BEDİÜZZAMAN ISTILAHI
Bediüzzaman’ın mânâsı şudur; Mahlûkata müteveccih lûgat mânâsı itibariyle: kendi zamanının nâdidesi. Görülmemiş garîbi, emsâli olmayan hârikası vesaire demektir.
Istılahî mânâsı ise, Bediüzzaman ünvânı, zekâ ve hıfzda insanlar arasında emsâli bulunmaz derecede zeki ve kuvve-i hafızası acîb olan kimselere verilmiştir. Bediüzzaman-i Hamedanî de böyle imiş. Tarihde bir kaç Bediüzzaman gelmiş geçmiş. Fakat Bediüzzaman Said-i Nursî’nin hem zekâ ve hıfzda, hem idrak ve kavrayışta, hem hal ve davranışta, hem kıyafet ve harekette, hem tarz-ı beyân ve üslub cihetlerinde hiç birisi ona benzememektedir. Yani Said-i Nursi filhakika ve vakı’a olarak herşeyi ile zamanın Bedi’idir. Hatta meslek ve meşrebi de, davası ve mücahadesi de bambaşkadır, garibtir, bedi’dir.
Bediüzzaman Hazretleri, kendisine zamanın din âlimlerinin büyükleri, hatta ehl-i siyaset ve mekteb muallimleri bile “Bediüzzaman” ünvânını verdikten sonra, kendisi de bazen te’lifatında bu ünvânı imza yerinde kullanmasına bazı itirazlar geldiği zaman, şöyle izah edip cevab vermiştir:
“Sual: Sen imzanı bazen Bediüzzaman yazıyorsun. Lâkab medhi imâ eder?
Cevab: Medih için değildir. Kusurlarımın sened-i özürünü bu ûnvan ile ibraz ediyorum. Zira Bedi’, garîb demektir:
Benim ahlâkım suretim gibi, üslûb-u beyânım elbisem gibi garîbtir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhâkemât ve esalibi, üslûb ve muhâkemâtıma mikyas ve mihenk-i itibar yapmamayı bu ünvânın lisan-ı haliyle rica ediyorum. Hem de muradım Bedi’, acîb demektir…”
Yine bu ma’na için başka bir eserinde şöyle demiştir:
“…şimdi anlıyorum ki: Eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde bana verilen “Bediüzzaman” lâkabı benim değildir. Belki Risale-i Nûr’un manevî bir ismi idi. Zâhir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. şimdi o emanet isim, hakiki sahibine iade edilmiş…”
(A. Badıllı)