Nurdan Haber

Süfyaniyet’in 4. rüknünü ifşa ediyoruz (III)

Süfyaniyet’in 4. rüknünü ifşa ediyoruz (III)
30 Eylül 2016 - 6:53

ALAK SURESİ”NİN GÜNÜMÜZE BAKAN BİR TAHLİLİ

Beşinci Şuâ’ın sonunda bahsi geçtiği gibi, Alak Suresi’nin “İnnel insâne leyetğâ.” cümlesi, hem tarihi hem manasıyla Süfyaniyet’in birinci rüknü olan M. Kemal’e işaret etmektedir. Şöyle ki:

İnsan muhakkak tuğyan eder/azgınlaşır. mealindeki bu cümleden sonra gelen ayetlerde insanın nasıl tuğyan ettiği açıklanmıştır. O müteakip ayetlerde ibadet etmekte olan bir kulun engellenmesinden bahsedilmektedir. Demek ki burada kastedilen tuğyan, ibadete engel olmaktır.

Bediüzzaman Hazretleri, bu cümlenin ebced değerini 1344 (Miladi 1925/1926) olarak çıkarmış(1) ve o zaman o İslam Deccalı’nın ibadete engel olmasını şöyle ifade etmiştir:

“ ‘İnnel insâne leyetğâ.’ cümlesi, onun aynı zamanına ve şahsına -cifirle ve manasıyla- işaret ettiği gibi, ehl-i salâte ve camilere tâğiyâne tecavüz edeceğini gösteriyor.”(2)

O zamanlar Arapça kamet getirenlere nasıl müdahale edildiği ve camilerin hangi gayrimeşru işlerde kullanıldığı malumdur.

Biz de Bediüzzaman’ın bu istihracından cesaret alarak ve aynı ayeti hareket noktası yaparak “Acaba bu Sure, Süfyaniyet’in ilk rüknüne işaret ettiği gibi Süfyaniyet’in son rüknüne de işaret etmiş midir?” diye bu nazarla bu Sure üzerinde bir çalışma yaptık.

Ve’l-ilmü indallah. Lâ ye’lemü’l-ğaybe illallah.

ÖNCE HAREKET NOKTAMIZ OLAN “EBCED TEVÂFUKU İLE FETHULLAH GÜLEN’E İŞARET” HUSUSUNU İZAH EDELİM:

Sure’nin 6. ayetinin tamamı “Kellâ innel insâne leyetğâ.”dır.

Bediüzzaman “kellâ”yı hesaba katmayarak 1344 değerini çıkarmıştır.

Şayet “kellâ”yı da hesaba katarsak ayetin ebced değeri 1434 olur. (Sondaki elif-i maksûreyi yazıdaki gibi ye kabul ederiz ve şeddeleri sayarız.)

Hicri 1434 yılı, Miladi olarak hem 2012 ve hem de 2013’e tekabül etmektedir. (Hicri yıl bitmeden -o yılın içindeyken- Miladi yıl değiştiğinden bir Hicri yıl, iki Miladi yıla birden tekabül eder.)

İşte, bu iki tarih, iki mühim tuğyanın tarihidir:

2012, F. Gülen’in “Risale-i Nur’u sadeleştirme” adıyla yaptığı tahrif tuğyanının tarihi.

2013, F. Gülen’in bu hükûmet-i İslamiye’ye yaptığı darbe tuğyanının tarihi.

Birinci tuğyan, Kur’an’ı müdafaasız bırakmak için Kur’an etrafında onu koruyan Risale-i Nur surunu yıkma teşebbüsüdür.

İkinci tuğyan, siyaset-i İslamiye ile bu devlet-i İslamiye’yi yeniden ihya edip ittihad-ı İslam’ın merkez üssü hâline getiren Hükûmet’i yıkma teşebbüsüdür.

ŞİMDİ DE “MANA TETÂBUKU İLE FETHULLAH GÜLEN’E İŞARET” HUSUSUNU İZAH EDELİM:

On dokuz ayetten ibaret olan Alak Suresi, başından sonuna kadar âdeta F. Gülen ve komitesini anlatmaktadır. Şöyle ki:

Sure’nin şu ilk beş ayeti, Kur’an-ı Kerim’in ilk nazil olan ayetleridir.

1. Yaratan Rabb’inin adıyla/adına oku.

İlk vahiy kelimesi “İkra!”dır ki “Oku!” manasına gelmektedir.

F. Gülen ulema sınıfından, “okumuş” bir insandır; Kur’an’a, hadise, Risale-i Nur’a vâkıftır.

Ancak okuma Allah adına, Allah için olmalıdır. Allah rızası için olmayan okumanın onun indinde bir değeri yoktur. Cenabıhak buna daha ilk ayette dikkat çekmektedir.

Risale-i Nur’da geçen şu hadisin F. Gülen’e işaretini önceki bir yazımızda izah etmiştik:

Süfyan büyük bir âlim olacak. İlim ile dalalete düşer.”(3)

Allah adına, Allah için olmayan ilim, dalalettir.

F. Gülen, bu dalalete düşmüştür. Tahsil ettiği ilmi, dünyevi maksatlarına ulaşmak için basamak yapmış; dini kullanarak dünyayı elde etmeye çalışmıştır.

Bu ayet, Allah için okumayan yani ilmini başka maksatlara alet eden bütün insanları umumi olarak ikaz ettiği gibi, 1434 tarihinde yaşayacak ve “Hocaefendi” unvanıyla tanınacak F. Gülen’i de bu ikazın içine hususi olarak almaktadır.

2. O, insanı bir alak(a)dan/alâkadan yarattı.

Sure’ye adını veren ve bu ayette geçen “alak(a)” kelimesi, “kan pıhtısı” veya “embriyo/nutfe” manasına geldiği gibi, “alâka/ilgi/sevgi/muhabbet” manasına da gelir.

Allah kâinatı da insanı da kendi cemaline ve kemaline olan sevgiden, muhabbetten dolayı yaratmıştır. Bu bakımdan sevgi, muhabbet; insanlarda da bir esas ve düstur olmalıdır.

F. Gülen “Hizmet Hareketi” adını verdiği çalışmasında “sevgi” ve onun bir lazımı olan “hoşgörü” anlayışı ile ortaya çıkmış ve kendisini öyle tanıtmıştır.

Ancak onun sevgi ve hoşgörüsü, yalnız kendi camiasına ve gayrimüslimlere münhasır kalmıştır.

Evet, o, ehl-i sünnet dairesindeki müstakim cemaatlerin hiçbiriyle geçinememiş, hatta bir zamanlar içinde bulunduğu Nur Cemaati’ne de ihanet etmiştir. Ayrıca 2013’te Müslümanlara kahır duası etmesi ve 2016’daki darbe teşebbüsünde hem Müslüman olan hem vatandaşı olan insanlara uçaklarla bomba yağdırması, onun hoşgörü anlayışının gerçek olmadığını, yayılma projesinin bir perdesi olduğunu bütün açıklığıyla göstermiştir.

Gülen’in gayrimüslimlere bakışı ise kendi ifadesiyle şöyledir:

“Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü yani ‘Muhammed Allah’ın resulüdür.’ kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır.”(4)

İşte; bize ihanet, kahır ve şiddet; onlara rahmet ve merhamet…

Sure buna işaret edercesine önce birinci ayette “Allah adına, Allah namına, Allah için” vurgusu yapmakta, sonra da bu ikinci ayette “alâka ve sevgi”ye dikkat çekmektedir. Yani ikisini birleştirirsek “İnsanlara karşı alâka, sevgi ve hoşgörü ancak Allah namına ve Allah’ın istediği tarzda/yönde olmalıdır. Aksi takdirde Allah bunu kabul etmeyecektir.” mesajını vermektedir.

Bu mesaj da F. Gülen’e aynen uymaktadır.

3-4-5. Oku, Rabb’in en büyük kerem sahibidir. Kalemle öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretti.

Cenabıhak, Kur’an-ı Kerim’i vahyetmiş ve Risale-i Nur’u ilham etmiştir.. tâ ki insanlar onları okuyup, yazıp Cenabıhakk’ın marziyatını öğrensinler. Bu, onun bize en büyük keremi, ikramı, nimetidir.

F. Gülen de bu kitapları okumuş, bilmediklerini öğrenmiştir; fakat maalesef Cenabıhakk’ın bu keremini suistimal etmiştir. Çünkü okuduğu bu kitaplardan -birinci ayetteki ikaza uyup- Allah’ın rızası istikametinde istifade edecek yerde onları eğip bükerek dünyevi emellerine ulaşmakta kullanmıştır. Bu suretle “Süfyan büyük bir âlim olacak. İlim ile dalalete düşer.” hadisinin bildirdiği akıbete mâsadak olmuştur.

Bu ayet, ilim nimetine mazhar olan bütün insanlarla birlikte, 1434 tarihinde yaşayacak olan “âlim Süfyan”a da hususi olarak bakmaktadır.

***

Hira’da vahyolunan bu ayetlerden sonra gelen diğer ayetler, aradan bir müddet geçtikten sonra nüzul etmiştir.

Ebu Cehil “Lat ve Uzza’ya yemin olsun, eğer Muhammed’i Kâbe’de ibadet ederken görürsem boynuna binip yüzünü yerlere sürteceğim.” demiştir. Bir gün onu yine ibadet hâlinde görünce yanına giderek ibadetten vazgeçmesini söylemiş, Peygamberimiz de Ebu Cehil’e karşı sert mukabelede bulunmuştur. Ebû Cehil ise ona, kendisini tehdit edemeyeceğini, çünkü kendisinin herkesten fazla taraftarı olduğunu söylemiştir.

İşte, Sure’nin mütebaki ayetleri bu hadise üzerine gelmiştir.

6-7. Sakın/gerçek şu ki insan kendini müstağni/zengin/yeterli görerek ille de tuğyan eder/azar.

Cenabıhak, “kellâ” (sakın) kelimesiyle ilk beş ayete muhalefetten sakındırmak istiyor. Şayet insan, ilk beş ayete uymazsa uğrayacağı mukadder akıbeti –sebep sonuç tarzında- bu ayetlerle haber veriyor. Şöyle ki:

*İlmi Allah için tahsil etmeyen (1. ayet), *fıtratına konan muhabbet duygusuyla sevilmesi gerekenleri sevmeyip sevilmemesi gerekenleri seven (2. ayet), *kendisine bilmediği öğretildiği hâlde bu lütf u ihsana nankörlük ederek onunla âmil olmayan (3-4- 5. ayetler) insan; her şey için Allah’a muhtaç olduğunu göremez, Allah’ın kendisine verdiklerini kendi kesbinden bilir ve kendini kendine yeterli zannederek tuğyana girer.

Ayette “kendini yeterli görerek tuğyan eden insan” denirken “insan” kelimesi geçiyor.

Kimdir bu insan?

Bu vasfa uyan herkes.

Hususi olarak da 1344’teki insan ile 1434’teki insan. Hassaten 1434’teki insan. Zira 1344’teki insan, askeriye sınıfından; 1434’teki insan ise ilmiye sınıfındandır. Bu Alak Suresi de ilimden bahsetmektedir.

Şimdi “insan” yerine 1434’teki insanın adını koyarak sözü yeniden yazalım:

*İlmi Allah için tahsil etmeyen, *fıtratına konan muhabbet duygusuyla sevilmesi gerekenleri sevmeyip sevilmemesi gerekenleri seven, *kendisine bilmediği öğretildiği hâlde bu lütf u ihsana nankörlük ederek onunla âmil olmayan F. Gülen; her şey için Allah’a muhtaç olduğunu göremedi, Allah’ın kendisine verdiklerini kendi kesbinden bildi ve kendini kendine yeterli zannederek tuğyana girdi. Gülen, bu tuğyanla tâğî oldu. Yetmedi, ardından bâğî oldu.

Gülen Hareketi, tarihin kaydettiği en câlib-i dikkat bir yapılanmadır. Dessas ecnebi güçler ile kezzap bir insanın iş birliğiyle organize olmuş müfsid bir komite/komita hareketidir. Küresel güçlerin hazırlayıp sunduğu siyasi, finansal, bürokratik, medyatik vs. imkânlar ile Gülen’in menhus zekâsının birleşmesinden doğan bir ihanet hareketidir.

İşte, burada Beşinci Şuâ’ın Yedinci Mesele’sinde Süfyan’ı tanıtan bir cümlenin günümüze nasıl apaçık baktığını, F. Gülen’i nasıl bütün berraklığıyla gösterdiğini göstermemiz gerekmektedir.

O cümle:

Başka padişahlar gibi ya [a] kuvvet ve kudret veya [b] kabile ve aşiret veya [c] cesaret ve [d] servet gibi vasıta-yı saltanat olmadığı hâlde zekâvetiyle ve fenniyle ve siyasi ilmiyle o mevkii kazanır.”

Evet, Süfyan’ı tanıtan bu cümle, aynen F. Gülen’i tarif etmektedir. Zira o, bu imkânların hiçbirine sahip değilken zekâsıyla hepsine sahip olmuştur. Bunların tek tek izahını yapalım. Şöyle ki:

[a] Kendi kuvvet ve kudreti yokken TSK’ya sızarak onun kuvvet ve kudretini (komutanlarını, askerlerini, silah, cephane, tank ve uçaklarını) kullanarak darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Ayrıca PKK gibi silahlı terör örgütleriyle iş birliği yaparak onların mevcut kuvvetlerinden istifade etmektedir.

[b] Kendi kabile ve aşireti yokken milletin en istidatlı çocuklarını çok çeşitli usullerle kendisine bağlayarak büyük bir camia/örgüt teşkil etmiştir.

[c] Kendi cesaretiyle tehlikeli işlere bizzat girmemiş, her şeyi oturduğu yerden idare etmiştir. Hâlbuki 15 Temmuz’da Türkiye’ye gelip bizzat darbenin başına geçseydi TSK içindeki komitacılarının isyanına halkın içindeki meczupları da galeyana gelerek katılır ve belki darbeyi başarabilirlerdi. Fakat o, malikânesinden çıkma cesaretini gösterememiş, milletin en cesur kesimi olan askerleri kışlalarından çıkararak onların cesaretini kullanmıştır.

[d] Ayrıca şahsi bir serveti olmadığı hâlde Müslümanlardan topladığı zekât ve kurban bedelleriyle, zenginlerden gönüllü olarak aldığı himmetlerle veya şantajla kopardığı paralarla, iş adamları arasında menfaat ilişkisi tesis edip bundan nemalanmasıyla ve bunlardan başka dış güçlerin finansal destekleriyle -devletlerin hazineleriyle boy ölçüşecek- astronomik bir varlığa ulaşmıştır.

İşte, Gülen, sahip olduğu bu imkânlara güvenerek ve dayanarak yarım asır müddetince çalışmıştır. Ve sonunda bu çalışmalarının semeresini almak için kanlı bir darbeye teşebbüs etmiştir. Hem o çalışmalar hem bu teşebbüs, tuğyan ve isyan olarak amel defterine geçmiştir.

Yedinci ayette geçen istiğna” kelimesinin gösterdiği gibi, sahip olduğu gınaya dayanarak Allah’tan istiğna etmiştir.(5)

Yani gücünü Allah’tan değil, sahip olduğu imkânlardan almaya çalışmıştır. Yüzünü Hâlık’tan mahluka çevirmiştir. Müsebbibülesbab’dan tegâfül ederek esbabdan medet ummuştur.

Gülen Hareketi’nin bütün yapılanması, Allah’ın istemediği yollar ve usullerle olmuştur. Zaten Gülen’in 1972’de Nur cemaatinden ayrılması da bunu gerçekleştirmek içindi. Zira Risale-i Nur’un hizmet metodunu beğenmeyerek farklı bir metotla hareket etmeye karar vermişti. Yani Risale-i Nur’un Kur’an’dan alınan hizmet tarzı yerine kendi felsefesiyle ihdas ettiği hareket tarzını tercih etmişti. İşte, bu da Allah’tan istiğnanın başka bir yüzüdür.

Yarım asırlık Gülen Hareketi bu şekilde bir Allah’tan istiğna hareketi olduğu gibi, bir gecelik FETÖ darbesi de bir Allah’tan istiğnateşebbüsü olmuştur.

Zira bu darbenin Allah’ın kitabında yeri yoktur. Bu, ancak Gülen’in kitabının en görünmez yerinde yazılıdır.

Ayrıca Gülen, darbeyi başarmak için yeterli güce ulaştığına kanaat getirerek bu işe yeltenmiştir.

Bunların hepsi istiğnadır.

İşte, bu altıncı ayet olan “Kellâ innel insâne leyetğâ.”, -1434 değeriyle- 1434 tarihindeki “insan”ı “tâğî” ilan ediyor. Bu tarihte -yedinci ayette belirtildiği gibi- yeterli güce ulaştığını hesaplayarak -Kur’an’da ebcediyle, manasıyla yer alacak kadar- tuğyan eden, F. Gülen’den başka kim vardır?!

8. Elbette dönüş Rabb’inedir.

Gülen, Allah’tan istiğna ederek giriştiği darbede Allah’tan en ağır darbeyi yemesi üzerine çaresiz bir eda ile “Keşke haddimizi bilsek… Keşke mesâib ve devâhi [musibetler ve belalar] tohumlarını kendimiz attığımızı bilsek… O, yüzümüzü ona döndürmeye vesile olur. Biz ettik, sen etme! N’olur yâRab! N’olur yâ Rab! Neyin noksan olur, yâ Rab?!” diye Allah’tan yardım ve merhamet dilemek zorunda kalmıştır.

Onun bu ifadeleriyle Sure’nin ifadeleri arasındaki benzerlik, insanı hayrete düşürmektedir. Şöyle ki:

Ayetteki “rüc’â/rücû” kelimesi “dönüş/dönmek” manasındadır. Gülen de aynen “döndürme” kelimesini kullanıyor.

Ayette “Rab” ismi geçerken Gülen’in de Allah’a hitap ederken doksan dokuz isim içinden seçtiği isim yine “Rab”dır.

Yani ayet de Gülen de aynı kelimeleri kullanarak “Rabb’e dönmek”ten bahsetmektedirler.

Bunlardan başka şu benzerlik de dikkat çekmektedir:

Gülen, Hâlık’ın gınasından istiğna ederek mahlukun gınasına dayanmış ve fakat yenik düşmüştür. Neticede söylediği “Neyin noksan olur?!” sözü ise Allah’ın gınasından bir şey eksilmeyeceğini ifade etmektedir. Bu da kendi gınasından dönmek, istiğnasından vazgeçmek demektir ki yedinci ayette geçen “istiğna” kelimesiyle örtüşmektedir.

Peki, Gülen Komitesi’nin başına gelen bu kadar “mesâib ve devâhi”den sonra Gülen’in Allah’tan yardım ve merhamet dilemesine ne diyelim?

Biz bir şey demeyelim. Ona en güzel cevabı verecek olan, Bediüzzaman’dır ki münafıkların hâlini tahlil ederken şöyle diyor:

O afet, kusurlarının cezası olduğundan Cenab-ı Hak’tan merhamet de reca edilemez. Çünkü ibtal-i hak için çalışan adam; Hak’tan yardım, merhamet talep edemez.”(6)

Evet, hem Hak’tan gelen hakkı hakikati engellemek için savaş açacaksın hem de bu işte başarılı olmak için Hak’tan yardım isteyeceksin… Hakkı engellemeyi başaramayınca da Hakk’ın sel gibi üzerine gönderdiği belalara karşı yine Hak’tan merhamet bekleyeceksin… Bu nasıl anlayıştır!

Şunu da unutmayalım ki Gülen’in bu dönüşü, dünyadaki göstermelik bir dönüştür. Allah’a asıl dönüş ise dünya hayatının bitmesiyle olacak olan dönüştür ki 15-18. ayetlerde tafsil edilmiştir.

9-10. İbadet ederken bir kulu engelleyeni gördün, değil mi?

İbadet eden kul, Peygamber’imiz; onu engelleyen de Ebu Cehil’dir.

Bununla beraber ibadeti engelleyen tâğî insanlar ve ibadeti engellenen samimi kullar her devirde bulunacaktır.

Bu devirde ise ibadeti engelleyenlerin en dehşetlisi, Gülen olmuştur.

Zira Gülen, müntesiplerinin tanınmaması ve bilinmemesi için gerekirse onları farzlardan muaf tutacak ve onlara haramları mübah kılacak fetvalar vermek suretiyle on binlerce insanın ibadetine müdahale etmiştir.

Ayrıca Fahreddin-i Râzî’ye göre bu ayet, Peygamber’imizin bir isteğine de cevap mahiyetindedir. Şöyle ki:

Peygamberimiz Ey Rabb’im, İslâm’ı ya Ömer bin Hattab veya Amr bin Hişam ile yükselt!”(7) diye duada bulunmuştur. Cenabıhak da ibadete engel olan böyle birisinden medet umulmaması gerektiğine “Gördün, değil mi?” diyerek dikkat çekmektedir.

Madem bu Sure günümüze de bakıyor.. biz bunu Gülen’e de tatbik ederek ondan İslami hizmet bekleyenlere deriz ki:

İbadete mani olan, bu yetmezmiş gibi haramlara da bulaştıran bu adamdan dine, devlete, vatana ve millete zarardan başka bir menfaat gelmeyeceğini gördünüz, değil mi?

11-12. Baksana! O, hidayet üzerinde olursa yahut takvayı emrederse… (Fena mı olur?!)

O” diye bahsedilen kişi, Ebu Cehil de Peygamber’imiz de olabilir.

Günümüzde ise Gülen de olabilir, Gülenciler de.

Gülen olursa:

Gülen, kendisi hidayet dairesinde bulunsa, müntesiplerine de takvayı emretse bu, fena mı olur?!

Gülenciler olursa:

Gülen’e intisap ettikten sonra Gülen emrettiği için hidayetten ayrılan, insanlara da takva yerine Gülen’in fâsid tevillerini emretmeye başlayan bir kul; Allah emrettiği için kendisi hidayet üzerinde bulunsaydı, başkalarına da takvayı emretseydi fena mı olurdu?! Elbette Gülencilere katılmadan önceki hidayet hâli ve takva dairesindeki hizmeti, onun için de cemiyet için de daha hayırlı olacaktı.

13. Baksana! Yalanlayıp yüz çevirirse… (İyi mi olur?)

Bu ayet de yukarıdaki gibi Ebu Cehil’e de Peygamber’imize de.. günümüzde ise Gülen’e de Gülencilere de bakabilir.

Gülen, İslam’ın temel esaslarına dokunmuş, onları asli mecralarından uzaklaştırmıştır.

Ayrıca ehl-i kitapla alakalı hükümlerin sadece eski zamana baktığını, günümüze bakmadığını ileri sürmüştür.

Bunların her ikisi de -ayette geçtiği gibi- hakkı tekzip/yalanlama ve hüdâdan yüz çevirmedir.

Gülenciler de Gülen’in ifsadıyla İslam’ın hak hükümlerini yalanlayıp hidayete sırtlarını dönmüşlerdir.

Bunlar elbette iyi şeyler değildir.

Dikkate değer bir incelik:

Cenabıhak 11-12. ayetlerde “Fena mı olur?” ve 13. ayette “İyi mi olur?” sorgularıyla insanları yanlış kanaatlerinden vazgeçirmek için onları ikna etmek istemektedir. Zira Gülen, insanları aldatmıştır. İnsanlar, perde altındaki gizli niyeti bilmediklerinden onun yaptıklarını İslami hizmet olarak benimsemiştir. Zaten Süfyaniyet’in birinci vasfı aldatmaktır. Hz. Ali’nin dediği gibi “Onların Deccal’ı Süfyan’dır. İslamlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek.”(8)

14. O, Allah’ın kesinlikle gördüğünü bilmiyor mu?

Ebu Cehil’in Müslümanlar aleyhinde çevirdiği dolapları Cenabıhak elbette biliyordu.

Gülen Komitesi’nin de şantaj için, bir gün lazım olur, düşüncesiyle insanları bunca dinlemeleri; bunca kayıtları, fişlemeleri; kapalı kapılar ardındaki bunca toplantıları; haberleşme ağları; kodlamaları, şifreleri…

Ebu Cehil’in en iptidai usullerini bilen Allah, Gülen’in bütün teknolojik imkânları kullanarak tezgâhladığı işte bunca gizli işlerini de aynen onun gibi biliyor ve görüyor.

15-16. Eğer vazgeçmezse o alnı, o yalancı ve günahkâr alnı sürükleyeceğiz.

Âl-i İmran Suresi’nde M. F. Gülen’in isminin “El-Kâzib” (yalancı) olarak geçtiğini bir başka yazımızda açıklamıştık.

Alak Suresi’nin on üçüncü ayetiyle bu ayetinde de yine aynı kelime irade edilmiştir. Bu da yine Gülen’e ima ve remiz olabilir.

Bu Sure’de Cenabıhakk’ın tehdidine maruz olan insan için kullanılan “yalancı ve günahkâr alın” ibaresinin ağırlığı da hayli düşündürücüdür. Bu, gösterir ki Gülen’in yaptığı hatalara, işlediği cinayetlere hüsnüniyetle, hoşgörüyle bakılamaz; çünkü kasıtlıdır.

Yarım asır önce senaryosu yazılan ve o günden beri provası yapılan bir ihanet oyununa nasıl müsamaha nazarıyla bakılabilir?!

Hem Süfyaniyet, bir vazifedarlık unvanı olup Cenabıhakk’ın tavzifi ve tahsisi iledir. Ona nasıl masumiyet rengi verilebilir?!

17. O zaman çağırsın komitesini.

Komite” olarak çevirdiğimiz “nâdî” kelimesinde Dârunnedve’ye atıf vardır. Çünkü nâdî ile nedve aynı köktendir.

Dârunnedve, Mekke şehir meclisidir ki müşrikler İslamiyet aleyhindeki kararları burada alırlardı. Dârunnedve’ye atıfta bulunulmasıyla da küfrün İslam düşmanlığında organize olduğuna işaret vardır. Biz de tercüme yaparken bunu en güzel ifade eden kelime olarak komiteyi tercih ettik. Zira bu kelime, Gülencilere de tam uymaktadır. Bediüzzaman Hazretleri’nin, Risale-i Nur’un birçok yerinde “gizli ifsad komitesi” diyerek Gülencilere işaret ettiğini bir yazımızda izah etmiştik.

O zamanın Ebu Cehil’i, bu zamanın F. Gülen’i…(9) İkisi de organize güçlerle Müslümanların ibadetine müdahil. Ebu Cehil’in bir Dârunnedve’sine mukabil; F. Gülen’in medyası, okulları, dershaneleri, yurtları, şirketleri, dernekleri, vakıfları, imamları, mason locaları, lobileri, kulüpleri, meclisleri, istihbarat teşkilatları, iletişim ağları, iş birliği yaptığı terör örgütleri… İşte, F. Gülen’in güvenip dayandığı güçler ve Gülen Hareketi’nin alt yapısı… Hepsi organize güç, hepsi komite!

Ebu Cehil, Peygamber’imize “Bu vadide en çok taraftarı olan, benim!” demişti hani. Bu ayette Cenabıhak Ebu Cehil’e o taraftarlarını meydana çağırmasını söylüyor.

Günümüzde de Gülen’e, dünya çapındaki organize güçlerini meydana çağırmasını söylüyor.

İşte, o zaman Dârunnedve nasıl bir işe yaramadıysa bugün Gülen’in çağırdığı dâhili ve harici güçler de bir işe yaramamıştır. Bu güçler, Allah’ın gücü karşısında bilkülliye sukut etmiş; yarım asırlık oyun, 15 Temmuz’da bir gecede bozulmuştur.

Cenabıhak Ebu Cehil Komitesi’ni nasıl muzmahil ettiyse F. Gülen Komitesi’ni de öyle darmadağın ediyor işte.

18. Biz de zebanileri çağıracağız.

Dünyadaki bu zilletten sonra asıl hesaplaşma ahirette olacaktır.

19. Sakın ona itaat etme. Secde et ve (Rabb’ine) yaklaş.

Buradaki ikaz ne kadar manidardır ve Gülencilere ne kadar da uymaktadır!

Zira F. Gülen’in fetvasıyla namazlarını ima ile kılanları bu ayet şöyle ikaz etmektedir:

“Sakın ona itaat edip de namazını ima ile kılma, Allah’ın emrettiği gibi secde et! Başka türlü Rabb’ine yaklaşamazsın.”

Yani “Ona itaat, sizi Rabb’inizden uzaklaştırıyor. Rabb’inize yaklaşmak için ona itaatten vazgeçmeli ve onun istediği gibi değil, Rabb’inizin istediği gibi ibadet etmelisiniz.”

BİR MÜLAHAZA:

Alak Suresi’nin başı ilim, sonu ameldir.

F. Gülen de ilmiye sınıfındandır. Ancak ilmiyle âmil olmamış, hatta ilimle dalalete düşerek ulemâüssû sınıfına dâhil olmuştur.

SONUÇ:

Ebced hesabının tevafukundan yola çıkarak mana muvafakati üzerinde yaptığımız bu çalışmada görüldüğü gibi insanı hayrete düşürecek kadar günümüze işaretler vardır. “Kellâ innel insâne leyetğâ.” ayeti -baştaki kelime hariç- Süfyaniyet’in birinci rüknüne ebced ve mana cihetleriyle muvafık geldiği gibi, baştaki kelime dâhil edilince Süfyaniyet’in dördüncü rüknüne yine hem ebced hem mana cihetleriyle tevafuk etmektedir. Üstelik mana tevafuku, bütün Sure’ye şamil olmaktadır. Sure’nin kısmen değil, baştan sona kadar tamamen F. Gülen ve komitesiyle manen (mana cihetiyle) bire bir örtüşmesi, bu şahsın ve komitesinin Kur’an nazarında ne derece dehşetli olduğunu gösterdiği gibi, şüphesiz Kur’an-ı Mucizülbeyan’ın yeni bir mucizesini de göstermektedir.

—————-—————-—————-

(1) Şuâlar, Birinci Şuâ, Envâr Neşriyat baskısı, s. 693.

(2) Şuâlar, Beşinci Şuâ, Envâr Neşriyat baskısı, s. 596.

(3) Şuâlar, Beşinci Şuâ, Envâr Neşriyat baskısı, s. 585.

(4) Kozadan Kelebeğe, s. 131.

(5) “Gına” ile “istiğna” aynı kökten gelmektedir.

gına: Servet. Zenginlik. Sahip olunan imkânlar. Yeterlilik.

istiğna: Elindekini yeterli bulmak. Başkasına minnet etmemek.

(6) İşârât’ü-İ’câz, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s. 364.

(7) Ömer bin Hattab, Hz. Ömer’dir. Amr bin Hişam, Ebu Cehil’dir.

(8) Şuâlar, Beşinci Şuâ, Envâr Neşriyat baskısı s.585.

(9) Her ikisinin adı arasındaki tevafuk da düşündürücüdür. Şöyle ki:

“Ebu Cehl Amr bin Hişâm”ın ebced değeri 754’tür. (Medde sayılmaz, Ömer ile karışmaması için Amr’ın sonuna konan ve okunmayanvav hesaba alınmaz.)

“Muhammed Fethullah Gülen”inki ise 753’tür. (Şedde hesaba girmez, lafzullah 67 sayılır.)

Büyük sayılarda 1 farkın ehemmiyeti yoktur.

Veya bu 1 sayılık farkı, Ebu Cehil’in hem lakabının hem adının birlikte hesaba girmesine haml edebiliriz.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )