Yine estin gurbetin hür dağlarından gönlümün çorak esir çöllerine
Çöktü yine nurlu yalnızlık kalabalığın siyah sohbetlerinde
Göz yaşlarımda beni bıraktılar bir başıma
Belki de dayanamadılar ruhumun bela cevabının yakıcılığına
Ya da ben onları reddettim zamansız gelip sırrı ifşa etmelerinden
İbn-i Meta’nın kelimeleriyle çağırdım seni
Sebeplerin güçsüzlüğünde kendimi şikayet edip rahmetini umarak
En büyük günahım kelimelerim
Hatırladıkça söylemekten hicab duyduğum
Susmayı denedim konuşma günahıma kefaret sayarak
Secde et ve yaklaş dedin
Secde ettim kalbimin mahrem saraylarında
Yaklaşmak ise o senin kudretin
Hiç bu kadar kulağıma hoş gelmemişti büyük Dönüşü anlatan Kelam’ın
Hiç bu kadar istememiştim gözlerimi kapatıp içimin karanlık bahçelerinde seni yaşamayı
Hiç bu kadar özlememiştim hecesiz ve karşılıksız dertleşmeyi
Hiç bu kadar aciz hissetmemiştim kendimi emanetin ağırlığı karşısında
Ey Firdevs’in Naim’in Adn’ın sahibi
Ey Sakar’ın Hutame’nin Haviye’nin sahibi
Kevser de senin Hamim de senin
Kahhar da sensin Rahman da
Bela çektiğim esir çöllerden
Bela dediğim gurbetin hür dağlarına al beni
İman ettim ki her ne olursa olsun
Mahiyeti sırlı olan bu yolculuk
Mâşuk-ı Meçhul’e dönüştür
Ama Kevser ama Hamim
Rabbena Atina fi’d-dünya haseneten ve fi’l-ahireti haseneten