Nurdan Haber

Câmiler ve Din Adamları

Câmiler ve Din Adamları
27 Ekim 2015 - 3:35

Hz. Muhammed (asm) zamânından bugüne, Müslümanlar ibâdetlerini câmide yerine getirmeye gayret ederler. Allâhu Teâlâ’nın rızâsını kazanmak, Sünnet-i Seniyyeye uymak, daha fazla sevab kazanmak, insanların birbiriyle kaynaşmasını sağlamak gibi pek çok yönden câmide kılınan namazın, yalnız başına edâ edilenden üstünlükleri bulunmaktadır.

Halkımızın namazına fazla dikkat etmeyenleri bile, cuma, bayram ve terâvih  namazlarına özel îtinâ gösterirler. İstisnâlar hâriç, bütün cenâze namazları da câmilerde kılınır. Dolayısı ile her Müslüman hayâtında bir çok kereler câmiye gider.  Toplum hayâtındaki ölçülerin giderek değişmesi ile ibâdetlerin ilk vaktinde ve câmide îfâsı müşkilleşmiştir. Ancak, fırsat bulabilenlerin câmiye devâmları güzel bir alışkanlıktır.

Câmiler halkımızın hamiyet duyguları ile inşâ edilmektedir. Kānûnî bâzı yükümlülükleri yerine getirmek maksadıyla kurulan dernekler eliyle yürütülen bu faaliyette işler, çoğunlukla yine gayretli ve hamiyetli bir zâtın öncülüğünde yapılmaktadır. Arsasını veren veya inşâatın büyük bir kısmı üstlenen kişilerin isimlerinin yapılan câmilere verilmesi olağan karşılanmaktadır. Bâzı hamiyet sâhipleri de, baştan sona bütün bir külliyeyi bitirdikleri halde, isimlerinin bile bilinmemesini istemek sûretiyle, yaptıkları hayra herhangi bir riyâ karışması tehlikesinden uzak durmayı tercîh etmektedirler.

Plan ve projelerinin mi’mar ve mühendisler tarafından hazırlananları olduğu gibi, işle yakından ilgilenen şahısların zevklerine göre ustalar tarafından yapılan inşaatlar da görülmektedir. Bu sonuncuların İslâmî mi’mârî zevkine ve geleneklere uymayanları, maalesef, ekseriyettedir. İhtiyâcı bir an önce karşılamak niyetiyle, masrafların azaltılması kasdiyle gelişi güzel yapılıveren bu câmiler de netîcede ibâdet mahalli olarak hizmet vermektedir.

Son zamanlarda Diyânet İşleri Başkanlığı’nın uygulamaları ile ibâdethânelerin inşâatında belli ölçülere uyulma zarûreti getirilmiştir. Böylelikle câmi ve mescidlerin dar alanlardan, merdiven altlarından, bodrum katlarından kurtarılması istihdaf edilmiştir. İslâmın izzetine, nezâfet ve nezâhetine yakışan bir tatbikāttır. Bâzı hayır sâhiplerinin ve acele bir mekâna ihtiyaç duyanların hoşlanmayacağı bir durum olsa da, umûmî netîceleri bakımından güzeldir.

Câmilerin döşenmesi ve iç donanımları bakımından da gittikçe iyileşme görülmektedir. Bu işlerin ticâretini yapan kuruluşlar, birbiri ile rekābet edebilmek için mal ve hizmetlerini daha kaliteli hâle getirmektedirler. Bu, câmilerin tertibi, düzeni, temizliği, zevk-i selîme hitab etmesi açısından müsbet bir gelişmedir. Hayır işlemek isteyen artık bizzat seçtiği halı ve kilimleri sermek; levha, avîze vesâir malzemeleri alıp getirmek yerine, câmi yönetimi ile ilgilenen derneğe bağış yaparak düzeni bozmadan bu emeline erişmektedir.

Câmilerin maddî yönleri böylece te’min olunduktan sonra, mânevî hizmetlerinin yürütülmesi müezzin ve imam efendilere düşmektedir. Güleryüzlü ve mesleğinin erbâbı olan din görevlilerinin bulunduğu câmilerin cemâatleri de şuûrlu ve devamlı olmaktadır. İnsanların hepsi bir olamaz. Vazîfe şuûru, hizmet aşkı, kendisini geliştirme azmi herkeste aynı değildir. Dolayısı ile, din görevlileri arasında görevini hakkıyla îfâ edenler olduğu gibi, bu işe pek de lâyık olmayanlar bulunabilmektedir. Müftülüklerin personelini zaman zaman  denetlemeleri, îkāz ve irşâd etmeleri, hizmet içi eğitimden geçirmeleri noksanlıkları büyük ölçüde gidermektedir.

Güzel ses Cenâb-ı Hakk’ın bir vergisidir. Her din adamının güzel bir sese mâlik olması arzû edilirse de, mecbûr kılınamaz. Ama, sesinin güzelliğinden ziyâde usûl, tavır, irâde ve gayrete bakılır. Usûlden kastımız, mesleği ile ilgili temel bilgilerin sağlamlığı ve devamlı yenileniyor olmasıdır. Tavır, hâl ve hareketleri ile toplum içindeki davranışlarıdır. İrâde, mesleğini icrâ ederken gösterdiği hasbîlik, samîmiyet, ihlâs gibi ma’nevî unsurları tatbîk ve ta’kibde gösterdiği kararlılıktır. Gayret ise bıkmadan, yorulmadan, fütûr getirmeden îmân ve Kur’ân hizmeti olan vazîfesini bihakkın yerine getirmeye çalışmaktır.

Müezzin ve imam efendilerin, her gün tekrarlayageldikleri konularda kendilerini yetiştirmeleri, vazîfelerinin tebliğinde önemli bir merhale kat etmelerine vesîle olur. “Acemaşîrân” makāmı yerine “Adamkaçıran” dan, “Bayâtî” yerine “Nefretî” den okunan bir ezan, ikāmet, aşr-ı şerîf; her halde, müsbet değil menfî bir propaganda olur. Dâvet değil tard yerine geçer. Günümüzdeki teknik imkânlardan istifâde edilerek,  İslâm âleminin en güzîde hâfızlarının okuyuşunu dinleye dinleye, kırāatta onlara benzer bir seviyeye yaklaşılabilir.

Vâaz ve nasîhatlarda, insanların fıtratlarını değiştirip, terk etmeleri değil; onlardaki bâzı kābiliyetlerin yüzlerini müsbete çevirmeleri tavsiye edilmelidir. Hatîb, kürsüden veya minberden seslenirken, ses tonuyla, tavırlarıyla itici ve ürkütücü; suçlayıcı ve aşağılayıcı olmamaya çalışmalıdır. Boğazını yırtarcasına, bir sokak çığırtkanı edâsıyla, karşılarındakini hedef alan “Siz”, “..yapın, edin!” şeklinde değil, “Biz” ve “..yapmalıyız, etmeliyiz!” tarzında hitâb etmelidir. Bağırmadan, tâne tâne, anlaşılır bir tonla, karşısındaki insanlarla dertleşiyormuş, sohbet ediyormuş havasında konuşmalıdır. Hele, câmiin dışında bulunan ve kendisini aslâ dinlemeyecek, duymayacak olan hayâlî cemâate seslenmek; üstelik kızıp, köpürmek hiç İslâmî tebliğ metoduna uymamaktadır. “Ümmet-i dâvet”e, “Ümmet-i icâbet”ten daha yumuşak davranmak gerekir. “Müellefe-i kulûb” diye bir mefhumun varlığı gözden ırak tutulmamalıdır.

Ezanda, tesbihde, aşirde ses cihazlarının mâkûl bir ölçüde ve ihtiyac kadar açılması çok mühimdir. Kendi sesinin gür ve tannân çıkmasından hoşlansa da, insanlara dîni motiflerle eziyetin maddî işkenceden daha şeni’ sonuçlar doğuracağını bilmeli; hakkın hâtırını nefsin hâtırına tercîh etmelidir. Kendi bulunduğu mekâna yetebilen bir ses için, yükseltme araçlarına hiç ihtiyâç yoktur. Ayrıca, câmilerde veya evlerde; bağda veya bahçede; köyde veya şehirde yapılan dînî merâsimlerde, şan olsun memlekete diye düşünen merâsim sâhiplerinin arzûlarına uymayıp ses cihazlarını yalnızca alâkadarların duyacağı ölçüde ayarlamaya dikkat etmelidir. Bu konuda istekte bulunanları iknâ etmek de din adamının vazîfesidir. Bir evde dinleyenlere yetebilecek kadar sesi açmak yerine bütün bir mahallenin, köyün, beldenin işiteceği yükseklikte okunan Kur’an, mevlid ve dînî eserler; karşıdaki alâkasız ve çeşitli ma’zeret sâhibi şahıslarda aksi te’sir icrâ eder. İnsanları dînî konularda nefret ettirmek az vebâl değildir…

En mühim hususlardan biri de, din adamlarının yaptıkları hizmet karşılığı halktan maddî beklentilerinin olmamasıdır. Evet, belki devletçe verilen maaşlar, yapılan hizmetlere denk değildir; fakat, bu göreve tâlib olunurken, daha fazlasının olamayacağı zâten bilinmektedir. İşe girmekle bu duruma zımnen rızâ gösterilmiş demektir. Elin eline bakmak alışkanlığı, İslâmın tebliğ esaslarına zıttır. Yapılan amelin iptâline sebep olabilir. Rızâ-i İlâhî’yi kazanmaya vesîle olabilecek güzel bir fırsatı; hem dînî görevlerini yapmak ve hem de buna karşılık devletten mâaş almak gibi bir İlâhî lütfu ni’metlikten çıkarıp nikmet hâline sokmamak aklın gereğidir.

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )