Nurdan Haber

Dünyada Bediüzzamanı duymayan var mı?

Dünyada Bediüzzamanı duymayan var mı?
19 Eylül 2017 - 10:00

BURKİNA FASO

Uzun zamandır yazmıyor, yazamıyordum; bir inkıbaz haleti vardı üzerimde.

Laptopun başına her geçişimde başka bir şeyle uğraşıyor, sonra da yazmaktan vaz geçiyordum.

Burkina Faso seyahati sonrası oradaki intibaların mutlaka yazılması gereğini elbette ben de biliyordum. Ama, dedim ya bir şeyler beni laptoptan uzak tutuyordu.

Birkaç arkadaşım aradı ve yazmamı istedi, olur dedim. Ta ki Adapazarı’ndan Muzaffer Avcı ağabey telefonda ısrarla “mutlaka bunları yaz ve herkes bilsin” deyinceye kadar.

Muzaffer avcı, gençliğimde örnek aldığım bir ağabeyimdi. Hiçbir şey değişmedi, hâlâ onu, heyecanını ve hizmette yılların değiştiremediği azmini, şevkini, kararlılığını ve sebatını örnek almaya çalışıyorum.

Ama galiba artık konuya girmem gerekiyor… En iyisi ben en başından alayım.

Yıl 2012 ve ben ilk defa, tanımadığım, adını hiç duymadığım ve hakkında hiçbir şey bilmediğim bir ülkeye gitmem ve orada kurban kesmem isteniyor benden. Hem de 2 gün sonra, yoksa kurbana yetişemezmişim. Doğru; çünkü üçüncü gün bayram.

İki günde hakkında ne öğrenebildiysem öğrandim ve tevekkeltü Alellah deyip yola düştüm.

Uçakla 6.5 saatlik bir uçuştan sonra Afrika’nın batısında denize sahili olmayan, %65 ‘i Müslüman, %25 ‘i Hrıstiyan ve %10 ‘u da putperest olan, dünyanın en fakir ülkelerinin başında olan, okuma yazma oranı olarak da dünyada sondan 2 nci olan fakat dünyanın en temiz yürekli insanların yaşadığı kendileri ‘kara’ fakat kalpleri ‘Ak’ olan Burkina Faso’ya yani diğer manası ile “onurlu insanlar” ülkesine iniyorum.
Arefe günü sabah namazı vakti beni karşılayan zat benimle arapça konuşuyor. Arapça anlaşıyoruz.

Otele yerleştikten sonra götürdüğüm kurban hisseleri için dana alımına başlıyoruz. 18 tane dana aldım ve bunları keseceğimiz en yoksul yerlere gönderdik. Biz de bir arazi aracı ile menzil-i maksudumuza doğru yol aldık. Akşam ezanı saat tam 6 da okunacak. Ben ve mihmendarım ikimizde Oruç’uz.

Köye vardığımızda ezana 1.5 saat vardı. 40 C° üstünde bir hararetle 4 saat yolculuk yaptığımızı düşünün. Hatta vardığımız yerin daha da sıcak olduğunu düşünün. Biz gideceğiz diye devlet dairelerinden emanet alınan vantilatörler olmasa nasıl dayanacaktık onu bilemiyorum. Ama benim gözüm saatte.. Ezan okunacak ve ben kurumuş dudaklarımı, keçeleşmiş ağzımı ıslatacak, kana kana su içeceğim.

Beklenen saat geldi ve ezan okundu. Fakat ortalıklarda su yada sucu görünmüyor.
Neyse “geliyor yoldadır” diye geçiriyorum içimden.

Saat 6.45 olunca artık dayanamadım ve “ben orucum su yok mu?” diye sordum. Mihmandarım, “çabuk su getirin” dedi galiba, bir hareketlenme oldu 2-3 kişi dışarıya koştular ve saat tam 8 de yani 20 de 2 saat gecikme ile orucumu açtım elhamdülillah.

“Su istedim, oruç olduğumu söyledim, artık anlamışlardır yemek de geliyordur!” diye düşünmeyin sakın. Ben suyu içtikten sonra bir hareket görmeyince sordum yine “Yemek yemiyecek miyiz?” diye ,

“Tabi tabi, yiyeceğiz” cevabını aldım amma yemeği saat 23.30 da ancak yiyebildim, çünkü ben yemek isteyince ancak yemek siparişi verilmiş.

BİZ YEMEĞİ BULUNCA YİYİYORUZ

Yukarıda anlattıklarımı sakın kendimle ilgili olarak anlattığımı düşünmeyin. Bir durumu açıklamaya çalışıyorum.

Saat 23.30 da çok kötü denecek bir otele geçtik ve yemek geldi. Bulduğumuz iki iskemlenin üzerine oturduk ve önümüze gelen ne olduğunu bilmediğim siyah bir şey vardı, ya açlığı yada onu tercih edecektim. Aç kalamıyacağımı biliyordum. Bismillah diyerek önümdeki şeyi yemeye başladım.

Çok acıkmıştım ve önümdeki şey her ne ise bana lezzetli gelmeye başlamıştı.

Biz yemeği yerken yanımdaki mihmandarım bana hayatımda hep kulaklarımda çınlayacak şu sözleri söyledi

“Yemeğini de suyunu da geciktirdik, özür dilerim. Aslında bizim böyle sizin gibi kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği gibi bir meselemiz olmadığı için açıkçası yemeği unuttuk.”

Şaşırdım… hem de çok şaşırdım. Nasıl yani manasına gelen “keyf ya’ni” dedim.

“Yani bizde böyle yemek öğünleri yok, hatta yemek günleri de yok. Biz yemeği bulunca yiyiyoruz” dedi.

Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Lokma boğazıma takıldı, gerçekten bir nefes alma problemi yaşadım ve o gece benim için çok kötü geçmişti. Öyle ki odayı ve içindekilerini hatırlayamadım bile. Sadece bir gün sonra vücudumdaki kızarıklıklar, oda hakkında bana bir fikir verdi.

O sene 5 gün kaldım ve 7 kilo vererek geri döndüm. Ben döndüm ama aklım fikrim ordaydı. Bir an önce gitmem gerekiyordu. Gittim de, ama bu sefer kurban götürmedim. Tabi birileri buna içerlemiş olacak ki benden haraç istediler, vermiyeceğimi söyleyince de beni hapsettiler. Fakat Allah benimle idi.

HÜDAİ VAKFI YETKİLİLERİNE TEŞEKKÜR.

Hapsedildiğim yer bir medrese idi ve sabahleyin talebeler gelecekti. Sabah namazından sonra kaçma planımı yapmaya başladım.

En büyük güvencem Hüdai vakfının oradaki temsilcisi Remzi Ş. bey’in bende olan tel numarası idi, ama onu her aradığımda sesli yanıt sistemi bana tek kelimesini anlamadığım bir dizi cümleler kuruyor

Ben de önceden numarasını aldığım Hüdai vakfından Halil Ç. beyefendiyi aradım ve ona içinde bulunduğum durumu anlattım ki kontürüm bitti. Bu sefer kendisi beni aradı ve Hac farizası için Mekke-i mükerremede olduğunu ve bana yardım edeceğini merak etmememi söyledi.

Benim kontürüm bitmiş ve beklemekten başka çarem yoktu. Böyle zamanlarda bir tek dakika beklemenin belki saatler kadar uzun geleceğini Halil Ç. Beyefendi de bilmiş olacak ki birkaç dakikada bir beni arıyor ve merak etmememi Remzi beyin numarasını değiştirdiği için kendisinin ulaşamadığını e-mail attığını ve mutlaka döneceğini söylüyordu. Nitekim öyle oldu 15-20 dakika sonra tanımadığım bir numara aradı ve gönlüme su serpen şu cümleyi kurdu.

“Abdurrahman hocam. Ben Remzi Ş. Şu andan itibaren sizinle beraberiz merak etmeyiniz”
Bu cümlenin benim için ne manaya geldiğini ancak ben bilebilirdim. Gerçi nerde olduğumu bilmiyordum ama kimin beni hapsettiğini biliyordum. ‘Falankesin medresesindeyim’ dediğimde etrafındaki insanlardan sordu şükür ki biri oranın yerini biliyordu. Ve 10 dakika sonra üzerinde Türk bayrağı olan bir araç geldi bindim ve gittim. Tabi ki bu kadar kolay olmadı ama yazıyı, polisiye roman moduna da sokmak istemiyorum. Zira yazılacak çok güzellikler var.

O günden sonra ne mi oldu?

Öncelikle şunu söylemem lazım: Hüdai vakfının oradaki ismi FOSAPA’da misafir kaldığım 4 gün ve 3 gece içerisinde çok büyük saadetler yaşadım, şöyleki: imana ve kur’ana hizmet adına Burkina Faso için kurduğum hayallerin hepsinin Hüdai vakfının hizmet erleri tarafından gerçekleştiğini gördüm. Osman Nuri Tobbaş hazretleri yapılan hizmetlerin anlatılmasını istemediği için ve bu kardeşlerim bana bunu söyleyip bu hassasiyetlerine anlayış güstermemi istedikleri için yazmayacağım. Fakat başta Osman Nuri Tobbaş hazretleri ve diğer hizmet erlerinin müsaadeleri ile sadece şunu söyleyeceğim. Oralarda öyle büyük, öyle külli, öyle muazzam hizmetler yapılıyorki, bu yazıyı okuyan her bir Müslüman görse yada işitse, iman ve kuran davası hesabına sevinç aşk ve şevk deryasına dalacaktır. Her Müslüman, hususan her nur talebesi o büyük hizmetin devamı ve muzafferiyeti için devamlı olarak hem önderleri ve yol göstericileri olan muhterem Osman Nuri hazretlerine hem de dünyanın dört bir yanında bulunan ve bu hizmeti sessizce büyük bir tevazu ile yürüten her bir nefere dua etmek bizim manevi borcumuzdur.

Orada bu arkadaşlarımız sayesinde bize çok güzel hizmet kapıları açılmıştır. Çok değerli alim üstad Nuh’u tanımamız bile başlı başına bir kârdır.

Oradaki hizmetlerimizde bize yol arkadaşı olacak birini ararken üstad Nuh’un tavassutu ile Süleyman hoca ile tanıştık. Süleyman hoca islami eğitimini Suriye’de tamamlamış ve memleketine geri dönmüş. Memleketinde devletten aldığı 20 dönümlük arsa üzerine yaptığı cami ve medrese inşaatı Suriye’de savaşın başlamasından sonra oradaki hayır sahiplerinden yardım kesilince yarım kalmış ve çıkacak bir kapı ararken tanıştığımız alim fazıl bir zat. 3-4 sene kurbanlara gittiğimde onunla ilgilendim. Nihayet bu sene Ramazan öncesi İstanbul’a geldi ve yaklaşık 20 gün medresede kaldı. Bu ziyaret esnasında İstanbul’da gezdiği medreseler, gördüğü cemaat, okuduğu Risaleler ve ağabeylerin ona gösterdiği şefkat ve muhabbet onu çok etkilemiş ve döndüğünde burada geçirdiği her saati gördüğü her şeyi ve okuduğu her satırı gitmiş orada çocuklarına tekrarlamış ve üstad Nuh’a anlatmış.

Üstad Nuh kim mi?

Üstad Nuh, Hüdai vakfının Burkina’daki iki müdüründen biri. Bir Türk müdürün yanında bir de yerli müdür gerekiyor.

İşte üstad Nuh Burkina’da herkesin her kesimin her Müslümanın sevip saydığı hürmet gösterdiği güzel mübarek bir zat. Süleyman’ı da bana o tanıtmış “ben kefiliyim” demişti.

Evet, Süleyman İstanbul ziyaretinin ardından Burkina’ya yeni bir aşk ve yeni bir şevkle dönüyor ve hemen kendi medresesinde Risale derslerine başlıyor. Büyük bir heyecanla, aşk ve şevkle başladığı hizmeti, geçtiğimiz Ramazan’ın 27. Gecesine yani kadir gecesine kadar devam ediyor.

Çare Derneği, Ramazan sebebi ile iftar ve yardım kumanyaları göndermişti. İftarlar düzenledi, binlerce kişiye iftar vermiş, sonra da resimleyip göndermişti.

Çare Derneği Kurban Faaliyeti – Burkina Faso

Kadir gecesinin gündüzünde, Süleyman arabasına dağıtacağı kumanyaları alıp köylere çok muhtaç olanlara gidip dağıtmaya başlıyor. Verdiklerine de “Türkiyeden Said Nursi gönderdi” diyormuş.

Akşam eve gelip hanımına çok yorgun olduğunu bir şey yiyemiyeceğini söyleyip uzanıyor. Ve oruç olarak bir daha uyanamıyor. Cenab-ı Allah Rahmet ve mağfiret etsin. İnşallah şehit gitmiştir.

Şimdi yarım bıraktığı hizmeti ve medresesini oğlu Şuayip idare ediyor. Şuayip, biri gelecek olan onbeş kardeşine hem hocalık hem babalık hem ağabeylik yapıyor. Aynı zamanda babasının yarım bıraktığı nur hizmetini kaldığı yerden devam ettirme kararlılığını gösteriyor. Rabbim İman ve Kur’an hizmetinde istikamet üzere daim etsin.

Burkina Faso’da Nur Dersleri Başlamış

Bu sene bir kapı kapanınca bu meseledeki ihlasımıza binaen olacak Rabbim bize 2 kapı birden açtı.

Şuayipin haricindeki kapı ise yine Afrikadan bir aziz kardeşimizin yardımı ile açıldı.

Yıllardır Afrikada Sudan’da ciddi hizmetlerde bulunan Zübeyir ağabey bizim Burkina’da olduğumuzu haber alınca arayıp orada bir kardeşimizin olduğunu, Sudan’da yetiştiğini, halen Burkina’da küçük çaplı olsa da ders yaptığını ve mümkünse onunla irtibat kurmamızı söyledi. Bu bizim için çok önemli bir haberdi. Zira benim yıllardır arayıp bulamadığımı müjdeliyordu adeta..

Hemen onunla irtibata geçtim. Elhamdülillah Cenab-ı Hak Risalelerin bereketi ve kerameti ile bize bir kapı daha açtı. İnşallah çok yakında orada medresemizi açıp, zaten var olan, fakat çok zor şartlarda devam eden Nur derslerimizi daha bir aşk ve şevkle devam ettireceğiz.

Bu sene bizim ekip 5 kişi idik. Elhamdülillah şevk, muhabbet ve uyum içerisinde geçen, birlikte 8 günde nice güzellikler yaşadık. Aramızdaki vazife taksiminde Giresun’dan Hafız Hüseyin ağabeye dua, bana tercüme nur mektebinden yasir ve ümit kardeşler ile birlikte Adanadan Ahmet kardeşimize de ağır işler kalmıştı. Ama birlikte çok keyifli ziyaretlerde bulunduk.

Geçtiğimiz yıllarda ziyaretlerine gidip her birine küçük birir kitap hediye ettiğim, biri Batı Afrika’nın ilk prof’u ve en önemli kanaat önderi Ebubekir el-Dugri’yi ekip olarak ziyaret ettik ve Risale-i Nur külliyatı hediye ettik.

Ebubekir el-Dugri ile Görüşme

Prof.dr. el-dugri ile aramızda şöyle bir konuşma geçti:

-Muhterem efendim, Bediüzzaman Said Nursi ismini duydunuz mu?

Hoca gözlerini faltaşı gibi açıp:

-Dünyada Bediüzzaman’ın ismini duymayan var mı?

-Efendim bağışlayınız öylesine sormuştum. Kitaplarını tetkik etme fırsatı buldunuz mu?

-Açıkçası daha önce sizin bana verdiğiniz Küçük Sözler ve İhlas Risalelerini okumuştum ama diğer eserlerini bulamadım.

-Efendim biz Zat-ı Âlinize tüm külliyatını getirdik. (birinci sözü açarak) eğer şurdan bize sesinizden biraz lutf ederseniz mesut olacağız. Ve birinci sözü okudu. Aralarda durarak “Allah-Allah” diye diye hayret nidaları eşliğinde bitirdikten sonra bana dönerek

-Kardeşim ben bu kadar yıldır okurum ama ilk defa böyle bir tefsir gördüm. Tek bir şey söyleyebilirim mükemmel bir tefsir. Peki bu arapça mı yazıldı?

-Hayır efendim Türkçeden tercüme edildi. Burada görüleceği üzere, mütercim Iraklı Alim İhsan Kasım El-salihi’dir.

-Böyle edebi ve akıcı güzel bir arapçayı da ilk defa görüyorum.

Sonra birlikte olduğumuz arkadaşlarımı sordu, hepsini tek-tek tarif ettim. Vakıf hafız Hüseyin ağabeyde ve yasir kardeşte durdu ikisinin de durumunu sordu birisi vakıftı, vakıflık müessesinin ne olduğunu anlattım. Diğerinin de saçları beline kadar uzundu onun da Kur’an hizmetkarı olduğunu anlatınca:

-Böyle gençler başka yerlerde sadece dünya ile meşgul olurlar dedi.

Sonra:

-Bu kitaplar için teşekkür ederim ama bunlardan bir külliyat daha istiyorum. Zira bizim bir islam üniversitemiz var. Bu kitapları bütün Burkina gençliği okumalıdır, deyince biz de ona bir külliyat daha gönderme sözü vererek müsaade istedik. İki taraf da bu ziyaretten ziyadesi ile mutlu olmuştu.

İmam-el Ekber’i Ziyaret

Üstad Nuh ricamızı kırmamış ve isteğimiz üzerine Burkina Faso’nun en önemli alimi “İmam-el Ekber” namı ile maruf, tek islami otoritesi şeyh Ebubekir El-Sâna’dan da bize randevu almıştı. Akşam namazını İmam el-ekber ile birlikte kılacaktık, üstad Nuh’tan rica ettik o da bizimle birlikte geldi.

(Geçtiğimiz senelerde fakir, bir Perşembe günü imam-el ekberi ziyaret etmiş ve küçük iki risale takdim etmiştim. İhlas risalelerini hemen orada okumuş ve bana dönüp “yarın gel camide vaaz et” demişti. Sonra vaaz konusunda halka tercümede sıkıntı yaşanacağı anlaşılıp, Cuma hutbesinden sonra cemaate “namazdan sonra kimse bir yere ayrılmasın burada bir Türk kardeşimiz var, size hitab edecek” demişti de biz de orada 10 dakikalık bir konuşmada Risale-i Nuru anlatmıştık.)

Akşam ezanı okunmadan İmam-el ekber Ebubekkir Sâna’nın kapısının önünde idik. Küçük bir hoşamedinin akabinde imam-el ekberin abdest için çıktığı evinden gelmesini bekledik. Nihayet ezan ile birlikte o da geldi Üstad Nuh’u imamete geçirdi beni de yanına aldı. Namazdan sonra o oturdu biz de etrafına toplandık.

-Efendim Türkçede bir deyim var “çam sakızı çoban armağanı deriz” diyerek lokumumu uzattım bununla damağımızı kitaplarlada dimâğımızı tatlandırırız. Lokumu hizmetkarına uzattı ve kendi de kitaplara uzandı. Ben yine bir hamle ile sözleri açtım ve birinci sözü önüne sürdüm. Kendi kendine okumaya başlayınca ben de:

-Efendim biz de dinleyebilir miyiz? dedim. O da yüksek sesle okumaya başladı. Birinci sözü bitirip sayfaları çevirdi o sayfayı okuyup bir daha sayfaları çevirdi. O okuyor biz bekliyorduk. Ben de:

-‘Efendim biraz konuşsak’ dedim.

-Ama ben bir daha bu kitapları nerde bulacağım ki dedi.

-Efendim bu külliyat bizim size hediyemizdir.

deyince adeta büyük bir oyuncağa kavuşmuş bir çocuk edasıyla

-Öyle mi yani bunlar artık benim mi? Diyerek kitapları kendine çekip kucakladı. Giderken yanımızda gütürmemizden korkar bir hali vardı.

İmam-el ekber’in evinden ayrılınca vakit bir hayli geç olmuştu otelimize gittik.

Biz Burkina Faso’ya giderken İhsan Kasım ağabey bana “eğer görürsen Şeyh Halit’e selam söyle” demişti. Ben de inşaallah demiştim. Son gün karşılaştık. Tebliğ cemaatinin lideri oranın önemli şeyhlerinden biri olan Şeyh Halid Sâna ile kerametvari karşılaşmamızı inşallah bir başka yazıda kaleme alırım

Saadet ve Muhabbetle Kalınız…

Abdurrahman İraz

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )