Nurdan Haber

“ŞEFAAT”

“ŞEFAAT”
14 Ekim 2015 - 4:11

Asrımızın mühim bir hastalığı, kendi sapık fikirlerini yaymak için ehl-i sünnet âlimlerine muhalefet ederek ehl-i sünnet itikadına zıt görüşler ortaya koymaktır. Birçok kişi bu hastalığın sevkiyle delilsiz ve mesnetsiz olarak ehl-i sünnet âlimlerine muhalefet etmekte ve âdeta onlara karşı savaş açmaktadır. Asıl acı olan ise itikadının delillerini bilmeyen avamın, bu kişilere inanmaları ve bilmeden de olsa ehl-i sünnet dairesinden çıkmalarıdır. Bu öyle bir zarardır ki, hayal tasavvurundan âcizdir.

Şefaat: Bir kimsenin suçunu affettirmek ve kendisinden cezayı kaldırmak için, o kişi hakkında yapılan bir istek ve bir istirhamdır. Fıkhi manası ise şudur: Ahiret günü, bir kısım günahkâr müminlerin affedilmeleri ve itaatkâr müminlerin yüksek mertebelere ermeleri için başta Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve diğer büyük zatların Allah-u Teâlâ’dan niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.

Şimdi şefaatin hak olduğuna dair bazı ayetlerin beyanına geçiyoruz. Bu ayetler ile şefaatin hak olduğunu, iki kere iki dört eder katiyetinde ispat edeceğiz.

1. AYET

مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ

Allah’ın izni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? (Bakara 255)

Bu ayet-i kerimede, Allah’ın izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceği beyan buyrulmuştur. “Allah’ın izni olmadan kimse şefaat edemeyecektir.” ifadesi, “Allah’ın izni olduğunda şefaat edebilecektir.” manasına gelmekte ve bu da şefaatin hak ve hakikat olduğu neticesine ulaştırmaktadır.  Zira eğer Allah’ın izni ve müsaadesi dairesinde şefaat olmasaydı, ayette geçen “Allah’ın izni olmadan” ifadesi gereksiz olurdu. Kur’an’da ise gereksiz bir ifadenin bulunması mümkün değildir. O hâlde, Allah’ın izni dairesinde şefaat haktır, gerçektir ve ayetin beyanıdır.

2. AYET

مَا مِنْ شَفِيعٍ إِلاَّ مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ

O’nun izni olması müstesna, şefaat edecek yoktur. (Yunus 3)

Bu ayet-i kerimede şefaat, Allah’ın iznine hamledilmiştir. Demek, Allah’ın izni dairesinde şefaat vardır ve haktır. Ayette geçen “O’nun izni olması müstesna” ifadesi, açık bir şekilde şefaatin hak olduğunu ve Allah’ın izni dairesinde şefaatin gerçekleşeceğini ispat etmektedir. Ayetin bu kadar açık beyanı karşısında şefaat nasıl inkâr edilir, buna şaşılır!

3. AYET

وَلاَ يَشْفَعُونَ إِلاَّ لِمَنِ ارْتَضَى

Onlar, Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. (Enbiya 28)

Bu ayet-i kerimenin açık ifadesiyle, Allah’ın razı olduğu kullara şefaat edilecektir. Zira ayette geçen “Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler.” ifadesi, Allah’ın razı olduğu kullara şefaatin yapılabileceği hakikatini netice vermektedir. Demek şefaat, sadece Allah’ın razı olmadığı ve izin vermediği kullara yapılamayacak! Diğerlerine ise Allah’ın izni ve rızası dairesinde yapılabilecektir. Bu, ayetin çok açık bir beyanıdır. İzaha dahi ihtiyaç yoktur.

4. AYET

يَوْمَئِذٍ لاَ تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلاَّ مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً

O gün, Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasına şefaat fayda vermez. (Taha 109)

Şimdi ayet-i kerimeye bakarak soralım:

Şefaat kime fayda vermeyecektir?

Cevap: Allah’ın izin vermediği ve sözünden hoşnut olmadığı kimselere…

Peki, şefaat kime fayda verecektir?

Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselere…

Demek ayetin açık ifadesiyle: Rahman olan Allah’ın izin verdiklerine ve sözünden razı olduklarına şefaat fayda verecek, bunların dışındakilere ise şefaat fayda vermeyecektir. Ayetin bu kadar açık beyanına karşı gözünü kapayarak şefaati inkâr edenlere şaşırıyoruz!

5. AYET

لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِندَ الرَّحْمَنِ عَهْدً

(O gün) Rahman (olan Allah)’ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır. (Meryem 87)

Şefaati inkâr edenlerin o kör gözlerine bu ayeti de sokuyoruz. Bu ayet-i kerimenin açık ifadesiyle, Allah’ın katında bir ahd alanlar, o gün şefaat etme hakkına sahip olacaklar ve Allah’ın izni ve rızası dairesinde bu yetkiyi kullanacaklardır. Ayet o kadar açıktır ki izaha ihtiyaç yoktur.

6. AYET

يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ  إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

O gün ne mal fayda verir ne de oğullar! Ancak Allah’a selim bir kalple gelenler müstesna! (Şuara 88-89)

Bu ayet-i celilenin açık ifadesiyle mal ve evlat, ahirete selim kalp ile gelmeyenlere fayda vermeyecek; selim bir kalp ile gelenlere ise fayda verecektir. Şimdi şefaati inkâr edenlere soruyoruz: Evladın kişiye fayda vermesi, şefaatten başka ne olabilir? Selim bir kalp ile o güne kavuşanlara evladının fayda vermesi, şefaat inkâr edildiğinde ne ile izah edilebilir? Elbette, hiçbir şey ile… Zira o gün beklenilen tek fayda, ateşten kurtulmak ve cennete girmektir. Evladın bu cihetteki faydası da şefaattir.

7. AYET

وَلاَ تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُ إِلاَّ لِمَنْ أَذِنَ لَهُ

Allah’ın huzurunda şefaat fayda vermez. Ancak izin verdiği kimseninki müstesna! (Sebe 23)

Ayetin ifadesiyle şefaat kime fayda vermez? Allah’ın izin vermediklerine…

Peki, şefaat kime fayda verir? Allah’ın izin verdiklerine…

Ayet bu kadar açıkken şefaat nasıl inkâr edilir? Ve şefaati inkâr edenler, acaba bu ayetleri de inkâr etmiş olmazlar mı?

8. AYET

وَلاَ يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ إِلاَّ مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

Onların Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat hakkına sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler şefaat edebilir. (Zuhruf 86)

Şimdi yine ayet-i kerimeye bakarak soralım: Kim şefaat etme hakkına sahip değildir?

Cevap: Putlar.

Peki, kim şefaat etme hakkına sahiptir?

Cevap: Bilerek hakka şahitlik edenler.

Demek ayet-i celile açık bir şekilde, putların şefaate malik olmadıklarını; şefaate sadece “Bilerek hakka şahitlik edenlerin” malik olduğunu bildirmektedir. Merak ediyoruz, acaba şefaati inkâr edenler bu ayetleri hiç mi görmüyorlar? Ayet açık bir şekilde, “Bilerek hakka şahitlik edenlerin” şefaate malik olduklarını bildirirken şefaati inkâr etmek, ayeti inkâr etmek değil de nedir?

9. AYET

وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِى السَّمَاوَاتِ لاَ تُغْنِى شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا

إِلاَّ مِنْ بَعْدِ أَن يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَن يَشَاءُ وَيَرْضَى

Göklerde nice melekler vardır ki, Allah dileyip izin vermeden ve razı olmadan önce onların şefaatleri hiçbir fayda vermez. (Necm 26)

Şimdi yine ayeti göstererek soruyoruz: Gökteki meleklerin şefaati ne zaman fayda vermez?

Cevap: Allah izin vermeden ve razı olmadan önce…

Peki, meleklerin şefaati ne zaman fayda verir?

Cevap: Allah izin verdikten ve razı olduktan sonra…

Evet, ayetin açık beyanıyla melekler şefaat edeceklerdir. Bu şefaat, Allah’ın dilediğine ve razı olduğu kullara geçerli olacaktır. Allah’ın dilemediği ve razı olmadığı kullara ise şefaat yoktur ve fayda vermeyecektir. Zaten Kur’an’daki şefaatin olmadığını beyan eden bütün ayetler, Allah’ın razı olmadığı ve izin vermediği kulları ifade etmektedir. Ama “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder.” sözü sırrınca, Kur’an’ın sadece bir bölümüne bakan bir kısım cahiller, zikrettiğimiz ayetlere ve zikredeceğimiz hadislere göz kapamakta ve Kur’an’da güneş gibi gözüken şefaati inkâr etmektedirler. Buna gerçekten hayret ediyoruz!

10. AYET

وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ

Ey Muhammed! Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahının bağışlanmasını dile!” (Muhammed 19)

Bu ayet-i kerimeyi göstererek, şefaati inkâr edenlere soruyoruz: Ayet-i celilede Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e, mümin erkekler ve mümin kadınların günahlarının affı için istiğfar etmesi emredilmiştir. Eğer Peygamberimiz (s.a.v.)’in müminler için af dilemesinin bir faydası olmayacaksa bu ayetin manası nedir? Ve eğer Efendimiz’in af dilemesinin bir faydası yoksa, niçin Allah-u Teâlâ Peygamberimiz’e bu emri vermiştir. Eğer şefaat kabul edilmezse -hâşâ- bu emrin manasız ve faydasız bir emir olduğu kabul edilmek zorunda kalınmaz mı? Şefaati inkâr edenler, neyi kabul etmek zorunda kaldıklarına baksınlar ve bundan utansınlar!

Şefaatin hak ve hakikat olduğu meselesi Güneş gibi zahir olduğundan dolayı on ayet ile iktifa ediyor ve daha başka ayetleri zikretmeye gerek görmüyoruz. Aslında zikredilen ayetlerden bir tanesi bile şefaatin hak olduğuna dair yeterli bir delildir. Lakin bizler, inatta ısrar edenler olabileceğini düşündüğümüzden sözü bu kadar uzattık.

Şefaatin hak olduğuna dair bir kısım hadis-i şerifler ise şöyledir:

عَنْ اَنَسِ بْنِ مألِكٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ شَفَاعَتِى لِاَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ اُمَّتِى

Enes İbn-i Malik (r.a.) rivayet etti. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Benim şefaatim, ümmetimin büyük günah sahiplerinedir.” (Tirmizi, Kıyame:11, İbn-i Mace, Zühd:26, Ahmed İ. Hanbel: 3/113)

عَنْ زَيْدِ بْنِ اَرْقَمَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ شَفَاعَتِى يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَقٌّ فَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِهَا لَمْ يَكُنْ مِنْ اَهْلِهَا

Zeyd İbn-i Erkam (r.a.) rivayet etti. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Benim kıyamet günündeki şefaatim haktır. Ona inanmayan ise, şefaatimin ehlinden olmayacaktır.” (El-Mutteki, Kenzü-l Umman: 14/399)

عَنْ عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَشْفَعُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثَلاَثٌ اَلْاَنْبِيَاءُ ثُمَّ الْعُلَمَاءُ ثُمَّ الشُّهَدَاءُ

Osman İbn-i Affan (r.a.) rivayet etti. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde şu üç zümre: Peygamberler, sonra âlimler ve daha sonra da şehitler şefaat edeceklerdir.” ( İbn-i Mace, Zühd:37, 2/1443)

Ebu Hureyre(r.a.) rivayet etti. Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Her peygamberin müstecab (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı ahirete bıraktım). Ona inşaallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nail olacaktır.” (Buhari, Da’avat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198); Muvatta, Kur’an 26, (1, 212); Tirmizi, Daavat)

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer hadislerinde Kur’an’ın, hafızların, velilerin de Allah’ın izniyle şefaat edeceklerinden haber vermektedir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bu konudaki hadislerini, hadis kitaplarına havale ederek dört hadisle iktifa ediyoruz.

Zikrettiğimiz on ayetin ve dört hadisin açık ifadeleriyle şefaat haktır ve gerçektir. Allah’ın dilediği kulları, Allah’ın izni ve rızası dairesinde şefaat edeceklerdir. Kur’an’da şefaatin olmadığını bildiren bütün ayetler; kâfirler, müşrikler ve Allah’ın razı olmadığı kullar hakkındadır. Bu kullar hakkında, bütün insanlar ve cinler bir araya gelse, şefaatleri yine onlara fayda vermeyecektir. Yani şefaat, Allah’ın razı olmadığı kullar hakkında asla mümkün olmayıp izni ve rızası dairesinde meydana gelecektir.

Bununla birlikte, kıyamet hengâmında öyle dehşetli sahneler vukua gelecektir ki, bu makamlarda peygamberler bile sadece kendilerini düşünecekler, “Allah’ım bana selamet ver, Allah’ım bana selamet ver!” diyerek kaçışacaklardır. İşte şefaatin olmadığını beyan eden ayetlerin bir kısmı da bu dehşetli hâlleri kastetmektedir.

Şimdi şefaati inkâr etmeye çalışanların öne sürmeye çalıştıkları bazı sözde delillere cevap verelim:

1- Zümer suresi 44. ayette: “De ki: Bütün şefaat Allah’ındır.” buyrulmuştur. Şefaati inkâr edenler bu ayeti öne sürerek şefaati reddetmektedirler. Onlara göre bu ayet şefaatin tamamını Allah’a vermekle diğer şefaat edicilerin vücudunu reddetmektedir.

Biz de deriz ki: Nisa suresi 139. ayette “Bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.” buyrularak -bütün şefaatin Allah’a verilmesi gibi- bütün izzet de Allah’a verilmiştir. Münafikun suresi 8. ayette ise “İzzet ancak Allah’a, O’nun Resulü’ne ve müminlere mahsustur.” buyrularak, Peygamber Efendimiz’in ve diğer müminlerin de izzet sahibi olduklarından bahsedilmiştir. Yani Nisa 139’da bütün izzetin Allah’a ait olduğundan, Münafikun 8’de ise Allah’ın, Resulü’nün ve müminlerin de izzet sahibi olmasından bahsedilmiştir. Demek izzetin Allah’a mahsus olması, Peygamberimiz’in ve müminlerin o izzetten mahrum olması neticesini vermemiştir.

Birbirine zıt gibi görünen bu iki ayetin vech-i tevfiki şudur: İzzet tamamıyla Cenab-ı Hakk’a mahsustur. Peygamberimiz’in ve müminlerin izzeti ise, Allah’ın onları aziz kılması iledir. Cenab-ı Hakk’ın izzeti zatî iken; diğerlerinin izzeti Allah’ın aziz kılması ile olmuş ve onların izzeti, bütün izzetin Allah’a ait olması hakikatini değiştirmemiştir.

Şefaat durumunda da durum aynıdır. Bütün şefaatin Allah’a mahsus olması, başka kimsenin şefaate malik olmayacağı manasına gelmez. Bunun manası şudur: Bütün şefaat Allah’a mahsustur. Diğerlerinin şefaati ise ancak Allah’ın izni ve rızasına bağlıdır. Yani Allah’ın izni ve iradesi dışında kimse şefaat edemez.

Bu şuna benzer: Bizden başka kimsenin parası olmasa ve biz bu paradan bazı insanları istifade ettirsek, bu durumda desek ki: “Bütün para bize aittir.” Bu söz, bizim, parayı kimseye vermeyeceğimize değil; başkalarında bulunan paraların da aslında bize ait olduğunu ve bizim vermemizle onların buna malik olduklarını beyan etmektedir.

“Bütün şefaat Allah’ındır.” demek de aynen bunun gibidir. Yani kim şefaate yetkili kılındıysa, Allah’ın izni ile olmuştur ve ancak Allah’ın izin verdiği kişiye şefaat edebilecektir.

2- Bakara suresi 48. ayette: “Öyle bir günden korkun ki, kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat de kabul edilmez.” buyrulmuştur. Şefaati inkâr edenler bu ayet-i kerimeyi delil göstererek şefaati reddetmektedirler.

Biz de deriz ki: Kur’an ayetlerini, nüzul sebeplerini bilmeden tefsir etmek büyük bir hatadır. İlk önce ayetlerin iniş sebepleri bilinmeli ve ayetler ona göre izah edilmelidir.  Bu yapılmadığı takdirde, bu ayette olduğu gibi yanlış anlaşılmalar ortaya çıkacaktır. Bu ayetin iniş sebebi, Nesefi ve Ruhu-l Beyan tefsirlerinde zikredildiğine göre şu hadisedir: Yahudiler: “Biz İbrahim ve İshak (aleyhimesselam)’ın torunlarıyız. Bu sebeple Allah-u Teâlâ, onların bizim hakkımızdaki şefaatlerini kabul eder. Onlar bizi ateşten korur…” dediklerinde, Yahudilerin bu iddialarını reddetmek için bu ayet-i kerime nazil olmuştur. Demek bu ayet-i kerime kâfirler hakkında indirilmiştir. Yani kâfir olarak ölenlere şefaat edilmesi mümkün değildir. Mesela Hz. Nuh, kâfir olarak ölen oğluna; Hz. Lut, kâfir olarak ölen eşine ve yine Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kâfir olarak ölen amcalarına şefaat edemeyeceklerdir.

Demek ayetteki “Kimseden şefaat kabul edilmez.” ifadesinin Müslüman olarak ölenler ile hiçbir alakası yoktur. Buna rağmen ayetin iniş sebebini bilmeyenler, ayetin zahirine bakarak yanlış yorumlar yapmakta ve bu yorumları sebebiyle de hakkında birçok ayet ve hadis olan şefaati inkâr etmektedirler.

3- Müddesir suresi 48. ayette: “Artık şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.” Mümin suresi 18. ayette “O gün zalimler için müşfik bir dost ve sözü dinlenecek bir şefaatçi de yoktur.” buyrulmuştur. Şefaati inkâr edenler bu manadaki başka ayet-i kerimeleri de öne sürerek şefaati reddetmektedirler.

Biz de deriz ki: Bu ayet-i kerimeler şefaati red değil, aksine ispat etmektedir. Zira “Şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.” demek, şefaat edicilerin varlığını ispat etmektedir. Demek ortada şefaat ediciler vardır ki, onlardan bahsedilmiştir. Eğer şefaat ediciler olmasaydı, onlardan bahis yersiz olurdu. Kur’an’da ise yersiz bir tek harf bile yoktur. Ayrıca “Kâfirler için dost ve şefaatçi yok.” demek, “Müminler için dost ve şefaatçi var.” demek manasına gelir.

O hâlde bu ayetlerin manası şefaatin varlığını red değil, şudur: Yani ey kâfirler! Siz öyle kötü ve zor bir durumdasınız ki, herkese faydası olan şefaatin bile size yararı olmaz. Küfrünüz sebebiyle şefaat edicilerin şefaatlerinden mahrumsunuz…

Bu şuna benzer: Kansere yakalanmış ve hayatından ümit kesilmiş birisine işaret ederek “Doktorlar buna fayda vermez.” desek, bu sözde doktorları reddetmek değil, hastalığın şiddetini beyan etmek ve artık bu hastaya doktorların fayda veremeyeceğini kabul etmek vardır. Yani artık hastadan ümit kesilmiştir ve hiçbir doktor onu iyileştiremez. Bu sözün manası budur.

“Şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.” ya da “O gün zalimler için müşfik bir dost ve sözü dinlenecek bir şefaatçi de yoktur.”demek de böyledir. Bu beyanda şefaat ediciler reddedilmemiş, kâfirlerin küfründen dolayı o şefaat edicilerin şefaatinden mahrum olacakları ve faydalanamayacakları beyan buyrulmuştur.  Zaten bizler, kâfirlere ve Cenab-ı Hakk’ın razı olmadığı kullara şefaat edilemeyeceği hususunda hemfikiriz. Bu ayetlerde zikredilen kullar da bu zümreye ait olan kullardır.

Netice olarak bu ayet-i kerimeler şefaatin yokluğuna değil, bilakis varlığına delildir. Zira şefaat ediciler vardır ki, ayette onlardan bahsedilmiştir. Eğer bu grup hakikatte olmasaydı, elbette zikirleri geçmezdi. O hâlde bizler bu ayet-i kerimeleri, şefaatin varlığına dair naklettiğimiz on ayete ilave ediyor ve bu ayetleri şefaat edicilerin vücuduna delil yapıyoruz.

Buraya kadar olan beyanlarımızı şöyle maddeleyerek meseleyi toparlayalım:

1- Naklettiğimiz bütün ayetlerin ve hadislerin delaletiyle şefaat haktır ve hakikattir.

2- Şefaat ancak Allah’ın izni ve rızası dâhilinde olacaktır. “Bütün şefaatin Allah’a ait olmasının” manası budur. Hiç kimse kendinden şefaat etme hakkına sahip değildir.

3- Kâfirlere ve Allah’ın razı olmadığı kullara şefaat fayda vermeyecek ve bu kullar Allah’ın bu nimetinden mahrum kalacaklardır. Kur’an’da şefaatin olmadığını bildiren bütün ayetler, bu kullar hakkındadır.

4- Kişinin farzlarda tembellik yaparak şefaate güvenmesi ve haramları işlediği hâlde kurtuluşunu şefaate bağlaması asla doğru değildir. Kişi şefaati umabilir; ama ona dayanarak farzları terk edemez. Şefaat bir reca makamıdır.

5- Cenab-ı Hakk’ın bazı kullarına şefaat etme hakkını vermesi ve günahkâr kullarını cehennemden o kişilerin eliyle kurtarması, o kişilerin dünyadaki yaşantılarının hürmetinedir. Onların dünyadaki takvaları, ibadetleri, zühdleri, muhabbetleri ve diğer sıfatları bu makama ulaşmalarının sebebi olmuştur.

Cenab-ı Hak, başta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Kur’an olmak üzere diğer şefaat edicilerin şefaatinden istifade etmeyi bizlere nasip etsin! Şefaati inkâr ederek şefaatten mahrum olan kullar zümresine girmekten de bizleri muhafaza eylesin! Âmin!

Selam Ve Dua ile…

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )