruya dest-i kudretin yadigârı ve doğrudan doğruya rahmet hazıinesinin hediyesidir” demesiyle ve itikad etmesiyle, herşeyi, cüz’î olsun küllî olsun, Onun kudret eline teslim ediyor. Ve her şeyde rahmetin cilvesini bilir. Hakikî bir imanı ve hâlis bir tevhidi, şükürle beyan ediyor.

Prof. Dr. Sıtkı Göksu

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )