Nurdanhaber – Haber Merkezi
Tahşiye Yayınevi’nin eski sahibi Turan, “Mesele zaten paralel devlet değil. Devlette böyle bir yapı oluşturmalarının sebebi paralel dini tesis etmekti. Onu halkın resmi dini haline getirmekti.” dedi.
İSTANBUL-Sefa Mutlu
Tahşiye Yayınevi’nin eski sahibi Mehmet Nuri Turan, “Mesele zaten paralel devlet değil. Benim buna itirazım var. Asıl mesele paralel dindir. Devlette böyle bir yapı oluşturmalarının sebebi de o paralel dini tesis etmekti. Onu halkın resmi dini haline getirmekti.” dedi.
Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’nın (FETÖ/PDY) tahşiyecilere kurduğu kumpas sonucu 17 ay hapis yatan Turan, Gülen hareketini, geçmişten bugüne faaliyetlerini ve tahşiyecilere kumpas sürecini AA muhabirine değerlendirdi.
FETÖ Lideri Fetullah Gülen’i uzun yıllardır bildiklerini anlatan Turan, Gülen ve beraberindekileri hiçbir zaman İslami bir cemaat olarak görmediklerini söyledi.
Turan, FETÖ’yü “İslami argümanlar kullanan misyoner bir hareket olarak” niteleyerek, “İslami hareket dendiğinde doğru ve yanlışları olabilir ama ‘İslami olan’ anlaşılmalı. Burada İslami bir şey yoktu. Sadece İslami argümanların kullanılması vardı. Bizim muhalefetimiz bu yöndendi. Biz, devlet adına bir muhalefette bulunmadık. İslami hareket böyle olmaz. Böyle ise İslami değildir. Kendi adıma Gülen’in kasedini ilk dinlediğim 1986’da ona muhalefetim başlamıştı. Net tavrım ve arkadaşların tavrı 1991’den sonradır. Körfez Savaşı’nda takındığı tutum ve tavır, İsrail’le ilgili açıklamaları, diğer İslami gruplar hakkındaki söylemleri bizi bu fikre götürdü. Papa’yla görüşmesi ve mektup vermesi çok sonraki işlerdir. Bu konuda yalnız sayılırdık.” diye konuştu.
“Gülen 12 Eylül yönetiminden destek gördü”
Gülen’in 1980’li yıllarda adını ciddi anlamda duyurduğunu aktaran Turan, “Gülen’in 12 Eylül yönetiminden ciddi destek gördüğünü düşünüyorum. Önlerini açtılar.” dedi.
Turan, FETÖ’nün diğer alanlardaki faaliyetlerinden halkın o dönemlerde haberi olmadığını anlatarak, İslami çevrenin tekfirden kaçmak amacıyla eleştirilerini yüksek sesle yapmadığını söyledi.
Risale-i Nur hareketinin Türkiye’deki İslami faaliyetin ve hizmetlerin omurgası olduğunu dile getiren Turan, Bediüzzaman Said Nursi’den başka eser veren olmadığını aktardı.
Turan, Bediüzzaman’ın hareketinin sivil olduğunu belirterek, kendisinden sonra kimseyi de işaret etmediğini anlattı.
“Gülen, hiçbir zaman ‘Nurcuyum’ demedi”
Bu hizmette veraset olmadığı için herkesin bu hizmete girip çıkabileceğine dikkati çeken Turan, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Hiyerarşik bir yapı olmadığı için kimsenin Gülen’den hesap soracak bir durumu yoktu. Hizmetin kendisini bitirmek istediler. Risale-i Nur hizmetine şüphe karıştırıldığında diğer hizmetler zaten tutunamaz ve dağılır. Bu hizmet kitap temelli bir hizmet. Vaazlarına ve sohbetlerine bakıldığında bu hizmeti baştan sona kadar kullandığını görüyoruz. Hiçbir zaman ‘Nurcuyum. Risale-i Nur talebesiyim.’ demedi. Mahkeme kayıtlarında da demedi. Hatta reddetti. Bediüzzaman’ın adını bile anmazdı. Hareket içinden Gülen’e uyarılar oldu o dönemde. Büyüklerimiz idare-i maslahatla hareket ettiler. Risale-i Nur eserlerini sadeleştirmeye başladığında net tavır koydular. Çok geç kalındı.”
Turan, FETÖ’nün birçok eseri sadeleştirdiğini ve bunlarda tahrifatlarda bulunduğunu vurgulayarak, İslami hükümlerle oynandığını söyledi.
“FETÖ’nün asıl meselesi paralel dindir”
Dinine ihanet edenin devletine ihanet etmesinin beklenen bir sonuç olduğunu aktaran Turan, “Mesele zaten paralel devlet değil. Benim buna itirazım var. Asıl mesele paralel dindir. Devlette böyle bir yapı oluşturmalarının sebebi de o paralel dini tesis etmekti. Onu halkın resmi dini haline getirmekti. Bu uluslararası bir projedir. Bediüzzaman, bunların tümüne ‘Gizli dinsizlik komiteleri’ der. O komitelerin Türkiye’de ve İslam alemindeki çalışmalarıydı.” ifadelerini kullandı.
“Çok ileri gidiyorsunuz’ diye tehdit ettiler”
Turan, konuşmasının devamında tahşiye davalarını ve yapılan operasyonları değerlendirdi.
Kendilerine zaman zaman “Çok ileri gidiyorsunuz’ şeklinde haberler geldiğini belirten Turan, “Devletle başınız belaya girer.’ derlerdi. Devlet dedikleri kendileriydi. Bizim söylemlerimizde devletle takışacak şeyler yoktu. Sorunun başında bu paralel din meselesi var. Bunların söylemlerinin İslami olmadığını net bir şekilde söyledik. Bu dinler arası diyalog safsatasıdır. Beyefendi bunu son zamanlarda genişletti, Allah’ın rahmetinin Budistlere, Hindulara ve Yezidilere de olmadığını soruyordu. Sanki babasının malını dağıtıyor. Kuzey Irak’ta yaptıkları bir dinler arası diyalog programına Yezidileri de çağırdılar. Zekat mevzusu da vardı. Ben cemaatlere zekat verilmesinin İslami olmadığını her zaman söyledim. Zekat fakir fukaranın hakkıdır.” diye konuştu.
Turan, küçük bir grup olduğunu anlatarak, kendilerinden sonra sıranın başkalarına geleceğini söyledi. Sayı olarak çok az olduklarını belirten Turan, Gülen’in tehdit olarak gördüğü herkes için ‘yok edilmesi’ talimatı verdiğini kaydetti.
“2009’daki sohbetinde hedef gösterildik”
Turan, Gülen’in 6 Nisan 2009’da bir internet sitesinden yayınlanan sohbetinde “tahşiye” ismini el-kaide ile özdeşleştirdiğini anımsatarak, şöyle devam etti:
“El-kaide Türkiye’de yok. 8 Nisan’da Samanyolu Televizyonu bunu ana haberlerinde verdi. O akşam arkadaşlarım beni aradı. O sırada ben de yayınevinin sahibi ve başındaki kişiydim. Bilenler açısından bizi kast ettiği konusunda bir tereddüt olmadı. Sohbeti dinledik. Hakikaten bizden bahsediyordu. Gülen’in sohbetlerinde ve konuşmalarında sadece kendi elemanlarının anlayacağı bir üslup kullanıyordu. Adamları ne dediğini çok iyi anlıyordu. Ben de ‘Biz artık hedefiz’ dedim. Kendisine ulaşacak bir iki kişiye söyledik. Yarın ‘Kastım yok diyecek. Hedef biz değilsek bunu düzeltsin’ dedim.”
Kendilerine iftira edileceğini anladıklarını dile getiren Turan, nasıl bir yöntem kullanacakları konusunda tereddütte kaldıklarını söyledi.
“İki kez hayatını kurtardık’ diye mesaj yolladılar”
Turan, konuşmadan bir ay sonra kendisiyle görüşmesi için birinin gönderildiğini aktararak, “Hoca efendi, üzülmene çok üzülmüş. Seni kurtarmaya çalışıyor.’ dedi. Yolladığı mesajda bana ‘Senin hayatın iki kere riske girmişti. Her ikisinde de Fetullah hocanın adamları seni kurtardı.’ diyordu. Neyden bahsettiklerini bilmiyorum. Bana yapılacak suikastleri onlar önlemiş. Bana ‘Böyle devam edersen seni kurtaramayız. Zaten polis seni takip ediyor.’ dediler. Polisin beni takip etmesinde sıkıntı yok. Devlet adına etmiyorsa sıkıntı vardır.” dedi.
“Esrarname”, “Cihadname” ve “İkazname” adındaki ve internette kolayca bulunan belgelerin örgütsel doküman olarak değerlendirildiğini aktaran Turan, bunları kitap dahi olmadığını söyledi.
Turan, telefonda kullandıkları “Başka bir emriniz var mı?” şeklindeki hitapların örgüt hiyerarşisi olarak nitelendirildiğini kaydetti.
Polis, hakim ve savcıdan oluşan organizasyon
İnsanların kendi aralarındaki ticari ilişkilerinin örgütsel faaliyete dahil edildiğini dile getiren Turan, şu ifadeleri kullandı:
“Bu ticaret örgütsel ise paraların nereye gittiğini neden sormadılar? Bir eve iki buçuk bomba koydular. Bu ev, ben dahil yargılananların çoğunun bilmediği bir yer. Haftada iki akşam sohbet yapılan ve 10 kişide anahtarı olan bir ev. Sonradan öğrendik ki bombalar Zir Vadisi’nde bulunanlarla aynı seriden. Numaraları kazınmış. Evde biraz da mermi bulunmuş, topraktan çıkarıldıkları belli. Silah falan yok, sadece mermi var. Sonradan yapılan parmak izi incelemelerinde terörle mücadele şubesindeki elemanın parmak izi bulundu. Kimsenin parmak izi çıkmadı. Aramalar usulsüz yapılmış. Bombalar bulunmuş sonrasında hazırun çağrılarak imza attırılmış. Bizim tahliyemiz 20 Mayıs 2011’de oldu. Tahşiyecilere kumpas davası süresinde bu avukatların ve sanıkların iddiası şu; 17-25 Aralık operasyonları nedeniyle kumpas kurulduğu yönünde. Unuttukları bir şey var. Benim ilk şikayetim Mart 2011’dir. O zaman İstanbul emniyet müdürüne mektup yazdım. Yapılan yanlışları anlattım ve duruşma tutanaklarını yanında gönderdim. ‘Polisin içinde bir örgütlenme var demek istemiyorum. Ama bu emare var. Bunu çözün.’ dedim O da aynı adamlara havale etmiş. Onlar da benim hapiste olduğuma dair bir rapor verdiler. Ben çıktıktan sonra yine aynı şey üzerine çalıştım. Beraat edeceğimden emindim. Bizi tutuklayan hakim kimdi biliyor musunuz? Organizasyona bakın. Bizim hakkımızda raporu tutan Ali Fuat Yılmazer, işlemi yapan Yurt Atayün, soruşturmayı yapan Kadir Altınışık, o gün nöbetçi hakim de Metin Özçelik. Özçelik, tahşiyecilere kumpas davasından Hidayet Karaca’yı tahliye ettiren adam. Şu anda cezaevinde. Nöbetçisi ayarlanmış.”
“Gülen’in bütün kitap ve sohbetleri incelenmeli”
Turan, hakimin kendisine ruhsatlı iki silahını ve bıçak koleksiyonundan alınan bazı bıçakları sorduğunu belirterek, tutuklandığında hakimin kendilerine ‘Ben sizi tutuklamakla hata etmiş olabilirim.’ dediğini anımsattı.
Devletin FETÖ gibi bir örgütle terörle mücadele şube müdürlüklerinin yeterince mücadele edemeyeceğini anlatan Turan, “Bir merkez kurulmalı. Bu merkezde onun bütün eserlerini okuyacak adamlar lazım. Bütün kasetlerini dinlemeleri lazım. Onla empati kuracaklar. Bunun eserlerini çürütecek ciddi eserler üretecek. Bu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi. Örgütsel faaliyetler için de kitapların ve sohbetlerin incelenmesi lazım. O jargonu çözmek lazım. Sonrasında devlet güvenlik açısından gerekeni yapmalı. Devletin onun dilini anlamadan mücadele etmesi zor.” diye konuştu.
Kaynak: Anadolu Ajansı