Nurdan Haber

ALLAH’IN BİRLİĞİNİ DOĞRU ANLAMAK (IV)

ALLAH’IN BİRLİĞİNİ DOĞRU ANLAMAK (IV)
20 Ağustos 2021 - 7:00

ALLAH’IN BİRLİĞİNİ DOĞRU ANLAMAK (IV)

 

NurdanHaber – Haber Merkezi – Özel

“EY İMAN EDENLER, İMAN EDİN!”

(Ehl-i imanın imanını tashih için yazılmıştır.)

TEMEL MEFHUMLAR (III)

 

IV. İNSANIN İRADE VE KUVVETİ

1. İnsanın iradesi/ihtiyarı (irade-i cüz’iye, cüz’î irade; cüz-i ihtiyarî, ihtiyarî cüz)

İnsan iradesi “birden çok şey arasında üstünlük kurma hassası ve bunun neticesinde bir fiili yapma
veya yapmama meyli”dir. Allah’ın iradesi küllî, insanın iradesi cüz’îdir.
İnsanın irade-i cüz’iyesi mahlûk değil, emr-i itibarî olup bu mesele ileride “KESP” başlığında
genişletilecektir.

2. İnsanın kuvveti

Bir atomda dört çeşit kuvvet (çekme kuvveti, itme kuvveti, elektrik kuvveti, nükleer kuvvet) bulunup
onlarla çeker, iter vs.
Havada kuvvet vardır, fırtına hâlinde ağaçları söker.
Suda kuvvet vardır, sel olunca evleri götürür.
Aynen bunlar gibi insanda da kuvvet vardır; yük taşır, yürür, eğilir, doğrulur vs.
Ancak bu kuvvetler atomun, havanın, suyun ve insanın zatî hassası değildir; Allah’ın sonsuz kudretinin
onlardaki farklı farklı tecellisi, tezahürüdür.

Bir bebeği düşünelim:

Bu bebek kaslarıyla ve kaslarındaki kuvvetle doğmuştur.
Bu kaslar daha önce yoktu ama şimdi var. Ne anası yaptı ne kendisi; Allah yaptı.
Bu kaslardaki kuvvet de kaslarla beraber tezahür etmiştir. Onu da ne anası verdi ne kendisi kazandı; o
da yine Allah’tandır.
İşte, insanda ve bütün mükevvenatta gördüğümüz kuvvetler, kudretin tecellisinden başka bir şey
değildir.
Öyleyse insan Allah’ın kudretinin tecelligâhı, mahalli ve mazharıdır; membaı, kaynağı ve masdarı
değildir. Allah’ın kudreti atomda, havada, suda tecelli ettiği gibi insanda da tecelli eder, arada bir fark
yoktur. “Kudret” ve “tekvin” Allah’ın sıfatlarıdır. Allah bu sıfatlarıyla nerede tecelli ederse işi orada
gerçekleştirir.

Allah kudret yaratıp insana verir mi?

Allah insanda ve başka şeylerde kudret yaratmaz. Allah’ın kendi kudretinin dışında yeni kudretler
yaratması düşünülemez. Bu; aklen muhal, hikmeten abestir. Bunu biraz açalım:
Aklen muhaldir: Zira madem Allah’ın kudreti sonsuzdur, sonsuzluk her yeri kapladığından kendi
cinsinden başka şeylere yer bırakmaz.

Hikmeten abestir: Çünkü Allah sonsuz kudrete sahipken ve o kudretle her şeyi yapabiliyorken başka
kudretlere ihtiyacı yoktur ki yaratsın. (Zaten Allah için ihtiyaç söz konusu olmadığı gibi yarattığına
muhtaç olması da bu maddeyi kendi içinde dahi çıkmaza sokmaktadır.)
Hem Allah’ın yeni bir kudret yaratıp insana verdiğini farz ettiğimiz takdirde iki şeyden biri lâzım gelir:

1. Ya bu kudreti -insanın onda tasarrufta bulunması için- insanın emrine verecektir…
Bunda da iki ihtimal ortaya çıkar:

Birinci ihtimal: Eğer bu kudret sınırsız olursa insan onunla her şeyi yaratabilir ve o durumda insan ilâh
olur. (“Her şey”e insanın kendi fiilleri de dâhildir.)
İkinci ihtimal: Şayet bu kudret sınırlı olursa -kendi fiilleri de dâhil olmak üzere- insan en küçük bir şeyi
dahi yaratamaz. Zira bir şey her şeyle bağlıdır. Bir şeyi yaratmak için önce her şeyi yaratmak gerekir.
Hâlbuki sınırlı bir kudretle her şey yaratılamaz. İşte bu durumda bu kudretin herhangi bir fonksiyonu
olmayacağı için abes yere insana verilmiş olacaktır.

2. Yahut bu kudreti insanın eline verdiği hâlde onun emrine vermeyip yine kendisi kullanacaktır. Bu
da abestir. Eğer kullandırmayacaksa onu insana niçin versin?!
Görüldüğü gibi Allah’ın yeni bir kudret yaratıp insana vermesinin hiçbir makul izahı bulunmamaktadır.

İnce bir mesele

Cenab-ı Hak “kudret” ve “tekvin” sıfatlarıyla tecelli ederek halk eder. Bu sıfatlar O’ndan ayrı değildir
ama O’nun zatı da değildir. Halk eden, bu sıfatlar değil, Allah’ın zatıdır.

“Yalnız bir cilve-i kudret-i Rabbaniye olan kuvveti, bir zîkudret ve müstakil bir kadîr telakki etmek”
(Lem’alar, Yirmi Üçüncü Lem’a) hatadır.

Bunu, kâinattaki faaliyetlerin kaynağını kuvvet zannedenlerin yanıldığını göstermek için söyledik. Zira
o kuvvetler Allah’tan olduğu için biz onlara “hâlık” demiyoruz. Kuvvetperestler ise kuvvetleri Allah’tan
bilmedikleri için onlara “hâlık” nazarıyla bakıyorlar.

Hülâsa edelim

Allah’tan başka hiçbir kādir ve O’nun kudretinden başka hiçbir kudret yoktur. Kudret birdir, sınırsızdır
ve Allah’a mahsustur. O’nun kudreti ise -insan da dâhil olmak üzere- her yerde tecelli eder. O, her
şeyi bu tecelliler ile bizzat kendisi icat eder: İbda eder, inşa eder.

İlm-i kelâma bir not düşelim

İlm-i kelâmda kudretin “ezelî kudret/kadim kudret” ve “hâdis kudret/muhdes kudret” olarak ikiye
ayrılıp ilkine “Allah’ın kudreti”, ikincisine “insanın kudreti (Allah’ın yaratıp insana verdiği kudret)”
denmesi iki ayrı kudreti ifade ettiğinden ef’al-i ibad (kulların fiilleri) meselesi düğümlenip kalmaktadır.
Bu meyanda “İnsandaki kudretin insanın fiillerine tesiri var mıdır, yok mudur?” sorusuna cevap
sadedinde gereksiz yere çok tartışmalar olmuştur.

İki ayrı kudret tasavvur ederek vartalı ve çıkmaz bir yola girmek yerine şöyle bir izah, meseleyi hem
vartadan hem çıkmazdan kurtaracaktır:

Kudret bir olup Allah’a mahsustur, tecellisi ise sonsuzdur. Bu tecellilerin neticesinde her şeyi yaratan
Allah’tır. Yalnız Allah’ın ezelî kudreti vardır, ondan başka sonradan yaratılan kudret yoktur. İnsanlarda
gördüğümüz kuvvet ise o kudretin tecellisinden ibarettir. Allah kendi kudreti dışında başka kudretler
yaratıp da kullanması için insana veriyor değildir. Kudret kimin ise onu kullanan da yine O’dur. İnsan
ancak Allah’ın kudretinin tecelli ettiği yani o kudretin kullanıldığı mahaldir; kuvvetin masdarı değil,
mazharıdır. Hem kudret hem de onun tecellisi olan kuvvet Allah’a mahsustur.

Evet, “hâdis kudret” yerine “mütecelli kudret” dediğimiz takdirde ef’al-i ibad meselesinde düğümler
çözülecek, tekellüflü tevillere ve çetrefilli izahlara ihtiyaç kalmayacaktır.

İnsan Allah’ın kudretinde tasarruf edebilir mi?

Tasarruf, “kullanma” ve “yönlendirme” manasına gelir.
“Allah’ın kudretini kullanma”dan başlayalım.
Cenab-ı Hak mürittir, iradesine hiçbir şey müdahale edemez. Lâyüs’eldir, hiçbir şeye karşı mes’uliyeti
söz konusu değildir. Keyfemâyeşa (istediği gibi) idarede bulunur; O’nun idaresini hiçbir şey
değiştiremez, sınırlayamaz, kayıt altına alamaz, belirleyemez. Her şey O’nun mülkü olduğu için
mülkünde istediği gibi tasarruf eder.

Bununla beraber Allah isim ve sıfatları çerçevesinde tasarrufta bulunur.
Meselâ, kâinatı hikmeti dairesinde, Hakîm ismi çerçevesinde yaratmış ve tanzim etmiştir. Akılları
hayrette bırakan bu sistemin bir parçası şudur ki insanın fiillerini -mühim hikmetlere binaen- onun
istekleri istikametinde yaratır. İnsanın isteklerini kudretinin tecelliyatına şart-ı âdi yapmıştır yani istek
şartını kendisine âdet edinmiştir. (Âdi, “âdetten” demektir.) Bununla manen der: “Benim hayra rızam
var, şerre yoktur. Mes’uliyetini bilerek ve sonunu düşünerek sen nasıl istersen ben öyle yaparım.”
Bu demektir ki Allah kendi kudretini kendisi kullanır fakat kulunun isteğine göre kullanır, kullanması
için kulunun eline vermez. Zira izzet, celâl ve tevhit bunu gerektirir.

Ancak bu demek değildir ki Allah, kudretini tamamen insanın istediği gibi kullanıyor. Bunun delili
şudur ki insanın her istediği olmuyor.

“İnsan her ne kadar fail-i muhtar ise de fakat ‘Vemâ teşâûne illâ enyeşâallâh./Allah dilemedikçe siz
hiçbir şey dileyemezsiniz.’ (İnsan 76/30) sırrınca meşiet-i İlâhiye asıldır ve kader hâkimdir. Meşiet-i
İlâhiye, meşiet-i insaniyeyi geri verir. ‘İzâ câe’l-kaderu umiye’l-basar./Kader gelince göz görmez
olur.’ hükmünü icra eder. Kader söylese iktidar-ı beşer konuşmaz, ihtiyar-ı cüz’î susar.”

(Mektubat, On Beşinci Mektup)

Bu hâl, insanın Cenab-ı Hakk’ı kayıt altına almadığını, bir başka ifadeyle Cenab-ı Hakk’ın, mahlûkuna
kendisini kayıt altına alma yetkisi vermediğini gösteren en açık delildir.

“Allah’ın kudretini yönlendirme” sözüne gelince… Bu sözü kolaylık sağladığı için kullansak da hakikat
noktasında yanlıştır.

Çünkü Allah’ın kudret tecellisi kesintisiz, sürekli, bütün bir tecelli değildir ki onun yönünü oraya veya
buraya çevirmek söz konusu olsun. Kudret her an yeniden yeniye tecelli ettiği için bir tecelliler silsilesi
meydana gelmektedir. Her bir tecelli de ayrı bir irade-i cüz’iyeye bağlıdır. İrade-i cüz’iye nasıl ise
kudret ona göre tecelli eder. İrade-i cüz’iye değiştikçe kudretin tecellisi de değişir. Bu, “kudretin insan
iradesine göre her defasında farklı tecelli etmesi” manasına gelir. Demek ki sürekli akıp giden bir
kudret tecellisi yoktur ki yönü değişsin. Tecelliler anlıktır. Her bir tecelli bir anda olur ve biter. Bir anlık
tecellinin yönü olmaz. Anlar birbiri peşi sıra geldiği için biz bunu zahiren kesintisiz, sürekli bir fiil
olarak görüyoruz.

Bu bakımdan “yönlendirme” kelimesi hakikaten yanlış da olsa zahiren doğrudur, insanı inşallah
mes’ul etmez.

“Tasarruf” kelimesi için şu hatırlatmayı yapalım: Bu kelimeyi insanlar için kullandığımızda hakiki değil,
mecazî bir tasarrufu kastetmeliyiz tâ ki tevhit inancımıza zarar gelmesin.

 

( Devamı Gelecek )

ÂDEM SIYAM

 


Kaynak: Nurdan Haber


 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )