Nurdan Haber

ZİHİNSEL BİR YANILGI: ŞİRK

ZİHİNSEL BİR YANILGI: ŞİRK
19 Ekim 2015 - 3:43

Terbiye görmemiş ve hiçbir şey öğretilmemiş insan zihni, birçok yanılgıya ve inanç alternatiflerine maruz kalır. Madde ve evrenin bilinmezliği ve korkutuculuğu karşısında, kendini güçsüz ve bilgisiz hisseden insanoğlu yüce bir güç arayışına girer. Bu arayış onu bir takım zihinsel yanılgılara sürükler.   Vahiy gerçeği, insan zihnini bu aldatıcı tehlikelere karşı korumak ve ona kılavuzluk yapmak için, Allah ile insan arasında kurulan bir iletişim aracıdır.  Bu iletişim aracı, insana sunduğu inanç disiplinini ‘lâ ilâhe’ yani ‘hiçbir ilah yoktur’ sözüyle  başlatır. Bu aracın kılavuzluğunu kabul edenler, İnsan muhayyilesinin yüce güç olarak algılayıp aldandığı tüm otoriteleri reddetmekle, tevhid inancına ayak basarlar. Tevhid inancı ‘birlikler sistemi’ üzerine kurulmuştur. Kainatta tüm iş, oluş ve yaratılışlar sadece Allah’a aittir. Ancak zihnimiz, bir yanılgı ile Allah’ın uluhiyetinde olmasa da fiillerinde bir takım ortaklar üretebilmektedir. 

Tarihte bir çok kez insan zihni, bu tür aldanışlara maruz kalmıştır. İnsanlar, sübjektif bilgilerine güvenip, vahyin yol göstericiliğinden mahrum kalarak, inançlarını şekillendirmişlerdir. Mekkeli müşrikler de tek bir Allah’a inanırlardı. Ancak  putları aracı kabul ederlerdi. Yani Allah’ın zatını birleyip fiillerinde ortak koşarlardı. Bu da en büyük aldanıştı.

Kur’ân,  şirki büyük bir zulüm olarak görür. ‘Allah’a ortak koşmak gerçekten büyük bir zulümdür’ (Lokman: 13) der. Zulüm, başkasının hakkını gasp edip, hakkı olmayan birine vermektir. Allah’ın da  eylemlerini ve fillerini başkalarına mal etmek en büyük zulümdür. Çünkü böyle bir durumda,  yaratıcıya ait olan, yaratılmışlara veriliyor.  Beynin en çok yanıldığı nokta da işte burasıdır:  ‘’Tek bir yaratıcıya inanıp fiillerini yaratılmışlara yüklemek.’’ Bu  şeytanın iyi taraftan yaklaşma hilesidir.         

Beynin bu aldanışı, kainattaki yaratılış kanunlarından kaynaklanmaktadır. Damarlardan akan kandan yıldızların dönmesine kadar her oluş ve hareketin sahibi şüphesiz Allah’tır. Ancak Allah bazı hikmetlere binaen, bunları sebeplerle yaratmaktadır. Yaprağı düşüren güç, ilahi kudretten başkası değildir. Fakat aynı kudret rüzgarı buna sebep olarak yaratmıştır. Bize balı nimet olarak gönderen ancak  Allah’ın merhameti olabilir. Fakat arıyı buna perde yapmıştır. Çünkü arının kendisi de yaratılmışlardan olup, bal yapma bilgi ve gücünden mahrum olduğu apaçık ortadır. Ancak beynimiz, beş duyu ile algılanabileni yorumladığı için, hemen bal yapma fiilini arıya yükleyebilmekte ve bu tuzağa düşebilmektedir. 

Bu zihinsel yanılgı, kainattaki düalite ve ikili bakış açısının çözülmesiyle aşılabilir. Her an şahit olduğumuz eşyadaki yaratılış ve oluşu tek bir bakış açısıyla yorumlamak, eksik bir yorumlama olur. İkili bir bakış açısı, yaratılış ve oluş tablosunun tümünü bize gösterip düşüncemize kılavuzluk yapabilir. Bu düalite ve ikili bakış açısını Bediüzzaman hazretleri şu cümlelerle formülize eder:

‘’ İzzet ve azamet ister ki; esbab, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celal ister ki; esbab, ellerini çeksinler tesir-i hakikiden.’’

Bu cümlede esbap yani sebepler iki bakış açısıyla ele alınmaktadır. Birincisi, beşer aklının kıt anlayışına göre. Diğeri ise her şeyi kuşatan ilahi kudret bakışına göre. Beşerin kıt  bakışına göre, Allah’ın doğrudan bal yapması onun izzet ve yüceliğine bir nakısıyet  olarak görülebilir. Bundan dolayı Allah arıyı kendi fiiline perde yapmıştır. Ancak ikinci bakış açısına göre, her şeyi kuşatan ilahi kudret, hiçbir fiili başkasına vermeye müsaade etmez. Evet meşhur bir misal ile,  bir padişah, halkının kıt anlayışından dolayı, kendi yüceliğini muhafaza için hediyeleri doğrudan kendisi değil askerlerin dağıtmasını ister. Ancak askerlerin, o hediyelerin gerçek sahibi olarak algılanmasını istemez. Ya da halk, o askerleri, hediyelerin gerçek sahibi olarak algılarsa, tam bir aldanmışlığın içine girerler. Evet Allah nimetleri sebeplerle gönderir. Bu durum, Allah’ın izzet ve azametini, insanların dar vizyonlarının ürettiği kötü düşüncelerden kurtarmak içindir. Diğer taraftan, ilahi kudretin kuşatıcılığı penceresinden baktığımızda, eşyadaki hiçbir hal, yaratılış ve oluş o kudretin haricinde olamaz.

Kur’an’ın en büyük kavgası şirkledir. Çünkü görüldüğü gibi şirk, çok farklı tarzlarda olabilmektedir. Böyle bir  şirk ise son derece sinsi davranıp insan beynini adeta esir alabilmektedir. Bundan dolayı Hz. Peygamber şirkin bu sinsiliğine karşı ümmetini uyarır. ‘’Bu ümmetin şirki karanlık bir gecede dümdüz bir kayanın üzerinde yürüyen siyah bir karıncanın ayak sesinden daha gizlidir’’ hadisi şirkin ne denli sessiz ve hileli ilerlediğini göstermektedir. Hadis, şirkin gizliliğini vurguladığına göre bu şirk, taştan, tahtadan putlara tapma veya güneşe, aya tapma gibi bir şirk değildir. Çünkü bunlar açıkça başka ilahlar edinmektir. Bu hadis, başka  tehlikelere karşı bir uyarı olmalıdır. Şu hadisi de eklersek Hz. Peygamber’in ümmeti için tehlike gördüğü nokta daha iyi anlaşılır: ‘Dikkat edin ben size onlar (müslümanlar) güneşe, aya tapacaklar demiyorum, ancak onlar amellerini Allah’tan başkası için yapacaklar.’ Açıkça görülmektedir ki Allah’ın merkezde olmadığı her amel şirkin bir çeşididir. Bu tablo bize şunu öğretmektedir ki insanın yaptığı tüm iyi davranışların hedefinde Allah rızası olması gerekir. Çerçeveyi biraz daha genişletirsek, insana dokunan iyilikleri de Allah’tan bilmek zorundayız. İnsanoğlu bir davranışta, ister etken olsun ister edilgen olsun, Allah’ı merkeze almalı ve tüm fiileri ondan bilmelidir.

Risalelerde üç ilahi fiil örnek verilir ve bu fiillerin Allah’tan başkasına havale edilmesi durumunda nasıl şirkin kıskacına girildiği ortaya konulur. Şu çarpıcı ifadeye kulak verelim ki şirkin neresinde olduğumuzu ölçelim.

‘’Bir zihayat, cüzi bir şifası veya bir rızkı veya bir hidayeti için Cenab-ı Hak’tan başkasına hakiki minnettar olmak ve başkasına perestişkarane medih ve sena etmek, rububiyetin azametine dokunur ve uluhiyetin                                                            kibriyasına ilişir ve mabudiyet-i mutlakanın haysiyetine dokundurur; celalini müteessir eder.’’

Evet şifayı doktordan, rızkı patrondan, hidayeti insanlardan bilen bir yorumun arkasında elbette şirk motivasyonu vardır. Dilimiz kelime-i tevhidi söylese bile beynimiz çoktan bu yanılgı tuzağına yakalanmıştır.

 Tevhid inancı, ‘birlikler sistemi’ üzerine kurulduğunu   söylemiştik. Bu ‘birlikler sistemi’, gerek maddeyle ilgili olsun gerekse de sosyal hayatla ilgili olsun,  her detayı kapsamaktadır. Kelebeklerin kanat çırpışlarından vega yıldızının dönmesine kadar, kalbi mutlu eden bir tebessümden dünyayı yakıp yıkan savaşlara kadar her detayın sahibi Allah’tır. Yoksa   gökleri Allah’a verip, onu yeryüzünde de camiye, seccadeye ve bir takım ritüellere hapsetmek,   tevhid inancına tamamen zıttır. Gökler ve yaratılış sadece Allah’ın olduğu gibi yeryüzündeki her hareket de sadece onundur. Rızık sadece onun,  şifa sadece  onun hidayet sadece onundur. Beynimiz, buradaki  ‘birlikler sistemini’ hazmedip, ‘sadece o’ anlayışının zirvesine ulaştığında, tüm yanılgılarından kurtulur ve  tek hakikat olan Rabbine kavuşur.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )