Şahsımız rahat içinde olmakla birlikte dünya fokur fokur kaynamakta ise, takvimler istediği kadar bayramları göstersin; gerçek bayram gelmiş olamaz! Kendi âlemimizde cehâlet hüküm sürmekte iken, bütün dünyada asr-ı saâdet gibi bir zaman dilimi yaşanmakta ise; yine bayrama eremedik demektir…
Fert ve cemiyet olarak, bütün insanları ilgilendiren ortak değerlerin asgarî bir şekilde bile olsa uygulandığı vakitler ise, takvimlerde bayram yazmasa bile, gerçek mânâda bayramdır. İnsan, bir nîmete kavuştuğunda, artık bir daha aslâ sıkıntıya düşmeyeceğini zanneder. Bir musîbetle karşılaştığında da, hiçbir zaman rahata ermeyeceğini düşündüğü gibi…
Ömrün belli bir süre sonra biteceğini, hayatın hiçbir zaman düz bir çizgi gibi gitmeyeceğini, ne nîmetlerin devamlı, ne belâların ebedî olmadığını idrak etmek lâzımdır. Yaratan, varlıkları halden hale yuvarlayarak onlara bir çeşit idman yaptırır. Onları ebedî âlemler için hazırlar. Peş peşe gelen nice felâketlerden sonra, huzûr ve mutluluklar olacaktır. Nice varlıklar, yokluğa yer verecektir. Nice gülmeleri ağlamalar tâkip edecektir.
Neciyiz, nereden ve ne için geldik, nereye gidiyoruz? Bütün insanlığın çözmek için uğraştığı bu bulmacaya gerçek cevapları kim verecektir? Bu hayatın gayesi nedir? Ölümün hakîkati, ölümle kesilen uzun emellerin netîcesi ne olacaktır? Yokluktan varlığa, varlıktan bilinmezlere doğru süren bu seyâhatin hikmeti nedir? Ömür böylece sonu gelmeyen soru işâretleri ile dolu bir yolda sürüp gider. Şöyle bir hayatın tadı, ancak içinde bulunduğumuz bu hâli bilmek; belli görevler için, bir kudret sâhibi tarafından bu dünyaya gönderildiğini kabul etmekle anlaşılır. Bu sırrı çözdükten sonra, daha hayatın kısalığına uzunluğuna, zorluk veya kolaylık içinde geçtiğine, lezzet veya acı verdiğine bakılmaz…
Yaratılış maksadını anladıksa, o vâdide yol aldıksa, vazîfemize sadâkatle sarıldıksa bayramlar bayramları tâkip edecektir. Allâhu Teâlâ’ya îmân etmek ve O’nun sıfatları, fiilleri, isimlerini tanımaya çalışmak; emirleri, yasakları hakkında bilgi sâhibi olup onlara uymak bizim için en önemli mesele ise, ne mutlu böyle bir anlayışa… Davullarla, zurnalarla sürûrumuzu îlân etmesek bile, bayramdır!
Gülen insanlara bakarak, gülmekte oldukları hallerine ağlayabiliyorsak; ağlayanların başlarını okşamak sûretiyle bile olsa, onları tesellîye yeltenip dertlerini paylaşabiliyorsak bayramı hak etmişiz demektir. Kimsenin derdi bizi ilgilendirmiyorsa, tonlarla şeker dağıtmak bayramımızı tatlandırmaya yetmeyecektir…
Düşmanların dost olduğu günlerde; hâlâ düşmanlıklarımıza dostluk, dostlarımıza düşmanlık edebiliyorsak, bugünün neresi bayram? Kırdığımız gönüllerin çatırtısı kulaklarımıza girmiyor, gönüllerimizde yankılanmıyorsa; mehterler vursa, incesazlar fasıl yapsa ne ehemmiyeti var?
Bayram namazlarında omuz omuza, saf saf dururken, gönüllerimizde buz gibi ayrılık rüzgârları esiyorsa; sevincimizi kiminle paylaşacağız? Kurbanlar, kavurmalar, baklavalar, börekler hep toklara ikram ediliyorsa; yoksullara ne ile ulaşacağız? Eşrâf ile, erkân ile, ekâbir ile bayramlaşıp; zenginlerle, güçlülerle, akranlarla sohbet ederken alt tabakayı, ezilmişleri, küçültülmüşleri, fakirleri, zayıfları, silinmişleri müslümandan, insandan saymaz isek Hakk’ın rızâsını nasıl kazanacağız?
Hangi bayramlarda paylaştıkça artan sevgiyi ve neşeyi sokaklardan toplayacağız? Hangi seyranlarda ortaklaştıkça azalan dert ve tasayı dağıtacağız?
Kötülükleri geride bırakıp, bütün iyilikleri kucaklamak için, hasret çekilen dostları ve dostlukları sevinçle bağrımıza basmak için, gözyaşlarını silip saâdet tebessümlerini açmak için buyurun, bu bayramı gerçek bayram yapalım!