Nurdan Haber

Âlimler, peygamberlerin vârisleridirler

Âlimler, peygamberlerin vârisleridirler
29 Mart 2018 - 0:20

Tarihçe-i Hayat (Önsöz 2. Bölüm)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

وَ بِهٖ نَسْتَعٖينُ

Peygamber Efendimiz, şu اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ الْاَنْبِيَاءِ yani “Âlimler, peygamberlerin vârisleridirler.” hadîs-i şerifleriyle âlim olmanın pek kolay bir şey olmadığını, i’cazkâr belâgatları ile beyan buyuruyorlar.

Zira mademki bir âlim, peygamberlerin vârisidir; o halde hak ve hakikatin tebliğ ve neşri hususunda, aynen onların tutmuş oldukları yolu takip etmesi lâzımdır. Her ne kadar bu yol; bütün dağ, taş, çamur, çakıl, uçurum, daha beteri takip, tevkif, muhakeme, hapis, zindan, sürgün, tecrit, zehirlenme, idam sehpaları ve daha akıl ve hayale gelmeyen nice bin zulüm ve işkencelerle dolu da olsa…

İşte Bedîüzzaman, yarım asırdan fazla o mukaddes cihadı ile bütün ömrü boyunca bu çetin yolda yürüyen ve karşısına çıkan binlerle engeli bir yıldırım sürati ile aşan ve peygamberlerin vârisi olan bir âlim olduğunu amelî bir surette ispat eden bir zattır.

Kendisinin ilmî, ahlâkî, edebî, birçok fazilet ve meziyetleri arasında beni en çok meftun eden şey; onun o, dağlardan daha sağlam, denizlerden daha derin, semalardan daha yüksek ve geniş olan imanıdır.

Rabb’im, o ne muazzam iman! O ne bitmez ve tükenmez sabır! O ne çelikten irade! Hayal ve hatıralara ürpermeler veren bunca tazyik, tehdit, tazip ve işkencelere rağmen; o ne eğilmez baş ne boğulmaz ses ve nasıl kısılmaz nefestir!

Büyük İkbal’in heyecanlı şiirlerinden aldığım coşkun bir ilham neşesi ile vaktiyle yazdığım “Mücahid” unvanını taşıyan bir manzumede, aşağıdaki mısraları okuyanlardan belki şairane bir mübalağada bulunduğumu söyleyenler olmuştur. Lâkin şu mukaddimesini yazmakla şeref duyduğum şaheseri okuyanlar, vecdle dolu bir hayranlıkla anlayacaklar ki Allah’ın ne kulları varmış. Eğer bir iman, kemalini bulursa neler yapar ve ne hârikalar doğururmuş.

Bir azm, eğer iman dolu bir kalbe girerse

İnsan da o imandaki son sırra ererse

En azgın ölümler ona zincir vuramazlar

Volkan gibi coşkun akıyor durduramazlar

Rabb’imden iner azmine kuvvet veren ilham

Peygamber’i rüyada görür belki her akşam

Hep nur, onun iman dolu kalbindeki mihrab

Kandil olamaz ufkuna dünyadaki mehtap

Kar kış demez, irkilmez, üzülmez, acı duymaz

Mevsim bütün ömrünce ılık gölgeli bir yaz

Cennetteki âlemleri dünyada görür de

Mahvolsa eğilmez sıradağlar gibi derde

En sarp uçurumlar gelip etrafını sarsa

Ay batsa güneş sönse ufuklar da kararsa

Gökler yıkılıp çökse yolundan yine dönmez

Ruhundaki imanla yanan meşale sönmez

Kalbinde yanardağ gibi iman ne mukaddes

Vicdanına her an şunu haykırmada bir ses:

Ey yolcu! Şafaklar sökecek durma, ilerle

Zulmetlere kan ağlatacak meşalelerle

Yıldızlara bas, çık yüce âlemlere yüksel

İnsanlığı kurtarmaya cennetten inen el.

Sanki bu mısralar iman kahramanı büyük mücahid Bedîüzzaman Hazretleri için yazılmış. Zira bu yüksek sıfatlar, hep onun sıfatlarıdır. Cenab-ı Hak şu âyet-i kerîmede bakınız mücahidlere neler vaad ediyor:

وَالَّذٖينَ جَاهَدُوا فٖينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِنٖينَ

Meal-i şerifi: “Bizim uğrumuzda mücahede edenlere mutlaka yollarımızı gösteririz. Ve hiç şüphe yok ki Allah muhsinlerle –Allah’ı görür gibi ibadet eden mücahidlerle– beraberdir.”

Demek ki iman ve Kur’an uğrunda, candan ve cihandan geçen mücahidlere büyük Allah, hakikat ve hidayet yollarını göstereceğini vaad buyuruyor. Hâşâ Cenab-ı Hak vaadinde hulf etmez, yeter ki bu azîm vaad-i İlahîyi icab ettirecek şartlar tahakkuk etsin.

Bu âyet-i kerîme “Üstad”ın karakter ve şahsiyetini tahlil hususunda bize nurdan bir rehber oluyor ve o nurun billur ışığı altında artık en ince çizgileri ve en hassas noktaları görüp sezebiliyoruz. Zira mademki bir insan Cenab-ı Hakk’ın hıfz ve himayesinde bulunmak nimetine mazhar olmuştur. Artık onun için korku, endişe, üzüntü, yılma, usanma vesaire gibi şeyler bahis mevzuu olamaz.

Allah’ın nuru ile nurlanan bir gönlün semasını hangi bulutlar kaplayabilir? Her an huzur-u İlahîde bulunmak bahtiyarlığına eren bir kulun ruhunu; hangi fâni emel ve arzular, hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve hangi pespâye gaye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve teselli edebilir?

Allah’tır onun yârı, mürebbisi, velisi

Andıkça bütün nur oluyor duygusu, hissi

Yükselmededir marifet iklimine her an

Bambaşka ufuklar açıyor ruhuna Kur’an

Kur’an ona yâd ettiriyor “Bezm-i Elest”i

Âşık, o tecellinin ezelden beri mesti.

İşte Bedîüzzaman, böyle hârikalar hârikası bir inayete mazhar olan mübarek bir şahsiyettir. Ve bunun içindir ki zindanlar ona bir gülistan olmuş; oradan ebediyetlerin nurlu ufuklarını görür. İdam sehpaları, birer vaaz ve irşad kürsüsüdür. Oradan insanlığa ulvi bir gaye uğrunda sabır ve sebat, metanet ve celadet dersleri verir. Hapishaneler birer Medrese-i Yusufiyeye inkılab eder. Oraya girerken bir profesörün üniversiteye ders vermek için girdiği gibi girer. Zira oradakiler, onun feyiz ve irşadına muhtaç olan talebeleridir. Her gün birkaç vatandaşın imanını kurtarmak ve canileri melek gibi bir insan haline getirmek, onun için dünyalara değişilmez bir saadettir.

Böyle bir yüksek iman ve ihlas şuuruna mâlik olan insan, hiç şüphesiz ki zaman ve mekân mefhumlarının fâniler üzerinde bıraktığı yaldızlı tesirleri kesif madde âleminde bırakarak; ruhu ile maneviyat âleminin pırıl pırıl nurlar saçan ufuklarına yükselmiş bir haldedir.

Büyük mutasavvıfların (ra) fena fillah, beka billah diye tarif ve tavsif buyurdukları yüksek mertebe, işte bu kudsî şerefe nâil olmaktır.

Evet, her mü’minin kendine mahsus bir huzur, huşû, tefeyyüz, tecerrüd ve istiğrak hali vardır. Ve herkes iman ve irfanı, salah ve takvası, feyiz ve maneviyatı nisbetinde bu İlahî hazdan feyizyâb olabilir. Lâkin bu güzel hal, bu tatlı visal ve bu emsalsiz haz; geçen âyet-i kerîmedeki ihsan erbabı olan o büyük mücahidlerde her zaman devam ediyor. Ve işte onlar bu sebepten dolayıdır ki Mevla’yı unutmak gafletine düşmüyorlar. Nefisleri ile arslanlar gibi bütün ömürleri boyunca çarpışıyorlar. Ve hayatlarının her lahzası, en yüksek terakki ve tekâmül hatıraları kaydediyor. Ve bütün varlıkları; o cemal, kemal ve celal sıfatları ile muttasıf olan Rabbü’l-âlemîn’in rızasında erimiş bulunuyorlar.

Mevla, bizleri de o bahtiyarlar zümresine ilhak eylesin, âmin!

***

Kaynak: Risale-i Nur

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )