Nurdan Haber

Çanakkale’den Asker Mektupları

Çanakkale’den Asker Mektupları
17 Mart 2018 - 14:33

”Çanakkale’de ölümü hiçe sayarak savaşıp şehit düşenler Çılgın Türk değildiler. Onlar bu vatanın topraklarını kutsal bilip kaderine terketmeyen asil ruhlu kahramanlardır.’’

Çanakkale Cephesinden Asker Mektupları
Yüzbaşı Kazım Efendi
21. Alay, 1. Tabur, 1. Bölük Kumandanı
27 Nisan 1915 (1331)
Seddülbahir civarında Selimbey Çiftliğinden
18-19 “M” 331 Kazım

Sevgili Kardeşim,
Ben vatan ve millet uğrunda bana düşen vazifeyi ifa ettim. Artık gerisini size terk ediyorum. Ben cümlenize
hakkımı helal ettim, tabiidir ki siz de helal edersiniz. Hemşiremin, Ziyanın kemali hasretiyle gözlerinden öperim.
Muhterem amcamın ellerinden öperek dualarını her zaman beklerim. Çoluk çocuğumu evvel Cenabı Hakka sonra
vatan ve millete ve sizlere emanet ederim. Sevgili valideme, aileme, çocuklara güzel bakınız. Tahsillerine himmet
ediniz. Maaşlarının tahsisi, icap eden muamelenin ifası için arkadaşlardan alayımızın tabur katibi ve aynı
zamanda alay naibi bulunan Hasan Efendiye yazdım. Bulunduğum fırkanın kumandanı Miralay Remzi Beydir
Alay Kumandanı Binbaşı Halil Beydir. Bu isimler size lazım olursa kendileri ile muhabere edersiniz. Binbaşımız
Şevki Beyde benim gibi tehlikede bulunduğu için sağ kalırsa ona da müracaat edersiniz. Kolordu kumandanımız
malum olduğu üzere Esat Paşa Hazretleridir. Hayvanım hakkında lazım gelen muamele içinde katip efendiye
yazdım. Oradaki hakkımı da çocuklarım için yazdım. Sana çok rica ederim, efradı ailemi, validemi hiçbir vakit
üzme. Daima rıfk ile muamele et. Bana acımasınlar. Ben mukaddes vatan uğruna terk-i can ettim, bahtiyarım.
Cenabı Hâke sizleri de bahtiyar bulunsun. Baki cümlenizi Cenabı Hakka emanet ederim sevgili kardeşim.
Yüzbaşı Kazım Efendi bu mektubu yazdıktan tam 26 gün sonra hissettiği
veçhile şehit olmuştur. Yukarıdaki mektup onun son mektubudur.

55. Alay, 5. Bölükten
Eskişehir’inIlıca Köyünden Ekderis Oğullarından Ömer Oğlu Nasuh, 1306
İnegöl Kazasının Muzal Köyünden Resul Oğullarından Mehmet Emin Oğlu Mustafa, 1304
Ankara Kalecik Kazasından Dalyasan Köyünden İbrahim Oğlu Hüseyin, 1302
Eskişehir’inIlıca Köyünden Mehmet Oğlu Abdurrahman, 1299

Kerevizdere’de taburun önünde düşmanın yapmış olduğu büyük bir ileri siper hazır kıt’a olarak bulunan
taburun sinirlerine dokunuyordu. Tümen komutanı bile, “2. Taburun önünde düşman bu cesareti göstersin…
Tuhaf şey!” diyordu. Bu siperi yıkmak, perişan etmek gerekirdi! Fakat bu da büyük fedakarlığa bağlıydı. Yüzbaşı
durumdan etkilenmişti. Tabur komutanıyla görüşerek “Biz bu siperi yıkarız, fakat en sevgili askerlerimden birkaç
tanesini feda etmek lazım.” Diyordu. Yüzbaşının bu sözlerini dinleyen biraz mütevazı bir asker olan Ömer Oğlu
Nasuh ilerleyerek, “Ben bu siperi yıkarım, sen bana istediğim arkadaşlarımı ver, Yüzbaşım!” dedi. Tabur komutanı
muvafakat gösterdi. Yüzbaşı da lazım gelen talimatı verdi.
Gece pek karanlıktı. Nöbetçilerimiz ve düşman tarafından atılan silahların kesik sesleri, siperleri saran zifiri
karanlığı yırtmak için haykırıyorlar gibiydi. Nasuh Onbaşı; Mehmet Oğlu Mustafa, İbrahim Oğlu Hüseyin ve
Mehmet Oğlu Abdurrahman’dan oluşan küçük ordusunun başında düşman siperlerine doğru karanlıklar içinde
süzülüp gitti.
15 dakika sonra, düşman siperinden 4-5 el bombasının sesleri duyuldu. Sonra boğuşma başladı. Bu habersiz
hücumdan telaş eden düşman, etrafa şaşkın kurşunlar, maksatsız top ve havan mermisi fırlatıyordu. Top ve havan
mermilerinin açtığı çukurlardan keskin bayıltıcı ölü kokuları geliyordu. Herkes Nasuh Onbaşı ile arkadaşlarını
bekliyordu. Nihayet 7. Bölük mıntıkasından haber geldi. Nasuh Onbaşı vazifesini yerine getirerek sipere dönmüştü
fakat yalnızdı. Mustafa, Hüseyin ve Abdurrahman yoktu. Bunlar da vazifelerini yerine getirmişler fakat bu uğurda
kurban olmuşlardı. Yüzbaşı; “Arkadaşlar hepimiz için bir şereftir.” Diyordu. Düşman siperinin perişan edilmiş
olduğunu derhal fark eden tümen komutanı taburu tebrik ediyor ve Nasuh Onbaşının göğsüne kendi eliyle
Osmanlı Yıldızı Nişanı takıyordu.
Nasuh Onbaşı mert ve asil bir eda ile yalnız vazifesini yaptığını söylüyordu. Nasuh Onbaşı bu olaydan 4
gün sonra da (24 Temmuz 1915) askerliğin en şerefli bir rütbesi olan “ŞEHİTLİK” rütbesini kazandı. Allah
Rahmet Eylesin!

 

Bir Askerin Siperdeki İlk Gecesi
(1915)

Sevgili kardeşim Müfit Necdet’e
Başları göklere doğru uzanmış, dağların üzerinde kartallar gibi uçuşan bulutlar, altın kurdelelerle
işlenirken muhitin sükun ve sukut ile titreyen kalbinde, karanlıkları yaran zulmetlere meydan okuyan bir seda
yükseldi.
“Silah başına!”
Bu emir birkaç şahısta birkaç ağızda tekrar edilerek, yansıdı. Artık gölgeler dolaşıyor, fısıltılar çoğalıyor.
Bazen kısa , sert ve keskin emirler duyuluyordu. “Düşman taarruz ediyormuş” deniliyor ve bu cümleyi hafif alaycı
bir tebessüm takip ediyordu. Hiçbir yerde hiçbir kimsede olağanüstülük görülmüyordu. Ölüme karşı gitmeye
hazırlanan bu cesur kahramanlar üzerinde küçük bir tereddüt bile hissedilmiyordu. Yalnız sükun ve intizamla
çalışan, düşmana karşı koyacak, ölümle çarpışacak fakat vatanı kurtarmaya azmetmiş, milletin namusuyla
eğlenen, yurdun, Türk’ün mukaddesatıyla görülüyordu. Genç subaylar kılıçlarını kuşanıyor, azimkar gözlerle
düşman istikametinde yıldızlardan haber sezmeye uğraşıyorlardı.
Bunlarda benim gibi, hepsi de genç, yeni terfi etmiş, gençlik devresinin ateşli ihtirasını yenmeden,
gençliğin zevk ve emellerine doymadan, vatanın bağrında alçalmış çizmelerle, düşmana haddini bildirmek için
namuslarına tecavüz edilmiş millettaşlarının, hakaret görmüş kardeşlerinin intikamını almak için, din için, namus
için, vatan için istikballerini çiğneyerek yurdun istikbali uğruna hudutlara koşmuşlardı.
Önde cüretkar adımlarla yürüyen dinç, vakarlı subaylar, arkasında gözleri vatanın her tarafına sokulmak
isteyen düşmana şimşekler, ateşler saçan bir kıt’a. Bunlar ayaklarının hareketiyle meydan gelen küçük, hafif
çıtırtıları duymayarak, mehtabın ışıklarından sabahın oluğuna hükmeden bülbüllerin ötüşüne asla ehemmiyet
vermeyerek etrafın yeşil ormanları arasından gösterilen istikamette, düşmanı kahretmek için ilerliyordu. Sert, kısa
ve emredici bir ses, gecenin mahsur karanlığı içinde uçuştu;
“İstikamet 34 No’lu savunma noktası…!”
Başlar sola, ayaklar sola, mangalar sola döndü. Artık yüksek, çetin çakıllı, manalı, bir dağ tırmanılıyordu.
Mesafenin verdiği yorgunlukla terleyen yüzünü, beyaz “MİM” markalı mendile silerken, kalbimde
saklayamayacağım bir acı duydum. Ruhum ezildi. Gözlerimde hayaller, beynimde birer birer mazinin tatlı
hayalleri dolaştı. Batıya döndüm. İstanbul beyaz ufuklarına doğru 3 senedir hasret çektiğim bir mevcudiyetin
hayaline yemin ettim. “Vatanın düşman ayakları, camileri hac gölgeleri altında görmektense, genç hemşirelerin
namusları ayak altına alınmak, ihtiyar annelerin beyaz saçlarına hakaret edilmektense, senin; Özellikle senin, “Ey
güzel hayal! Düşman kucağında çırpındığını duymaktansa , şu yüksek tepenin bulutlara karışmış zirvelerinde
bayrağım gibi kırmızı kanlara boyanarak ölümü isterim.” Dedim.
Mukaddesatımı çiğnemek isteyen, Kabeme haclar yerleştirmek isteyen, bu sefil düşman leşlerinden kan
abidesi ve zafer teşkil etmeden ölmeyeceğim. Gözlerimde beyaz ve güzel bir hayal, ellerimde ölüm püsküren küçük
ve yuvarlak bombalar olduğu halde yürüdüm. İlk bombayı sevgilim namına ateşlerken batıya, onun diyarına
bulutlarla selamlar hürriyetler yolladım.
Oğlun Hasan Etem

 

4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915)
Tekirdağında Osman oğlu İbrahim
Burdur-Bucak-Kuşbaba Köyü

Hakikatlı validem,
Mahsus selam iderim , iki ellerinden öperim, hayır duanızı talep iderim. Hamdolsun, sıhhatteyim. İnşallah
sizlerde sıhhattesiniz. 18 Eylül 1915 tarihinde harbe iştirak ettik. Şimdiye kadar ingiliz düşmanımızla muharebe
itmekteyim. İşte şimdi Osmanlı ordusunun kahraman askerleri, ingiliz düşmanlarımızı kahr iderek tamam denize
kadar döktük. Hamd olsun, daha çok düşmanlarımızı tepeleyeceğiz. Biz Osmanlı askerleriyiz, bize bu Osmanlılık
birinci padişahımız Osman Gazi’den kalmıştır. Asla geri dönmeyiz. Muharebe ettiğimiz gibi mektup yazmaya
elimiz değmiyordu. Biz asker olduğumuz gibi her daim mektup yazamayız; benim bir mektubuma siz beş mektup
yazacaksınız. Herhalde cevabını gönderiniz, inşallah yakın zamanda . Selamet şerefini ihsan eylesin. Elbaki Hüda’
ya emanet olasınız. Valideciğim meram etmeyesiniz, hamd olsun çok rahatım. Ocak 1916. Oğlunuz İbrahim Çavuş.
Adresim: Altıncı Hatem Nizamiye dir.Birinci Taburun İkinci Bölükğün de, Birnci Takımın birinci Mangasında
diyerek yazınız.
Himmetli Biraderim, Muhammet Efendi, Dayım Yusuf Efendi,
Evvela selam ettikten sonra, saniyen iki ellerinizden buse idem ve yengem Kadınlara ayrıca ederim. Biraderim
hanesi tarafına, Kerim Kadınlara, Mahdumum Emin Ağa’ya ayrıca ederim. Büyük Pederim Ahmet Ağa’ya hanesi
tarafına, kızlarına selam ederim. Amcam Mustafa Ağa’ya, Muhammet Efendiye, Dayım Osman Çavuş Ağa’ya, Hacı
Emin Ağa’ya cümlenize selam ederim. Bize selam yok mu diyen ahbaların cümlesine ayrıayrıı selam ederim. Bizim
kadına da selam ederim. Şimdiye kadar mektup yollamadığımın sebebi; Ağustos 31 tarihinde İstanbul’dan hareket
ettik, Eylül’ün 18’inde Arı Burnu’nun sağından harbe girdik. 21 Aralık 1915’te düşmanı kahrettik Allah izniyle.
21 Aralık 1915 günü sabah namazının evvel vaktinde düşmanları denize düktük. 4 Ocak 1916’ da hareket ettik
Tekirdağ’ına geldik. Şimdiye kadar benim elim olmadı,sizde benim nerede olduğumu bilmediniz. Şimdiden geri
ben haftada bir mektup gönderirsem sizde haftada beş mektup göndermelisiniz. Ateş altında bir mektup yazdım, 16
Aralık 1915 tarihini atmadım. Şimdi bu mektup ile ikisini birden yolladım. Kusura bakmayınız, inşallah yakın
vakitte görüşürüz. Ol tarafta her işinizi nasıl ettiğseniz beyan ediniz. Sizden aldığım iki mektup; biri dayım Osman
Çavuş, biri biraderim Muhammed Efendiden. Harp yerinde geldi, vusul buldu,çok memnun oldum. Allah sizleri de
memnun eylesin. Emin olduğumuz yeri soruyordunuz. Şimdi Tekirdağına geldik,şimdilik burdayız. Biraderim
Hakkı Efendiye, Mustafa Ağa’ya ayrı ayrı selam ederim. Şükürler olsun paraca sıkılmadım, tütün içmediğim
sebeple; çocuklara tütün içirmeyin. Bir iki ay daha param yeter meram etmeyiniz.

Ömer Onbaşı
Harp cephesinde Ömer Onbaşıdan köyden küçük kardaşına,
Benim nur-i ‘ aynım ve ciğer köşem birader-i can beraberim, efendim, mahsusen selam ve dualar olunub
hatır-ı nazikaneleri istifsar kılınmakta ve gülden nazik demirden pek vüdud-ı nazeninleri daima sıhhat ve afiyet
üzere olup Cenab-ı Hak Teala hazretleri cenabının bilcümle cismi latif ve ruh-i şerifinize sıhhat ve afiyet ihsan
edip hak yüzü suyu hürmetine savn-ı samedaniyyesinde ileriye geriye gitmeyerek masumlar buyara amin. Duaları
Hüdaya amma ba’d ile ithaf olunub eğer çi bu taraftan sual-i şerif ve erzani-i latif buyurulursa hafazanallah
tarih-i şukkaya değin vücud-i behbudumuz afeyet üzere olup…
Benim bidancik kardeşim Muhammed.
Pek iyi bilinya Muhammed, onbaşı olduk da hala okuyup yazmak öğrenemedik! Başçavuşumuz Hüseyin
Efendiden irica ettim, sana şu gözel mektubu yazmağa başladı. Hele bir kerecik dinleyim dedim; okudu, bişey
anlamadım. Ama mektub böyle yazılırmış katibcesi bu imiş; hoca efendilerden böyle öğrenilirmiş; benim neyime
gerek? Koca Başçavuşun eline ayağına sarıldım. Yarım saat ircalar ettim. Hele hele Allah’a bin şükür ağzımdan
ne çıkarsa yazıvereceğine söz aldım. Ama pek de cahilce şeyler söylersem düzeltiverecek. Buna da ben ırazı oldum.
Ne yaparsın, cahil kalmanın sonu işte budur!
Ağabeyin Ömer Onbaşı

 

Makam-ı Küçük Biraderim Mehmet Efendi 
Hatır-ı şeriflerinin istifsar idüb mahsus dide-i enverlerini bus edip ol tarafta bizi sual edenleri ferden ferden
selam ve dualar eyleyüb hamd olsun tarih-i şukkaya değin vücudumuz sıhhat ve afiyet üzere olduğunu arz ile
duanız berekati ile rahatta bulunduğumuzu ve selamet ile asude bal-ı bi-ibtihal kaldığımızı ba’de’I-beyan ciğer
köşem makam-ı evladım ferzendimden ircam şudur ki ağan tarafından , laf aramızda , onun kendi ağzından çıktığı
gibi siz efendime yazacağım şu şukka-ı hulusi çok irca ederim. Köyde kimseye okumayasın. Bizim Hüseyin Çavuş
yeni cahil olmuş derler ve benimle zevklenirler. Sakın ha Mehmed oğlum sen sen olasın mektubu kimseye
göstermeyesin. Sen efendim artık kıraat da imla da öğrendim şu mektubumu zahmet çekmeden kendin pek güzel
kendine okursun. İhtiyar amcana sakın köyün aklı başında ağalarından fena sözler getirmeğe zinhar sebebiyet
verme ki tasaddi etmeyesin. Mehmed Efendi sonra seni ferzend-i celilü’ş-şanıma istemeyerek beddualar okurum.
Şöyle bilüp ona göre davranmaya gayret eyle. Baki cümleye ve bütün köy ahalisine selamlarımla dualarımı
edegör. Allah da seni feyzlendire. Evlatcağızım vesselam ve selavat efendim.

 

Bölük Emini ve Başçavuş Hüseyin 
Benim tek kardeşçiğim Mehmed
Sen bensiz oralarda ne yapıyon? Ne iş tutuyon?Haber ver bakalım:Koca nine zahirelerimizi öğütdü mü?
Köyün değirmeni işliyor mu?Şimdicik ben kalksam da köye geliversem bir dilim ekmek bulub verebilin mi? Küçük
bınar daştı mı? Daşmadıysa susuzluk çekersiniz,vah vah.Bana bak oğlum:Şimdicik çocuklar delikanlı yerine
geçtiler.Sen de davran Koca ninene,köyün ihtiyarlarına yardım et.Sana ne verirlerse yapıvir,anladın mı? Sen beş
vakit namazını kılıyon mu? Yoksa tenbel tenbel sokaklarda mı dolaşıyon? Aman Mehmedim beş vakit namazını
sakın sakın terk idmeyesin.Namazını kılmazsan,orucunu tutmazsan Hak Te’ala Hazretleri seni sevmez;beş sene
sonra asker olunca yüzünde nur-i pir görülmez.Sonra senin adını bölükte “yüzü şavksız Mehmed”koyarlar.
Bizim köyün mekteb hocası köy hocası olacak adam değildir,büyük ulemadır.Sen beni dinle,neyine lazım?
Hoca efendinin eteğine yapışasın.Sen ondan daha yigirmi bin ilim kaparsın.Bizleri sorarsan,ah oğlum bilsen cenk
de neler,ne babayiğitlikler gösteriyoruz.
Ağabeyin Emir Onbaşı

 

Ciğerköşem Mehmed Efendi,
Ağan şimdi de bizim askerliğimizi kaba lisanıyla yazdırmağa kalkışıb bu işe tahammül olunamayıp her ne
kadar bura ahvalini kendim yazsam ve güzelce anlatan demiş isem de elime ayağıma sarılıp Allah (illa) benim
istediğim gibi yazacaksın deyub pek çok ve aşırı derecede iricalarda bulunduğundan ve zamanımızın dahi ol
mertebe müsaadesi kalmadığından her ne dedi ise aynen yazıb iş bu şukkayı bitirmeğe gayret eylediğin malum olub
gözlerinizden bus eylediğin herhalde beyan olunur.Küçük biraderim canberaberim efendim hazretleri.

BİR BÖLÜK KOMUTANININ MEKTUBU 
(ÇANAKKALE-1915 ) 
24 Temmuz 1915’te düşman Seddülbahir mıntıkasında ikinci hatta bulunan bölüğümün İlderesi’ni takiben Gaziler Tepesine yetişmek için silaha sarıldıkları bir günde bütün bölüğe misal olan fedakar dört neferin kahramanlıkları:
Sabah güneşinin doğmasıyla birlikte yüzlerce topun soğuk namlusundan müthiş seslerle çıkan mermilere asabiyetle
yumruklarını sıkan askerlerim,düşman üzerine atılmak ve onları yere sermak için dört gözle bekletilen ileri hareketin emrini aldı.
Gaziler’i takviyeye gidiyorduk .
İlderesi, düşmanın yüzlerce mermisin düştüğü yer olup, buradan geçmek biraz tehlikeli ise de , düşmandan intikam için bütün bedenleri titreyen askerim, din kardeşlerine yetişmeğe mani olan her şeye bir alakalı bakışla, fırlayarak ileri atıldılar.
Yol üzerinde her nasılsa düşman mermisinden ateş alan bir sandık cephane, yolu bütün bütün
kapamış,dini,vatanı, milleti için yoldan geçmeye çırpınan bu Türk kalpleri, civardan tedarik ettiği kum torbalarını
omuzlayarak yanan sandık üzerine hemen dördü birden atıldı. İki saniye sonra sandık, torbalar altında kalmış ve
yolumuza mani olacak müşkülat ortadan kaldırılmıştı.
Bu dört askerin cesareti ve fedakarlığı sayesinde İlderesi yolu açıldı. Tam zamanında Gaziler’de bulunan
silah arkadaşlarını yetişmek mümkün oldu ise de, Ethem Onbaşı ismindeki nefer bu vazifeyi yerine getirdikten
sonra sol kalçasından şarapnel misketi ile yaralanarak şu sözleri söyledi:
“Bir senedir kullandığım silahımla hunhar düşmana bir kurşun atmadan hastaneye gidiyorum. Bari benim
intikamımı siz alın” diye ellerime kapandı ve sulu gözletinden yaşllar akıtarak ayrıldı.
Bu dört yavrunun azmini değil kurşun, süngüler ,toplar bile kesemediğinden kahramanca
haraketleri,ecdatımızın Osmanlı Tarihindeki sırasına geçmekle, gelecek nesillere yadigar olmak üzere isimlerinin
zikr olunmasını görev bilirim.

BİR ŞEHİDİMİZİN SON MEKTUBU
Çanakkale Savaşlarında şehit olan Kolağası Mehmet Tevfik Bey
Ovacık Karibindeki Ordugahtan 31 Mayıs 1915 Pazartesi

Sebebi hayatım. Feyz-ü refikim. Sevgili Babacığım Valideciğim.
Arıburnunda ilk girdiğim müdhiş muharebede sağ yanımdan ve pantolumdan kurşun geçti, ham-dolsun
kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından bir hatıra
olmak üzere şu yazılarımı yazıyorum.
Hamdü senalar olsun Cenab-ı Hakk’a ki beni bu rütbeye kadar isal etti. Yine mukadderati ilahiye olarak
beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetiştirmek
mümkün ise öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i Feyz-ü refikim ve hayatım oldunuz. Cenab-ı Hakk’a ve sizlere çok
teşekkürler ederim. Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı bugün haketmek zamanıdır.Vazife-i Mukaddese-i
Va-taniyeyi ifaya cehdediyorum.Rütbe-i Şehadete suudedersem Cenab-ı Hakk’ın en sevimli kulu olduğuma kanaat
edeceğim.Asker olduğum için bu her zaman benim için pek yakındır,sevgili babacığım ve valideciğim.Göz bebeğim
olan zevcem Münevver ve oğlum Nezih’ciğimi evvela Cenab-ı Hakk’ın saniyen sizin hümayenize tevdi
ediyorum.Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız.Oğlumun talim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte
lütfen sayediniz.Servetimizin olmadığı malumdur.Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem,İstesemde pek
beyhudedir.Refikama hitaben yazdığım mel-fuf mektubu lütfen kendi eline veriniz.Ağlayacak üzülecek tabii
müteselli ediniz.Mukadderat-ı ilahiye edecek vech ile veriniz.Münevverin hafızasında veyahut kendi defterinde
mukayyet duyunat da doğrudur.Münevver’e yazdığı mektubum daha mufassaldır kendisinden sorunuz.Sevgili baba
ve valideciğim.Belki bimiyerek size karşı da kusur etmişimdir,beni affet mukadderatı ilahiye böyleymiş hakkını
helal et ruhunu şadet,yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih’e sende yardım et.Sizi de Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve
himayesine tevdi ediyorum.Ey akraba ve ehibba ve evda cümlenize elveda,cümleniz hakkınızı helal ediniz.Benim
tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun.Elveda elveda cümlenizi Cenab-ı Hakk-a tevdi ve emanet
ediyorum.Ebediyen Allah’a ısmarladım.Sevgili, babacığım ve valideciğim.
Oğlunuz Mehmet Tevfik

Birinci Kolordu Hıfzıssıhha Müşaviri 
Ve Sertabip Vekili Abdülkadir(NOYAN) 
Mütareke(ateşkes) Teklifi 9 Temmuz 1915
Buradaki hayatımdan hiç unutamayacağım bir safhayı belirtmeden geçemeyeceğim. Sığındere Harbi
oldu,Her iki taraf çok telefat verdi. Şehitlerimizin defni için İngilizlere bir günlük mütareke teklifi yapmak lüzumu
hasıl oldu. Cenup Gurubu Kumandanının bu teklifini havi mektubunu kolordumuzdan Erkanı-Harp Yüzbaşı
Yusuf Beyle ben götürdüm. Esasen muharebe cephesi çok uzak değildi. Evvela atlarla, sonra yaya olarak dere tepe
aşıp ilk siper hatlarımıza girdik. Düşman siperleri de 100-120 metre ileride görülüyordu. Siperlerin bazı
yerlerinden geçerken bize rehberlik eden subay burada çok eğilin bu noktaya düşmanın makineli tüfeği tesbit
edilmiştir, ufak bir karaltı görseler ateş ederler diyordu.
İlk siperin manzarası çok elemli idi. Önde,yatan şehitlerimiz ve düşman maktulleri o derece sık idi, ki Cuma
Namazında bir camide cemaatinin secdeye yatmış manzarasını andırıyordu. Yalınız,bu yatış gayrı mutaza’mdı ve
ebedi bir sükuna dalmış şehit ve maktullerin mahşeri halinde görülüyordu. Bu ölülerin ağız ve burnuna sinekler
yumurtlamış ve buralarda büyüyüp,beslenen sürfeler(kurtlar) tombul ve beyaz birer şekil almış olduğu halde
siperlere karınca gibi yürüyor, iğrenç bir manzara hasıl ediyordu. Günlerce açıkta kalmış cesetler kokmuş,etrafa
çok fena bir koku yayılmıştı.
Bu hata günlerce gece,gündüz ateş karşısında bulunan kahraman Türk askerleri bu duruma da alışmışlar,
mütevekkil, cesur ve matin bir gayretle düşmanı olduğu yere çivilemişlerdi.
İlk hatta girer girmez bir beyaz bayrak çıkardık. O hatta bizim taraf ateşi kesti. Düşman tarafı öte, beriye el
bombası atıyor,makineli tüfek ateşi açıyordu,İngilizler de bize karşı bir beyaz bayrak çıkardılar. Yusuf Bey siperin
dışına çıktı,benim siperde kalmamı muvafık gördü.50-60 adım ilerledi. Karşı hattan da bir ingiliz subayı çıktı o da
50-60 adım ilerledi. Birbirine kavuştular. Mektup teslim edildi, ingiliz kumandanları denizde, zırhlıda imiş.
Mektubun cevabını sabah erkenden, akşam geç vakte kadar bekledik .Beyaz bayraklar da bekledi. Akşam üstü
aldığımız cevabı Cenup(Güney)Gurubu Karargahına getirdik.
Cevap manfi çıktı. Mütarekeyi kabul etmemişlerdi. Ertesi gün sabah erken büyük bir taarruza geçtiler.
Derslerini de aldılar.
İtiraf ediyorum mektepte kokmuş kadavralar (insan ölüsü) üstünde teşrih(anatomi) dersi yapmış ve bir çok
otopsi yapmak mecburiyetinde kalmış bir doktorum. Sinek kurtları ile de Askeri Hıfsısıhha derslerimde ve et
muayenelerimde meşkul olmuş bir insanım. Öyle olduğu halde ilk hattaki o koku bir hafta burnumdan çıkmadı, et
yiyemez oldum. Kahraman Türk askerleri her mihnete(sıkıntı), her keder ve zahmete alışmış verilen eti de otu da
ilk siperlerde yiyor, hakkına, kuvvetine ve imanına vererek düşmana silah sıkıyor, hücum edene süngü sokuyordu.

KAYNAKÇA
Anon. Yaşayanların Ağzından 18 Mart Çanakkale Zaferi, Eski Muharipler Cemiyeti
Yayınları, Derleyen Gıyasettin YETKİN, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1968.
Cepheden Mektuplar, Genel Kurmay Başkanlığı Yayınları, 1977
NOYAN, Ord. Prf. Dr. Abdülkadir., Son Harplerde Salgın Hastalıklarla Savaşlarım,
İstanbul.
Harp Mecmuası, Yıl 2, sayı 16, 1915.
Kahramanlık Destanları, Genel Kurmay Yayınları, İstanbul Askeri Matbaası, 10
Şubat 1937.
İNCEOĞLU, Necati., Siper Mekupları, Remzi Kitapevi, Aralık, 2001.
DÜNDAR, Can., Gölgedekiler, İmge Kitapevi, İstanbul, Mayıs, 2002.
GÜZEL, Abdurrahman., Ç.O.M.Ü. Atatürk Ve Çanakkale Savaşlarını Araştırma
Merkezi Yayınları Çanakkale, Çanakkale, 1996.
ÜNAYDIN, R.E., Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki, T.T.K., Ankara, 1960.
HAMİLTON, Ion., Gelibolu Günlüğü, Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1989.
KOCATÜRK, Utkan., Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Türkiye İş Bank Yayınları,
Ankara, 1993.
YILDIZ, Cemalettin., Seddülbahir Kahramanları, Çağlayan Yayınları, Mayıs, 2003.
ÖNDER, Cahit., Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, Çanakkale Seramik Yayınları,
1981.
ENER, K., Çanakkale’den Hatıralar, M.M.V., İstanbul Temsil Bürosu Yayınları,
No:2, İstanbul, 1954.
17

Bu mektuplar H.Murat Başbay’ın Çanakkale’den Asker Mektupları adlı kitabından özet olarak alınmıştır.
__________________

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )