Nurdan Haber

Meclis Hilafeti bugün kaldırdı, isterse

Meclis Hilafeti bugün kaldırdı, isterse
03 Mart 2018 - 11:30

1 Mart 1924’teki bütçe görüşmelerinde halifeye ve Osmanlı Hanedanına verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924’te “ Hilafetin İlgasına ve Hanedanı Osmanlı’nın Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun” kabul edildi.

17 kasım 1922 de Osmanlı hanedanından Abdülmecid efendi halife seçilmişti. Fakat bu makamın zamanla aslında solun bile solu bir yönetim olan kemalizme zarar getirmesi ihtimali mevcuttu. Nitekim bir müddet sonra Halife Abdülmecid bu halk için değil yeni yönetim için tehlike olmaya başlamıştı. Abdülmecid efendi halife olur olmaz Ankaranın verdiği bir talimat üzerine İslam alemine bir beyanname neşr edecekti. Bu beyannamede Sultan Vahdettinin yaptıkları, yeni Türkiye idaresinin İslamlar içinde faydalı bir devlet olduğunu anlatacaktı. (Bu ifadeden o zamanki Türkiyenin İslam olmadığı anlamıda çıkarılabilir) Halbuki Abdülmecid efendi neşrettiği beyannamede kendi iradesini kullanarak Vahdettinden bir tek kelime bile bahsetmediği gibi zaferin hazırlanmasında hanedanında hizmetlerinin görüldüğünü yazdı. Altınada Abdülmecid bin Abdülaziz Han şeklinde bir imza koydu. Başına Fatih Sultan Mehmetinki biçiminde sarık sarmak istedi. Bir takım din adamları ve kumandanlarla temaslara başladı. Bir kumandanımız Konyada Halifeye bir at hediye etti.

Abdülmecid efendi muhteşem cuma alayları tertib ederek İstanbuldan başka bütün ülke halkının sevgisini kazanmak istiyordu. (Halk Müslüman halife hazretlerini zaten sever) Mustafa Kemalin bu tür hareketler hiç gözünden kaçmıyordu. Harp oyunları dolayısıyla İzmire gitmiş olan Mustafa Kemal, Fevzi (Çakmak), İsmet (İnönü) ve Kazım (Özalp) ile görüşerek 1924 ün ocak ayı sonlarında halifeliğin kaldırılmasına karar verdiğini açıkladı. Ankaraya döndüğü zaman mecliste hanedanın tahsisatı meselesi görüşülüyordu. Mustafa Kemal hilafet hakkındaki görüşlerini açıkladı. Halifeliğin kaldırılması üzerinde pek hararetli münakaşalar oldu. Bilhassa Osmanlı hanedanına mensup olanların milli hudutlarımızın dışına çıkarılması meselesi çok çetin mücadelelere yol açtı. Gizli oturum gece yarılarına kadar devam etti. Nihayet meclis 3 mart 1924 tarihinde halifeliğin kaldırılmasına karar verdi. Son halife Abdülmecid efendi ve Osmanlı hanedanına mensup olanların Türkiye topraklarından çıkarılmasına karar verildi.

4 mart günü İstanbul valisi Haydar bey emniyet müdürü Muhittin (Üstündağ) ile birlikte Dolmabahçe sarayına gidip Abdül mecid efendiye Ankara Hükümetinin kendilerini görevden azlettiğini bütün Osmanlı hanedanının alelacele Avrupaya gitmek üzere İstanbuldan ayrılacağını bildirdi. Halife ‘Ben Fatihin soyundan geliyorum. Ben hain değilim. Böyle bir şey nasıl olur? Bütün islam alemi benim arkamda böyle bir şeye güç yetiremezsiniz.’ dedi. Bir manga asker saraya silahlarını doğrulmuş beklemeye başladı. Durumun vehametini gören ve Rusyada Koministlerin Çar Hanedanını yok etmesi gibi Osmanlı hanedanında bir anda yok edileceğinden korkan Abdülmecid efendi hanedan efradıyla birlikte apar topar gitmeye razı oldu.

O dönemde bütün İslam alemi Hıristiyan aleminin işgali altındaydı bu sebep ile Halifelik konusunda onlarında yapabileceği fazla bir şey yoktu. ve Hıristiyan ulusları Mustafa Kemale hilafeti kaldırması konusunda baskı yapıyordu. Hilafet makamı bütün İslam alemini temsil ediyordu. Oysa Cumhurbaşkanlığı yada başbakanlık görevi sadece Türkiyeyle sınırlıydı. Buda Ankaradaki bazı kimselerin çekememezlik yapmasına sebep oluyordu. Pek çok yabancı temsilci Türkiyeye geldiği zaman Ankaradan önce İstanbuldaki Halifeyle görüşme yapıyor buda çekememezlik durumunu arttırıyordu. Gelen o zamanki yeni düzenin Osmanlıya düşman olduğu bu milletin gelenek görenek ve inançlarından pekde hoşlanmadığı apaçıktı. İkide bir (İngilizlerin tezgahıyla) Hilafet ordusunun 1920de Kuvayi Milliye kuvvetleriyle çarpıştığı gündeme getirilip aradaki düşmanlık hatırlatılıyor. Osmanlı hanedanının Kurtuluş savaşını neredeyse yönetircesine Ankaraya yaptığı destek ve yardımlar görmezden geliniyordu. 5 mart 1924 günü halife ve Osmanlı soyu Türkiye sınırlarından dışarıya çıkarıldı.

KEYFİMİ BOZMA HOCA
M. Kemal’in has adamlarından Falih Rıfkı Atay, hilâfetin kaldırılması kararının alınışının şâhidi olarak şunları anlatmaktadır.
“Atatürk, o akşam biz devrimcileri sofraya çağırdı. Yemeğin bitimine doğru, ‘Çocuklar, yarın hilâfeti kaldırıyoruz” dedi.
“Çılgınca alkışladık, sevinç içinde ‘Bunu sizden başkası yapamaz Paşam!’ dedik.
“Peki öyleyse, dedi Atatürk. Geçin öbür odaya, yazın bir takrir. Ben onu hocalara imzalatayım. Yani Hilâfetin kalkmasını hocalar istemiş olsun.
“Geçtik yazdık. Sabah Atatürk, eliyle Meclis’e getirdi, odasına çıktı. Hocaların kendi aralarında toparlanarak, bu ‘Hilâfeti ilga takririne’ ateş püskürdüklerini Atatürk’e biz haber verdik. Hocalar aşağıda hâlâ bağırışıp çağırıyorlardı. Gazi, bunun üzerine öfkelenerek:
“Çağırın bana aşağıdan Rıfat Hoca’yı”
“Çağırdılar Hoca hem öfkeli, hem sıkılgandı. Mustafa Kemal yüzüne bile bakmaksızın:
“Hoca şu takriri imza et, dedi
“Ama paşam, Hilâfetin ilgası gibi ciddi bir konuda, müzakere filan olmaksızın… Sonra biz, din adamları bunu istemi…”
“Hoca imza et dedim, keyfini bozarım sonra..”
“O günlerde İstiklâl Mahkemeleri, her gün birçok kişiyi sallandırmakta zaten… Sonradan Diyanet İşleri Başkanı olan Rıfat [Börekçi] Hoca biraz yutkundu, ama mecburen imzaladı. Üzgün, öfkeli bir halde aşağı inince hocalar etrafını sardılar. Onun, ‘Şöyle bağırdı, böyle zor kullandı’ demesine vakit bırakmadan:
“Neee? Yoksa takriri imzaladın mı? Diye bağırdılar. Hoca:
“Canım, imza değil de, ne yaparsın! Şöyle bir boktan Rıfat attık işte”.
Bu anekdotu nakleden Ahmet Kabaklı 15 Ağustos ’90 tarihli tercüman’daki köşesinde şu ilaveyi ve yorumu yapmaktadır:
“Falih Rıfkı, bu olayı kahkahalarla anlatırken: ‘Bu mürteci heriflere, ne demokrasisi be! Dermiş. Nitekim öbür mebus hocalar da birer birer Gazi’nin odasına çıkarak, Hilâfeti kaldıran o takrire boktan imzalarını attılar’.
“Unutulmaması gereken nokta: Bu hocalar da Falih Rıfkı gibi ‘devrimci’ de, tayinle gelmiş olan 2. TBMM’nin mebusları idi. Tayinle gelen milletvekilleri ancak o kadar demokrasi yapabilirler”.
Şimdi milletvekiline “İmza et. Yoksa keyfini bozarım!” diyen birisine demokrat denilebilir mi? Devrimci mahkemelerinin düzinelerle adam astığı bir vasattan istifade ile kafasındakileri gerçekleştirmeye çalışana Cumhuriyetçi denilebilir mi?
Şu “keyfini bozarım” tehdidi, o devirdeki cumhuriyetin ne biçim bir cumhuriyet olduğunu ortaya koymaya kâfidir.
(Kaynak: Kim Cumhuriyetçi, Bediüzzaman mı, M. Kemal mi? Burhan Bozgeyik, s. 214)

KAZIM KARABEKİR HİLAFETİN NASIL KALDIRILDIĞINI ANLATIYOR
Halifelik meselesi için Kazım Karabekir İstiklal Harbimiz adlı eser sayfa 798 de şunları diyor.
‘Mustafa Kemal Paşanın hilafetin lüzumu hakkındaki meclis nutku ve beyanları biraraya getirilir ve başlarınada hocalar gurubunun ortasında aynı kisveyle çektirdiği fotoğraf konursa vaziyet daha iyi anlaşılır. Gazinin büyük bir taassupla Hilafet ve saltanatı kendi şahsına almak istediği görülür.’
İstanbul hahambaşısı Haim Naum ise sürekli telkinler vererek İsmet Paşaya Lozan sonrasında hilafetin kaldırılması fikrini benimsetmiş. Masonluk hesaplarıyla Kuranın ahkamını kaldırmak ve milleti dinsiz yapmak Haim Naumun müthiş planı idi. ABD de bu zemini hazırladıktan sonra İngiltereye geçmiş ve halis Yahudi Lord Gürzonla görüşüp Siz Türkiyenin mülki tamamiyetini kabul edin ben islamiyeti ve islami temsilciliklerini onlara ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ederim. der.
Lord Gurzonda Türkiye islami alakasını ve islami temsil yolunu kendi eliyle çözer atarsa bizimle hulus birliği etmiş olur. Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır.Bizde kendisine dilediğini veririz der.
Lozan böyle kabul edilir. Hamdullah Suphi Tanrıöver Lozan işin şunları demiştir. Ellerimiz bu muahedeyi kerhen imzaladı.Fakat kalbimiz buna asla razı değil. Mustafa Kemal Paşada Lozanda Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı bütün vilayetler bizimdir hesabını tutturamamış Musul ve çevresi bize verilmemiştir. Limni ve Semadirek adalarıda alınamamıştır.
Lozandan sonra İngilterede Avam kamarasında Türklerin istiklalinin niçin tanındığı çıkısı yapılır Lord Gurzona oda cevaben
İşte asıl bundan sonra Türkler bir daha eski savlet ve şevketlerine kavuşamayacak. Onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürdük der.
3 mart 1924 te halifelik kaldırılır. Hoca Rasih kızılaya para toplamak için Hindistandaymış. Şöyle anlatır.’Bize çok hürmet ediyorlardı. Mühim para toplanıyordu. Hilafetin ılgası telgrafı gelince Hindistanlı müslümanlar perişan oldular. Çok keder ettiler. Bizede hakaret ettiler. Çaremiz kalmadı kaçıp geldik.’
Mustafa Kemale göre (Ilga sırasında söylediği son söz) hilafetin bize hiç bir faydası yokmuş. (Nutuk) Delilide Hintllerin Birinci Cihan Harbinde aleyhimize savaşmaları imiş.
Bu adamlar esir. İngilizler tarafından halifeliği kurtaracağız denerek kandırılıp getiriliyorlar. Çanakkalede bize değil havaya kurşun sıkıyorlardı. Halifelik kaldırılmadan önce bize hürmet eden dünyadaki 400 milyon müslüman bu makam kaldırılınca düşman olmasalar bile bizi kendilerine yabancı görmeye başlamış.
Veriniz başbaşa zira hüsranı mübin
Ne hilafet kalıyor ortada billahi ne din
Medeniyet bize çoktan beridir diş biliyor
Evvela parçalamak sonrada yutmak diliyor.

İNGİLİZLER VE AMERİKALILAR ÖNCEDEN KALDIRILACAĞINI BİLİYORDU
Mustafa Armağan’ın Zaman Gazetesi’nde yazdığına göre:
Central Florida Üniversitesi öğretim üyesi Hakan Özoğlu’nun ABD arşivlerinde bulduğu rapor, bir ABD diplomatının halifeliğin kaldıracağını Washington’a bizden önce öğrenip bildirdiğini ortaya koyuyor. Rapor Washington’a 25 Şubat 1924’te ulaşmıştı. Başka bir deyişle, Türkiye’deki insanların haberi olmadan bir hafta önce, Fransa ve ABD yetkilileri halifeliğin kalkacağını öğrenmişlerdi (“Aksiyon”, 13 Aralık 2010).
Bunun anlamı şudur: Batı dünyası Hilafetin kaldırılmasını Lozan’dan beri bekliyor ve istiyordu. Hilafetin kaldırıldığı haberini, dönemin 1. Ordu Müfettişi, yani Halife’nin yaşadığı İstanbul’dan sorumlu olan Karabekir Paşa’nın bile gazetelerden öğrendiğini söyleyeyim de, gerisini siz anlayın.

Halifeliğin kaldırılmasından sonra yapılan bu karikatürün alt yazısında “Darısı diğerlerinin başına” yazıyor.
İlk topta atılan Halife Abdülmecid. Diğer topların ucunda ise Patrikler ve haham var. Ancak Halifeye yeten güç, diğerlerine yetmedi.
Hakan Özoğlu’nun “Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası” (Kitap Yay., 2011) adlı kitabında ilginç bir analiz yer alıyor: Ankara, 1922’de Saltanatı kaldırmış ama Hilafete ve Osmanlı hanedanına dokunmaya cesaret edememişti. Çünkü Karabekir gibi muhalif paşalar, İstanbul basını, Osmanlı döneminden kalma siyasetçiler ile Osmanlı hanedanı, Hilafeti kendilerine siper yapmışlar, onun arkasından muhalefetlerini örgütlemeye çalışıyorlardı. Muhalefet cephesinin sindirilip bertaraf edilebilmesi için Hilafetin devreden çıkarılması gerekiyordu. Daha sonra tasfiye sırası nasıl olsa diğerlerine gelecekti.
Yazar, Ankara hükümeti 1922’de muhtemelen bütün Osmanlı hanedanını yurtdışına sürme hamlesini yapacak kadar kendine güvenmiyordu, diyor. Oysa Kâzım Karabekir, daha 1922’de Hilafetin Osmanlı hanedanından alınma planını kendisinin önlediğini yazmaktadır. Gerçi o, Mustafa Kemal’in Hilafeti kendi üzerine geçirmek niyetinde olduğunu da yazar ama konumuz bu değil. Önemli olan, 1922’de Ankara’nın Hilafeti, Osmanoğullarından koparmak için siyasî bir hamle yaptığı gerçeğidir.
Hakan Özoğlu’nun nihai hükmü, Ankara’nın Hilafeti, hanedan tehdidini bertaraf etmek için kaldırdığı şeklinde. Başka bir deyişle “Hilafetin lağvedilmesindeki asıl hedef, Halifenin kendisi değil, Osmanlı hanedanıdır.”
Ancak dış dinamiğin ihmal edilmemesi ve bu nedenle konunun daha geniş bir temele oturtulması gerektiğini düşünüyorum. Bence Hilafetin kaldırılması ve laikliğe gidiş, daha Lozan’da dayatılmış, Türkiye’nin kurulmasına bu şartla izin verilmişti. Bunun, Antlaşmaya ayrı bir madde halinde konulmamakla birlikte Osmanlı Devleti’nin eski Müslümanlar üzerindeki Hilafetten gelen ayrıcalık ve haklarının geri dönülmezcesine işgalcilere bırakıldığının açıklanması, Hilafetin bu yeni dönemde gündemde olmayacağının ipucuydu.

Üzerinde Kral V. George’un 10 Ocak 1924 günü Avam Kamarası’na yaptığı belirtilen konuşmanın Türkiye’yi ilgilendiren paragrafında “Lozan onaylanır onaylanmaz yeni bir çağ açılacağı” söyleniyor.
Şimdi birileri köpürecek, biliyorum. Ancak sakin olmalarında yarar var. Zira önemli bir kişisel tanıklık ile ilk defa burada yayınlanacak bir resmi belgeye göz atmadan karar vermeseler iyi olur derim.
Önce tanıklığa bir göz atalım:
Kâzım Karabekir, 16 Ağustos 1923 günü İsmet Paşa’ya, son zamanlarda hükümet çevrelerinden duymakta olduğu din aleyhindeki fikirlerin Lozan’dan geldiği kanaatinde olduğunu söyler. Ona göre Peygamber Efendimiz (sav) ve Kur’an hakkındaki “bu tehlikeli hava” Lozan’dan esmektedir. İsmet Paşa ona 1. Dünya Savaşı’nda Macarlar ve Bulgarlar da bizim gibi yenildikleri halde bağımsızlıklarına Hıristiyan oldukları için dokunulmadığını, bizimse sırf Müslüman olduğumuz için bağımsızlığımızın ortadan kaldırıldığı cevabını verir: “Biz kendi kuvvetimizle bağımsızlığımızı kazansak bile Müslüman kaldıkça sömürgeci devletlerin ve bu arada özellikle İngilizlerin daima aleyhimize olacaklarını, bağımsızlığımızın daima tehlike altında kalacağını anlattı.”
Yeterince açık değil mi? Böylece İsmet İnönü, Müslüman kimliğimizden uzaklaşma telkininin Lozan’da yapıldığını itiraf etmiş olur.
İngiliz Milli Arşivleri’nden (National Archives) bulduğum ve ilk kez burada yayınlanacak olan bir “gizli” belge, Lozan’ın Hilafetle bağlantısını net bir şekilde ortaya koyacak nitelikte. 10 Ocak 1924 tarihinde İngiltere Kralı V. George, Avam Kamarası’na yaptığı açış konuşmasında, Lozan’ı ilgilendiren bir kanun tasarısının derhal görüşülmek üzere Parlamentonun gündemine geleceğini belirttikten sonra şu çarpıcı cümleyi sarf eder:
“Bu tasarı kabul edilir edilmez Lozan Antlaşması onaylanmış olacak ve YENİ BİR ÇAĞ AÇILACAKTIR.” (As soon as this Bill has been passed, the Treaty will be ratified, and a new era will open.) (CAB/23/46, s. 424)
Kral V. George, Lozan’ın kabul edilmesiyle İngiltere için “yeni bir çağ veya dönem” açılacağını söylerken ne demek istiyordu? Bu, Halifeden kurtuluşun bir tür müjdesi olarak yorumlanabilir mi? Net olarak bilmiyoruz. Ancak İngilizlerin, Lozan’ı onaylamak için Hilafetin kaldırılmasını bekledikleri ve Hilafetsiz bir dünyanın kendileri için “yeni bir çağ”ın açılması anlamına geleceğini düşündükleri açıktır.
Nitekim beklenen Lozan kanun tasarısı Avam Kamarası’nda Nisan 1924’te gündeme alınıp kabul edilmiş, Ağustos’ta diğer taraf devletler tarafından da onaylanarak 1924 Eylül’ünde Cemiyet-i Akvam tarafından tescillenmiştir. Bu demektir ki, Cumhuriyet’in ilk yılının dolmasına çok az bir süre kalmasına rağmen TC henüz tanınmış bir devlet değildi. Hilafet düğümü çözülünce tanınmalar da gelmeye başladı. Artık tasfiye operasyonları başlayabilirdi.

BUGÜN DE YETKİ MİLLET MECLİSİNDEDİR

1 Mart 1924’teki bütçe görüşmelerinde halifeye ve Osmanlı Hanedanına verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924’te “ Hilafetin İlgasına ve Hanedanı Osmanlı’nın Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun” kabul edildi.

3 Mart 1924 günü kabul edilen ve 6 Mart 1924 günkü Resmi Gazete’de yayımlanan 431 sayılı Kanun’un 1 nci Maddesi şöyleydi:

“ Halife halledilmiştir. Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda (x) esasen mündemiç (xx) olduğundan Hilafet makamı mülgadır.(xxx) ”

Bu maddeden:

“Halife’nin görevden alındığı;
‘Hilâfet’in Hükümet ve Cumhuriyet kavramı (anlamı) içinde olduğu ( bir başka tanımla: ‘Hilâfetin TBMM’nin manevî şahsiyetine devredildiği);
‘Hilâfet’ makamının kaldırıldığı” anlamı çıkmaktadır.

431 Sayılı Kanun’un: 8, 9 ve 10 ncu maddelerini de hatırlayalım:

“MADDE 8 – Osmanlı İmparatorluğunda Padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki tapuya merbut emvali gayrimenkuleleri millete intikal etmiştir.

MADDE 9 – Mülga Padişahlık sarayları, kasırları ve emakini sairesi dahilindeki mefruşat, takımlar, tablolar, âsarınefise ve sair bilumum emvali menkule millete intikal etmiştir.

MADDE 10 – Emlâki Hakaniye namı altında olup evvelce Millete devredilen emlâk ile beraber mülga Padişahlığa ait bilcümle emlâk ve sabık hazinei Humayun, muhteviyatlariyle birlikte saray ve kasırlar ve mebani ve arazi Millete intikal etmiştir.”

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )