Gözüm çıkaydı da görmez olaydım, ey Ömer’im,
Bugünki hâlini yurdun! “Ne var?” mı, bak, ne derim:
Bozulmamış neyi kalmış vatandaşın, elde?
Yalancı, sahteci, rüşvetçi, muhtekir hem de…
Çalışma yok; havadan bulmak istiyor yolunu.
Düşünmüyor ya, kıpırdatmıyor da hiç kolunu.
O, kendi faydası olmazsa, der: “Adam sen de!”
“Gider vatan elimizden, efendi, sâyende..”
Desen, hemen diyecekdir: “İşin mi yok, boşver.
Şu bir karış yer için hiç değer mi bunca keder?!.”
Düşündüğümde o mâzîyi sızlıyor kalbim;
O şanlı ceddimin ahfâdı biz miyiz, Rabbim?!.
Ne can esirgemiş onlar, ne mal; şu toprak için!
Ne menfaat, ne de şan.. sâde Hakk rızâsı ve din
İmiş bütün harekâtında ceddimin gàye.
Ve lâyemût gibi kıymet verir imiş sa’ye.
Fakat, yarın ölüvermek düşüncesiyle her ân
Her işde onlara rehber olur imiş Kur’ân.
Güneşle zerre nasıl birse ind-i Hâlik’da,
Gedâ da şah da eşitmiş hukukda, kullukda.
Huzûr-ı Rabb’de dururmuş köleyle mâliki bir;
Ne bir küçükde küçüklük, ne bir büyükde kibir…
Bugünki nesli peşinden sürükleyen madde
O günkilerde basit bir araç imiş, sâde.
Sağ elle yapdığı hayrâtı bilmemekde solu;
Ki gàye millete hizmetse, işte buydu yolu.
Yapıldı böylece yol, köprü, han, imâretler,
Şifâ – devâ dağıtan hastahâne, ma’bedler…
İlimle aklı, tasavvufla kalbi parlatacak
O tekke, medrese.. binler hayırlı, nurlu ocak…
Bugün yıkılmağa yüz tutmuş onca dev yapılar
Bizim nesilce sanılmakda sâde: seng-i mezâr…
Zayıf yürekliyim, oğlum, yeter taşırmayayım;
Bırak, şu sendeki ümmîdi bâri kırmayayım…
20.8.1974
Ekrem Kılıç