İŞARATÜ’L-İ’CAZ
Sure-i Bakara 23-24. Ayetler
Nübüvvet Hakkında
وَاِنْ كُنْتُمْ فٖى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهٖ وَادْعُوا
شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ ۞ فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا
فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتٖى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ اُعِدَّتْ لِلْكَافِرٖينَ
تَفْعَلُوا nun تَاْتُوا kelimesine tercihinde, iki nükte vardır:
Birisi: Kur’an’ın i’cazı, onların aczindendir. Aczleri ise eserden olmayıp fiilden olduğuna işarettir. Yani aczlerinin menşei; Kur’an’ın misli değildir, o misli yapmaktandır.
İkincisi ise: İlm-i sarfta ف ع ل bütün fiillerin terazisi olduğu gibi; üsluplarda da uzun hikâyeleri, işleri, vakıaları, kıssaları bir lafız ile ifade eden bir fezlekedir. Sanki kinaye kabîlinden cümleleri tabir eden bir zamirdir.
وَلَنْ تَفْعَلُوا daki لَنْ huruf-u nâsibeden olup dâhil olduğu fiili istikbale nakleder, müekked veya müebbed olarak istikbalde nefyeder. Demek bu cümlenin kaili, pek büyük bir itminan ve ciddiyet ile şek ve şüphe etmeyerek bu hükmü vermiştir. Bundan anlaşılır ki o zatın işlerinde hile yoktur.
Sual: فَاتَّقُوا İttika ile tecennüb, ikisi de bir manayı ifade ederler. İttikanın tecennübe cihet-i tercihi nedir?
Cevap: Evet ittika, imana tabidir. Yani ittika, iman olduktan sonra husule gelir. Tecennübde bu tebaiyet yoktur. Binaenaleyh ittika kelimesi imanı andırır ve ittika lafzıyla, imana îma ve işaret edilebilir. Fakat tecennüb kelimesi bu işi göremez. Bunun içindir ki اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا nun hakiki cezası olan اٰمَنُوا nun yerinde تَجَنَّبُوا ya tercihen فَاتَّقُوا ihtiyar ve ikame edilmiştir.
اَلنَّارَ : Nârın اَلْ ile tarifi, nârın ma’hudiyet ve malûmiyetine işarettir. Çünkü enbiya-i izamdan işitilmek suretiyle, zihinlerde malûmiyeti takarrur etmiştir.
Sual: اَلَّتٖى esma-i mevsuledendir. “Sıla” dâhil olduğu cümlenin evvelce malûm olduğunu iktiza eder. Halbuki sılası olan وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ evvelce muhataplara malûm değilmiş?
Cevap: نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ âyeti bu âyetten evvel nâzil olduğuna nazaran muhataplar ondan kesb-i malûmat ettiklerine binaen, burada اَلنَّارَ ile اَلَّتٖى arasında tavsif muamelesi yapılmıştır.
وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ : Bu kayıtlardan maksat, tehdittir. Tehdidlerin tekid ve teşdid edildiğine binaen, burada اَلنَّاسُ kelimesiyle tekid edilmiştir; حِجَارَةٌ lafzıyla da teşdid ve tevbih edilmiştir. Şöyle ki: “Menfaat, necat ümidiyle taştan mamul, mabud ittihaz ettiğiniz sanemler, size tazip âleti yani sizi yandırıp yakan ateşe odun olmuşlardır. Zavallılar! Ne için bunu düşünmüyorsunuz?”
Sual: اُعِدَّتْ لِلْكَافِرٖينَ Cümlede makamın iktizası hilafına لَكُمْ yerine لِلْكَافِرٖينَ denilmesi neye binaendir?
Cevap: Evet, Kur’an-ı Kerîm’in takip ettiği usûl, ale’l-ekser âyetlerin sonunda küllî kaideleri, fezlekeleri söylediğine göre Kur’an-ı Kerîm, onların cehennemlik olduklarını ispat eden delilin ikinci mukaddimesine işaret etmek üzere, ism-i zahiri zamir yerine, yani لِلْكَافِرٖينَ cümlesini لَكُمْ yerine ikame ile tamim yapmıştır. Takdir-i kelâm: اُعِدَّتْ لَكُمْ لِاَنَّكُمْ مِنَ الْكَافِرٖينَ وَالنَّارُ اُعِدَّتْ لِلْكَافِرٖينَ Yani “Siz cehennemliksiniz zira kâfirlerdensiniz. Cehennem de kâfirler içindir.”
***
[1] Hâşiye: Kırk sene sonra neşrolan Risale-i Nur’da Carlyle, Goethe ve Bismark gibi kırk meşhur feylesofların tasdikleri beyan edilmiş. İnşâallah bu kitabın zeylinde dahi yazılacak.
[2] Hâşiye: Hasta halimde, nevm ile yakaza arasında ihtar edilen bir nüktedir:
Şemsin yerinde mevlevîvari yaptığı semavî hareketi, kuvve-i cazibeyi tevlid etmek içindir. Kuvve-i cazibe de manzume-i şemsiye ile anılan güneşe bağlı yıldızları düşmek tehlikesinden kurtarmak içindir. Demek, şemsin mihverinde dairevari cereyan ve hareketi olmasa yıldızlar düşerler.
Said Nursî
Muhterem müellif, diğer bir risalesinde şöyle diyor:
Evet güneş bir meyvedardır, silkinir tâ düşmesin seyyar olan yemişleri
Eğer sükûnuyla sükûnet eylese cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.
Mütercim
[3] Hâşiye: Mu’cizat-ı Kur’aniye risale-i nuriyesi tamamıyla bu hakikati ispat etmiş.
Mütercim
[4]*
Diyarbakır’da Van Valisi Cevdet Bey’in evinde 19 Şubat 1330 tarihinde Cuma gecesi bu tefsirin ilk Arabî nüshasını tebyiz ederken şu şekl-i garib, tevafukan vaki olmuştur. Ve o gece vukua gelen Bitlis’in sukutuyla müellif Bedîüzzaman’ın esaretine rast gelir. Sanki şu şekl-i garibin, şu mu’cizeler ve hârikalar bahsinde o gece husule gelmesi, müellifin Ruslara esir düştüğüne ve beraberinde bulunan bazı talebelerinin şehit olarak kanlarının dökülmesine hârika bir işarettir.
Said’in küçük kardeşi, yirmi senelik talebesi Abdülmecid
Ve keza bu nakış, başı kesilmiş bir yılanın kuyruğunu müellif Bedîüzzaman’a sarmış olduğuna ve müellifin yaralı olarak otuz saat ölüme muntazıran su arkının içinde kaldığı yere benziyor ve o vaziyeti andırıyor.
Eski Said’in ehemmiyetli talebesi Hamza
Kaynak: Risale-i Nur