Sezai Karakoç’u Diğer Şairlerden Ayıran Nüans – 4
Konuşacak Mehdi
Geldi derleniş günü
Derleniş toparlanış vakti
Artık her gün her gece
Bir kadir günü ve gecesi
Kur’an iniyor dağlardan tepelerden
….
Düzeltip dünyayı yeniden
Toplumu dirilten insanı erdiren
Şeytanı bir duvar ucunda sıkıştıran
Dam saçaklarında kovalayıp
Eski sınırına iten
Kentlere mutluluğu
Bir ikindi anıtı gibi getiren
Her eve mermer dağıtan
Taha’nın Kitabı yine kurmaca bir metindir. Edebiyatımızda birçok şair ve yazarın topluma vermek istediği mesajlarda kullandığı idealize ettiği, vitrinine koyduğu, farklı özelliklerle donattığı karakter kişiler vardır. Halide Edip , toplumla uzlaştığı ve onlarca baskı yapan romanı Sinekli Bakkal’da Rabia ile toplumu kucaklar, toplumda bu romanı kucaklar. Onunla din-toplum-sanat-edebiyat-cemiyet için uyumlu bir sentez geliştirir Halide Edip. Yakup kadri nisbeten siyasi kişilerle toplumu modernize etmek ister. Mehmet Akif, Asım ile tezlerini topluma yansıtır. Karakoç da Monna Rosa, Hızır ve özellikle Taha ile tezlerini netleştirir. O da Asım gibi henüz yolunu tayin edememiş bir cemiyete bir idealize edilmiş fert olarak önderlik etmek ister. Bütün değerlerine bağlı, yaşadığı cemiyetin damarlarını bilen, nerede durması ve nerede susması gerektiği bilen özel bir şahıstır Asım. Asım her fenalığın üstüne gider, Canakkale’de savaşır, güreşir, yüzer, milleti ve değerleri adına kahraman bir insandır. Karakoç’un Tahası da daha sembolik içerikli, imgelerin perdeleri arasından konuşan, toplumun geleneksel yol haritasını geliştirmeye çalışan, kahraman ruhlu realist olmaktan çok romantik bir anlatı metni kişisidir. O Sezai karakoç’un perdelere, çarşaflara, imgelere, sembollere bürünmüş kendisidir, büstütün kendisi midir, elbetteki şairin yapmadıkları yapmayı düşünen bir canlıdır Taha.
İmaj niteliği kazanmış, sanat eseri hüviyetine bürünmüş bir eserin mukaddes bağlantılarını tesbit etmek eleştiri sınıfına girmez. Taha yaşadığımız zaman ilekayıtlı bir zaman birimi kullanmaz. Bu tür zaman birimleri batı romanında kullanılır, Wirjinia Woolf’un Orlando romanında Orlando altı yüz yılı aşkın bir süre yaşar, hatta cinsiyet değiştirir. Bu hali ile anglo-amerikan romanının önemli bir eserdir. Orlando bütün İngiliz tarihi boyunca beli bir tarih ve coğrafyada yaşar, yazar onun ile tarihini özetler hemde mantıksız ve şövenist bir şekilde. Karakoç Taha’nın ismi kozmik ve beşeri macerası içinde bütün Anadolu, İslam, Kurani coğrafyada dolaşır, o Coğrafyanın yüzlerce yıllık sakinleri ile günün temel meselelerini konuşur.
Taha’nın da Asım’ın temel meselesi değişimdir. Asım seyyar zaptiye memurluğundan kurtulmak için eğitim almak zorunluğundadır bu nedenle Almanya’ya değişmek için gönderilir. Taha ise değişim için nasların bünyesine ve sınırsız ışığına davet edilir. Taha, hareket noktası olarak Dicle’den başlar, mukaddes kitaplardan güç alarak değişir. Onun karşısında muhalif kişiler olarak soytarılar vardır. Onlar hayatı bir ziyafet sofrası olarak görür ve her ciddi şeyi eleştirirler.
Değişim’in haritası çizilir.
Bu Taha için de geçerlidir, muhalifleri için de.
Ay burçlarında gezeyim derken gecenin sarnıcına düşüyorsun
Kadehleri içip şarabı kırıyorsun
Doğuştan askersin savaşı kınıyorsun
Bir karınca kadar sabrın yok velilik taslıyorsun
Duvar mısın sur musun?
Köprü müsün han mısın yıkılıyorsun?
Rolün sembolleri biziz ama aktörlüğünü sen yapıyorsun
Biz eser verdik sen tuluat yapıyorsun
Samanyolu hareketin merkezindedir, belli bir gezeğen ile sınırlı değildir. Kuran, İncil, Tevrat ve Mezmurlar, bir nevi dinlerarası uzlaşmanın ipuçlarıdır. Taha şarkın efsane coğrafyasında dolaşır. Bu romanın gerilimi savaş ve düşmanlar ile başlar. Taha’nın rakipleri ziyadan, ışıktan rahatsız olan yarasalara karşıdır. Onları tasvir eder ve onlara karşı iki hucum yapar, ikisinde de galip gelir.Romanın veya hikayenin ana teması Taha’nın dirilişi ve mücadelesidir. Şahıs ve olay örgüsü kötü ve işi şahıslar, bakış açısı ile bir roman manzarası gösterir eser. Taha’nın zaferi kur’an’dan doğacak bir yeniden doğuştur. Bu hali ile edebiyatımızdaki benzer ideal karakterler içinde ayrı bir yer edinir. Bu durum Akif ve Necip Fazıl da da benzerlikler gösteren bir vaka akışı ve idealizm anlayışıdır.
Gül Muştusu bu lüzünlü ve eleştirel arayış romanının gerilimin çözüldüğü anticlimaksa benzer. Şair ve devir gözlemcisi romancı gözlü şair, Gül Muştusunda bir yeni hava yakalamıştır. Bundan önceki bölümlerdeki şikayet ve serzenişler burada azalmıştır. Edebiyatımız metinlerin çok anlamlığı konusunda zengin değildir. Divan şiiri geleneği içinde çok anlamlı vadi daha zengindir. Çok anlamlı şiir yazıldığı dönem ile sınırlı, dar bir yorum düzeni getirmez. Şiirin vaka örgüsü ve mana zinciri, katmanları birbiri içinde akar. Bu şiir düz bir cadde değil , birbiri içinde patikalardan oluşan yürünmesi zor bir yoldur. Onu umumi cadde haline getirecek yorumlar da bu tür şiir için zor şeydir. Çok anlamlılık bir okyanus gibidir, herkes yüzme bildiği kadar ona açılabilir, veya derinliğine gidebilir.
Sezai Karakoç’un mana dünyasının katmanları ikinci yeni gibi bir şemsiye mantıkla izah edilemez, onun mana katmanları tasavvuf, divan şiiri, kelam felsefesi, Kuran ve hadislere bir oranda da hayata bağlıdır. Sezai Karakoç’un düşünce ikliminde yaşamayan bir süre oturmayan, onun kültürü ve dünya görüşü ile ilişki kurmayan bir yorumcu bir şeyler anlamaz.
Gül Muştusu kendisine gelinceye kadar ki anlatıdan ayrılır, genel havası ile. Şiir yine bir anlatı formu olan ve romanın atası sayılan mesnevi formu ile konuşur. Şiirde yaşanmış hayat, yaşanması gereken hayat, ritüellerle idealleştirilen hayat, Türkiye’nin akışı içindeki hayat anlatılır. Şair bir haber vermektedir ama neyin haberi olduğu konusunda yüklemin öznesi kapalıdır. Şair yetmişli yılların atmosferindeki şairin gözlemleri ile bir iyimserlik havasına bürünmüştür. Hüznün yerini sevinç, ölümün yerini diriliş, üç mevsimin yerini bahar almış, hepsinden öte gül çok anlamlı bir mahiyet arzederek su gibi şiirin bütün heyetine dağılmıştır.
Gül varlık ötesinin varlığa açılan kulağıdır, gül hem haber getiren hem de varlık ötesine haber götüren bir nesnedir. Varlığın en itinalı nesnesidir. Fuzuli su kasidesinde Hz Peygamberi güle benzetir ve
Suya versin bağban gülzarı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzare su
Gül‘ün şiirde kazandığı mana farklılıkları ayrı bir etüdün konusu olacak kadar geniştir.
Bundan önceki şiirlerdeki eleştirel hava burada Şair yoktur. Bezginlik, kırgınlık, huzursuzluk, durgunluk daha birçok olumsuz fiilin yerini enerji, gayret, devingenlik, ümit, heyecan ve birçok insan ruhunu harekete geçiren fiiller şiirde yer almıştır.
“Kerpiçte bir değişme var
Ölü tozunda bir doğrulma
Tüyleniyor mezar taşları
Sızıyor saçaklardan kiremit kanı
Oluklardan akıyor
Dökülmüş çiçek tozlarıyla bulanmış su
Arılar arılar içeceğiniz su bu su
Kerpiç damlarımızın oluklarından akan
Baharla karışık su
Eleğimsağma damlaları
Kar marmeladı
Her damlasında şimşek
Bir avuç suyunda yıldırım
Gök gürültüsünün salkımı“
Anlatıcı aynı anda birkaç farklı noktaya bakar,
Bu bakışta ağırlık kaynağını vermeye yanaşmadığı bir iyi, güzel, olgun değişmedir. Bu değişme Türkiye ile sınırlı değildir, Bağdat’a, Şam’a, Kudüs’e kadar uzanır.
“Hiç görmediği büyük şehirlerde
Bir şey olacak biliyor ama ilerde
Bağdat’ta, Şam’da, Kudüs’te
İsmini söyleyemediği
Söylenmesi adeta yasak olan
Batı illerinde
Güneşin battığı yerlerde
Kaynayan bir cehennem gibi coşarak
Işıklı ve kutlu din topraklarını
Toza, dumana ve kana boğan
O yerlerde
Ama şimdi bütün bunlar ilerde
Bahar gelmiş gülü zorlamada
Elbetteki gülün gelişi toprağın alındaki bir metafizik değişmenin sonucudur. Şair gülün gelmesini ve onunla birlikte çok anlamlı bir şekilde mevsimin sürekli bir bahara değişmesinin oluşumunu anlatmaz. Anlattığı gülün gelişidir, ve müsbet anlamda değişmedir.
Anlatının bütün heyetinde bu müjdeli değişim vurgulanır, şair ve anlatıcı olmadıkşekilde mutludur. Aslında bahar muştusudur, çünkü mevsim değişmez, bahar olmazsa gül de açmaz, gülü getiren baharın gelmesi, baharı getiren de gezeğenler arasındaki kozmik hareketlerdir. Şair-anlatıcı kozmik değişmeleri, mevsimin değişmelerini değil gülün gelişini kutlar. Şiir kurgu ile hem sembolik hem de imgeseldir.
Kitaptaki ilk şiir 1951‘de son şiir ise 1988 de yazılmıştır. Aradan geçen kırk yılda şairin ruhsal yapısı, psikobiyografisi değişmiştir. Bir şahıs var Dicle İle Fırat arasında ortaya çıkmış oradan Anadolu, Ortadoğu İslam dünyasına, biraz da dünyaya açılmıştır. Burada gelinceye kadar bu şahıs ayağına takılanlarla, onu huzursuz edenlerle konuşmuş, beklentilerini, ümitsizliklerini onlara anlatmış, yarasaları ile çatışmış, ama Gül Muştu’sunda bir yere varmıştır, bütün karamsarlıklar bitmiş, şair yeni bir oluşumun müjdecisidir. Yahya Kemal’in Süleymaniye ‘de Bayram Sabahı şiirindeki zafer gelişini anlatarak onları karşıladığı gibi Karakoç da bir gelişi kapalı ve imgesel ve simgesel bir dille anlatır. Ama Karakoç üstadı gibi bozgunda fetih rüyası görmez, gerçek bir fethin yeni bir baharın güllerini müjdeler.
Karakoç’un şiirinde tabiat bu şiirde ağıklık kazanmıştır. Diğer şiirlerinde bir bütünlükçü ve destekleyici, tezi güçlendirici bir tabiat yokken bu şiirde şair tabiata bakmaya başlamış ve tasvirler yapmıştır. Bu gülün içinde oluştuğu baharın tasviridir.
Toprağın çağırmasına ulaşan yağmur
Tohumların diriliş çağrısına
Çocuksu çağrıya uyarak inen su
Çayırların yağmur çizgilerinde
Göğe yükselişleri
Bir tabiat dirilişi değildir, şark dünyasındaki genel bir değişimi anlatır, anlatıcı.
Bu gelen diriliştir kuşta ses
Menekşede koku gün çayırlarda yeşillik
Ölümden sonra gelen yeşillik
Varlık üstüne meleklerdensaçılan dökülen
Anlatıcı gül ile İsa arasında bir parelellik kurar. Gül hazreti peygamberdir, gül ile İsa arasındaki bağlantı baharın meydana gelişini bir uzlaşmadan ortaya çıkmış olmasını işaret etmektedir.
“Açılan her bahar yeniden geleceğine İsa’nın”
Şair anlatıcı kitaplı dinlerin varlığın son demi konusundaki beklentilerine işaretler verir.
Şiirde bir çocuk, bir genç adam, bir olgun adam anlatılır, hareket noktası ülkenin güneyidir. Oradan sonra bütün ülkeyi ortadoğuyu, İslam dünyası azda olsa dünyayı yorumlar.
O değişimi müjdelerken doğu ve batı dünyasının kültür devlerini değişimi karşılamaya çağırır.
Ayın muştusunu vermek için
Beni sön gönderdin Rabbim
Ayağıma sen takdın
Aya doğru akan hız türküsünü
Hey Odisseus nerdesin
Ksenefon
İbn-i Batuta
Evliya Çelebi
Yazın yeniden insanın macerasını
İnsan kasının çılgın kahkahasını
Duy yeraltındaki yeri ta kendisi olan adam
Gün Doğmadan kitabı Monna Roza ile başlar, bir gülün karşısında hüznü, ve baharı beklemektir bu şiir. Gül Muştusu isimli şiir dizisinde ise artık bahara ve güle kavuşulmuştur. Gül Muştusu’ndan sonraki şiirler baharı takib eden, bir yazı kozmik yazı değil. Belli bir süreç ile sınırlanmamış olan ebedi bir yazın ortaya çıkmasının şiirleridir. Kitabı tanzim eden bölümlere bir romanın bölümleri gibi isimler vermiştir. Bahara ve güle kavuşanlar bu sefer, yazı ve daha ileride yazın getireceği varlıkları düşünürler, onlarla olan ilişkilerini düzenlerler. Zamana Adanmış Sözler bu bahardan sonraki sürekliliğin şiirleridir.
Yazı batının ışığında düşünen kavrayış ve özümseyişlere göre anlatıcı diriliş ve süreklilik içinde batıya yer yermez.
“bana ne Paris’ten
Avrupa’nın ülkü mezarlığından
Moskova’dan Londra’dan Pekin’den
Newyork
Bütün bu türedi uygarlıklar umurumda mı
Birazcık Roma’yı hesaba katabilirdim
Ama Roma
Kendi kendini inkar edip durmakta
Buz gibi eriyerek
Bir kokakola
Veya bir votka bardağında
Şair anlatıcı olarak bundan önce olmayana azru ile eleştiri ile yönelmişti, şimdi ise elde edilmiş bir mutluluk anında mazideki serüvenini hikaye eder. İkisi de eleştiridir ama, yerleri ve yapılış tarzları farklıdır. İnsan mitolojik, dini, felsefi, tasavvufi anlamda yeryüzüne sürgündür. Sürgünün nitelikleri ona bakış açısı farklılık gösterir. Şair dünyadaki sürgününün uzun sürmemesini, kendisini gönderenden ister. Şair önceki bölümlerde esir sehrin mahbusu, yerkürede mahkum iken burada oradan kurtulmuş ve öz ülkeye gelmiştir. Romanın bölümlerinin mantığı içinde zorunlu bir diziliş ve vaka örgüsüdür.
Rahatlamış olan anlatıcı kozmik felsefesinin ana hatlarını açıklar.
Bu ülkede ilham yağmur ve rüzgarlara bakar
Donmuş suh ancak baharla kanatlarını açar
Şair-anlatıcı romanında bu ülkeyi anlatır, ülke penceresinden çevreye ve dünyaya açılır. İnsan ancak ortamını bulunca ilhamını bulur, büyük medeniyetler ve sanatlar devletlerin ülkelerin demokratik ve hür, zengin olduğu dönemlerde ilerlemiştir. Kanuni ve Baki, Fransa ve 14 lui hep ilerlemiş dönemlerde rüzgar ve yağmurdan büyük adam olmuşlardır. Rüzgar döllendirici değil de yıkıcı olursa hiçbir şey ortaya çıkmaz, ne bitki ne meyve, ne sanatçı, ne de insan.
Romanın yükselen bahtı aslında milletin yükselen bahtıdır, olaylar başarı tepesine varınca paslanan tarihin içinden uygarlık ırmağının çıkışı, huzuru ve başarıyı yakalamış toplumun huzur şarkılarıdır.
Şair çileli yıllarından arkasından gelen baharı “Özgür Bahar “olarak niteler. Psikanalitik olarak şairin dünyası değişmiştir, Zamana Adanmış Sözler isimli şiir gurubunda her şiir bir heyecan, feyz, emniyet, sevinç ve zafer çığlığıdır.
“Kuvvetle yere bastım yokladım derinliğini toprağın
Omuzlarımdan kalktı sanki ağırlı bir dağın
Resmini çizdim durdum kutlu sayfalarına çağın
İsmini fısıldadım yeryüzüne gökyüzüne durmadan
Şair sanatı besleyen yağmurların ve sanata zemin hazırlayan zamanın kıt olduğu zamanlarda sürekli bir hüznün ve arayışın ve bedbinliğin tesirindedir, ama yıllar geçince zaman da yağmur da değişmiştir. Bu yüzden şair kendindeki müsbet ve olumlu değişmelerin kaynağını bir sanat felsefesi kuralı ile yorumlar. İlhamın zaman ve yağmur ile bağlantısını vurgular.
Bu ülkede ilham yağmur ve rüzgarlara bakar
Donmuş ruh ancak baharla kanatlarını açar
Kışı bırakmak yeniden yaratılmak gibi
Yeniden olmak gibi bir fizikötesi töreni
Buradaki bahar bizim bildiğimiz zaman değildir artık. Metafizik anlamda bir değişimdir, yeniden yaratılmaktır. Tolstoy’un Diriliş romanındaki değişim ile Sezai Karakoç’un diriliş telakkisi çok farklı boyutlardadır.
Su baharda artık akrepler ölmüştür, akrepler ve yarasalar Gün Doğmadan romanında gerilimin kaynağıdırlar.Onlar ölmüşse insanlığa bu toprağa huzur gelmiştir,
Akrebin Ölümü şiiri bir toplumsal zehirlenmenin sonudur. Hikayesi olan bir şiirdir, bir romanda kötü adamın misyonu bittimi mutluluk elde edilir.
“geldi samyeli camlardan geçip
Üzümlerden incirlerden bir koku taşıyarak
Dondu akrebin zehri damarlarında
Romanımızın son bölümlerinden biri Çeşmeler adını taşır. Romanın vaka örgüsü olumuzluklarla başlayan ve tırmanan bir çizgi gösterir.
Hızırla Kırk Saate gelinceye kadar bu gerilim devam eder, romandaki gerilim şairin ruhunda ve yorumlarında görülür. Hızırla Kırk Saat bölümünde ise gerilim düşar ama birden bire huzur yükselmez. Hızır bahardan önce gelir ve baharı hazırlar. Gül Muştusu bölümünde Hızır gelmiş artık onun tesiri ile güller çok boyutlu bir şekilde ortaya çıkmıştır, şiir bölümlerinin isimleri birbirimi tamamlayan roman bölümleri gibidir. Zamana Adanmış Sözler de Hızır ve gül mevsimi arkasından büsbütün değişen zaman ve değişen zamanın destanı hükmünde Zamana Adanmış Sözler. Zamana Adanmış Sözleri tanıtırken bölümün başındaki cümleler Romanın gizini, sırrını ifşa eder. “Bardaktan boşanırcasına paslanan talihin içinden gülümseyen uygarlık ırmağı“
İçinde bir ıztırabın dindiği şair-gözlemci-romancı artık eşyaya ve medeniyet unsurlarına bakar, önceden toplumun bahtını sorgulayan şair, değişen zaman ve mevsimlerle birlikte medeniyetin vergisi olan unsurlara bakar, çeşmeleri yorumlar, özellikle İstanbul çeşmelerini.
Ve derken Üsküdar tophane
Kabataş ve Valideçeşme
Sultanahmet Sofular
Her yerde ve her zamanda
Anıt gibi ayakta
Durabilen
Ecdadın bu medeniyet unsurlarına gösterilen ilgisizliği şairin ruhunu burkar.
Karakoç çeşme ile şaire gösterilen ilgisizliği birleştirir ve onunla birlikte ağlar
Ya ben gidip çeşmeye kapansam
Ya çeşme bana açılsa
Ya çeşme gelip bende kapansa
Ya birlikte bir ağıt olsak
Ayinler bölümü ise tam yerine oturtulmuştur, huzuru, mutluluğu bulmuş insanın ayinlerle mutluğunu pekiştirir. Ayin’in mitolojideki anlamı ile dindeki anlamı birleşir, şair burada iki anlamı birlikte satırları ile perçinler. Karakoç, önceki bölümlerde mana planında aksaklıklardan rahatsız olan ruhu, bayrama. güle. muştuya ulaşınca şair bu sefer medeniyet sorunlarına, getirdiklerine eğilir. Tabiatı, sanatı, çeşmeleri, felsefeyi fark eder. Felsefi konularda yavaş da olsa bir gelişme hissedilir. Felsefenin aslı matematiktir, evren de matematik bir düzen içindedir gibi felsefenin meseleleri şiirlerinde ve yorumlarında görülür.
Matematik metafiziktir, metafizik matematik değil
Döl metafiziği çağı sona erdi, son buldu insan artışının teoriği
Çoban sürüsünü müzikle erdirirken tabiatüstü yüceliğe
Zaman çevirdi insan kitlesini karılmış ve yıkılmış bir hayvan çerisine
Sanat sorunları da girer şairin gözlemcinin- gözlemci romancının peyzajına.
Şairin tablolarındaki zamanın ihata sınırını belirlemek güçleşir. Hal, mazi, kadim geçmiş, günümüz hep birlikte tayflar halinde eserde görülür.
Diri dedikleriniz ölü, ölü dedikleriniz diri
Sonbahar yaprakları gibi dökülüyor dünya terleri
Mücevher saatler ayin yeri duvarlarında kımıldanış
Lete’de değil Ganj’da değil Kevser’de yıkanış
Çin ressamları döneminden rum ressamları dönemine geçiş
Daha sonraki dönemde de gönlü arıtıp genişletip derinletiş
Hüdavendigar önüne diz çökmek içinizin bekleyiş
Bir buhurdan gibi yayılan bir koku
Havariyyun ve sahabe havası tuttu ufku
Şairin ruhu eleştirinin gri havasından kurtulmuş, gözler objektif bir tarzda hayata, hayatı ihata eden zamanın arkasına önüne geçmişlerdir.
Dirilişin teori devri bitmiş, dirilişin erenlere ortaya çıkmıştır.
Bunlar diriliş erleri erenleri pirleridir
Kucaklarına dünya kesilmiş bir baş gibi devrilir
Ruhlarının akustiği sağlansın diye
Arşta çınlayan cezbe sesleri devşirilir
Şair varlık ötesinin neşeşine düşmüştür, arş bile diriliş ile doludur. Erenlerin, diriliş coşkusunun mimarları işlerini başarınca Tanrı da, onlardan memnundur, zafer kazanılmıştır artık.
Ve Tanrı görünüyor artık
Ve Tanrı onlardan razıdır artık
Saçılıyor bir hazine gibi ortaya
Gizli bir hazine gibi ortaya sırlar
Dayanmaz oldu bu açılıma aynalar
Kırılıp dökülüp yokluğa karıştılar
Leyla ile Mecnun romanda estetik olarak en uygun yerine konmuştur. Romanın yükselen huzur çizgisi bu güncellik kazanmış klasik konu ile hakikat arayışına döner. Bahar devrinin arkasını insanları hakikatı arayan bir dünya takib etmiştir.
Şiir göndermede bulunduğu anlamlarla zengindir. Leyla kaşı kara gözü kara bir çöl dilberi değil, uğruna her şeye katlanılan bir evrensel metafizik idealdir, güzeldir. Yoksa bu satırlar bir estetik duruşa söylenmez.
Melekler çöl şehrine dağılsın
Leyla’nın uyku saati geldi
Bütün çıkrıkları bozsunlar
Leyla’nın uyku saati geldi
Sussun bütün böcekler sussun bütün çöl
Leyla’nın uyku saati geldi.
Unutma çöl ulu bir şehirdir
Leyla ile Mecnun konusu müstakil bir yorum olacak bir bahistir. Şairin ideallerinin yeni bir yapı ile ifade edilmesidir. Süre olarak kırk yılı kapsayan, ama şiirlerde kullanılan zaman açısından, insanın evrene ayak bastığından büyük tecrübenin içine alındığı zamanın öncesini ve sonrasını kapsayan eserin şahıs kadrosu içinde Leyla ile Mecnun mesnevisinin, fiktif metninin şahısları sembolleştirilmiş, romanın önemli ve gerçek şahısları içinde yer almışlardır. Dinin, felsefenin, sanatın, ve yazarın ürettiği şahısların tamamı bir büyük şahıslar harmanı olarak ortaya konmuştur. Bu şahıslar içinde peygamberler vardır, elbetteki bu şahısların içinde sanatsal imajlarla portre özelliğini kazanmış olan Hz Peygamberdir. Böylelikle roman insanın ezeli macerasını sembolleştirdiği için bu macera içinde peygamberler, özellikle Hz Peygamber baş rolü üstlenir. Leyla ile Mecnun mesnevisi klasik eserlerin zaman anlayışı ile kaleme alınmıştır, Sezai Karakoç zamanın evrensel niteliğini korumakla birlikte konuya güncellik de kazandırmıştır. Eserin başarısı buradan ileri gelmektedir. Thomas Mann nasıl Yusuf İle Züleyha Mesnevisini Yusuf ve Kardeşleri isimli eserinde evrensel ve güncel bir boyuta taşımışsa, Karakoç da Leyla ile Mecnun’un benzer bir şekilde evrensel-güncel yapı ile yorumlamıştır. Biz onu burada romansal bakış açımız ile yorumladık.
Ateş Dansı ve özellikle Alın Yasızı Saati kitabı bir bütün halinde yayınlayan mantığın tam bir roman kurgusu ile tanzim ettiğini ifşa eder. Romanların sonunda kahramanların alın yazıları ortaya çıkar. Karakoç da bu bahiste artık kendinin ve farklı zamanlara göndermeler yapan eserinin alın yazısı ile bahsi kapatmak ister. Bu bahisler de dağınık düşünceler, bir araya getirilmiştir, bunların tamamını bir çatı altında ifade etmek, bölümleri oluştururken mümkünse de gerçekte bunlar arasında bir ittisal noktası bulmak zordur. Karakoç roman içindeki benini daha çok sanat sorunları, İslam dünyasının sorunları, küçük realiteleri anlatarak bitirir. Bu bölümün en estetik belki de eserin en estetik mısraları şairin güzel konusundaki fikirlerini anlattığı pasajdır.
“Yeniden varolmanın sırrı
Dirilmek ve diriltmek görevi
Ölümün çürütemediği güzellik
Ben o güzelliği söylüyorum
Ben o güzelliği söylüyorum
Ölümün ötesindeki güzellik
Ben o güzelliği söylüyorum
Sonbaharın kızıl yapraklarındaki baharı
Ben o güzelliği söylüyorum
Açlık ve susuzluktan sonraki sofraları
Yakıcı çölün derinliğindeki ırmak
Yatır örtüsündeki yeşil sükunetin bal peteği
Balın içindeki geometri vahyin kanıtı Cebrail izi
Cebrail’in gölge gibi geçerken bıraktığı iz gecede
Ben hep o güzelliği söylüyorum
Nurdan Haber