Üstadımız Bediüzzaman Mesnevi-î Nuriyede şunu ifade ediyor :

Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri, hâdiseleri esbaba isnad eden gafil, cahil! Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir.

Nasıl ki sıcağın ve soğuğun ve herbir şeyin derecesi varsa imanında derecesi vardır. Ustad Bediüzzaman iman iki çeşittir; biri tahkiki iman diğeri taklidi iman demekte ve bunlarında kendi içinde derecesi var. Eğer bizler tahkiki iman ile hayatımızı imanlaştırmaz isek bir çok sözümüzde küfrü hafi bulunması ihtimaldir. Fıkıhda bir kişinin şirke girmiş sayılabilmesi için bunu bilerek ve kasden yapması gerektiği ifade edilmekte. Ancak şuda ihtimaldir ki bilmeyerek yapılan işlerin bir çoğu yapıla yapıla meleke kazanmaktadır. Gizli şirkleri ihtiva eden sözleri söylemek ve işlemek zamanla bize bunu meleke kazandırması mümkündür. Mesela kişi rızkı verenin Allah olduğunu bilir ancak ben olmasaydım aç kalırdın gibi tehlikeli cümleler kullanabilmekte. Veyahut kar yağıyor, yağmur yağıyor ifadeleri basit masum ifadeler olsalar bile kendi kendine oluyor felsefesini ihtiva ettiğinden hatta öyle bir ifade ki dil bilgisi kurallarına dahi uymamakta. Bunun gibi çok ifadeler ve misaller vermek mümkün.

Ustad Bediüzzaman r.a. mektubat eserinde: Velayet yollarının ve tarikat şubelerinin en mühim esası ihlastır. Çünkü ihlas ile hafi şirklerden halas olur demekte.

Dert belli deva nedir?

Dertimiz imanımız imanımız tutuşmuş yanıyor. Hergün vicdan azabı ile azablanan bu gönüllerimizin devası Kur’an ve Kur’ani hakikatler ile imanı kavileştiren risale-i nurlardır..