Nurdanhaber-Özel
1
حَسْبِىَ اللهُ لاَ إِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ 2 dir.
Muallim
Mustafa Sungur
Mustafa Sungur’un temyiz lâyihasıdır
1. Ağırceza Mahkemesi, Nur Risalelerini okuduğumu ve yazdığımı ve muhtaç bir mü’min kardeşime vererek istifadesine çalıştığımı, “Halkı hükümet aleyhine teşvik ediyor” diye hakkımda bir suç saymış. Halbuki, ben itiraznamemde bu ittihama karşı dedim: “Halkı hükûmet aleyhine teşvik edici zannedilen Risale-i Nur, Kur’ân’ın hakikî bir tefsiridir. O, bütün eczalarıyla hakaik-i imaniyeyi ders verip, okuyan ve yazanlara en büyük saadeti bahşediyor. Onun hedefi, halkı hükûmet aleyhine teşvikgibi serserilerin, bozguncu ahlâksızların gittikleri fânilikler değil, belki bütün saadet ve bahtiyarlığın en yüce mertebesi olan Allah’ın rızasıdır. Ben, bana en büyükfazilet, en tatlı nimet olan imanı kazandıran Risale-i Nur’u okuduğum ve yazdığım ve onun en güzide bir talebesi ve âciz bir hizmetkârı olduğumdan dolayı iftiharediyorum. Ve Risale-i Nur’un talebeliğini, hakkımda pek büyük bir ihsan-ı İlâhî bilip, lâyık olmadığım bu nimet-i azîmeyi benim gibi bir bîçareye nasip eden Rabbimedaima şükrediyorum” dediğim halde, kanuna ve delile dayanmayarak benim iman ve İslâmiyete karşı bağlanmamı bir cürüm bilerek bütün bütün hak ve hakikatin aksine olarak cezalandırıldım.
2. Ben şahidim ki: Ben Kastamonu Gölköy Enstitüsünde okurken bazı muallimler tarafından bize dinsizlik dersi verilmişti. Hâşâ, Hazret-i Kur’ân’ı Hazret-i Peygamberin yazdığını ve İslâmiyetin artık mülga olunacağını, medeniyetin ilerlediğini, bu asırda Kur’ân’a ittibâ etmek büyük bir hatâ ve gerilik olduğunu, hattâ birgün bir muallimin yaptığı gibi, İslâmlar namaz kıldıkları ve âhireti düşündükleri için daima muztarip bir halde, ömürleri elem içinde geçtiğini ve İslâm camilerinde daima bir ölgünlük havası estiğini, Hıristiyanların kiliselerinde ise daimaneşe ve canlı hayat bulunduğunu ve Hıristiyanlar çalgı ve saire gibi eğlencelerle hayatın tadını alıp ömürlerini neşe içinde geçirdiklerini söylüyorlar, kalblerimizdeki iman ve İslâmiyet bağlarını koparmaya ve onun yerinde inkâr ve küfür yerleştirmeye çalışıyorlardı.
İşte böyle zehirli fikirlerle aşılanmış ve böyle tehlikeli, muzır dinsizlerin dersleriyle mâneviyatı öldürülmek istenmiş ve hattâ o muzır fikirlere kapılarak ve—hâşâ—inanarak etrafına neşretmeye başlamış bir bîçare insanın, birdenbire Risale-i Nur gibi Kur’ân’ın feyzinden fışkıran, iman ve İslâmiyet hakikatlerini gayet parlakburhanlar ve harika delillerle ispat eden ve din-i İslâmın daima insanların saadet ve selâmetine vesile, sönmez ve söndürülmez bir mânevî güneş olduğunu izah eden eşsiz bir nur-u Kur’ân‘ın birkaç risalesini okumakla bütün o zehirli fikirlerini atıp imanı elde ederek duyduğu sonsuz sevinç ve bahtiyarlığı, telif ettiği mübarek Nur risaleleriyle ona kazandıran müşfik ve vefakâr ve hakiki kahraman Üstad Bediüzzaman Hazretlerine arz etmesi, eski gaflet ve dalâlet hayatından kurtulup, iman ve nura kavuştuğunu ve hakikî imanı kazandıran Risale-i Nur’un bu asrın bütün insanları için bir şems-i hidâyet ve vesile-i saadet ve onun müellifliğiyle tavzif edilen Üstad-ı Muhteremin bu pek büyük ve yüce imanî hizmetiyle onun bu beşeriyete, hususan ehl-i imana bir lûtf-u İlâhî olduğunu hayranlıkla arz etmesi ve yukarıda da arz edildiği vechile Kur’ân ve İslâmiyet aleyhindeki dehşetli ve kahhar tecavüzleriyle bu kahraman İslâm milletinin evlâtlarını dinsizliğe teşvik edip milyonlarla insanların bağlandığı kudsî ve İlâhî İslâmiyet esaslarını yıkmaya ve o milyonlarla insanların ebedî saadetlerini mahvetmeye çalışanları “gizli Süfyan komitesinin yıkıcılığı ve eziciliği” diye vasıflandırarak onlara ve onların bu alçak ve kahhar ve zâlimâne tahriplerini ve yıkıcılıklarını alkışlayan divanelere binler teessüf ve nefretlerle yazıklar olsun demesi ve imanında şüpheye düşmüş eski ders arkadaşlarına, “Gelin, hepimiz bu hevâî venefsî arzulardan vazgeçelim, hakaik-i Kur’âniyenin önünde diz çökelim ve bu asrınrehber-i saadeti olan Nur medresesine koşalım. Aylarca ve yıllarca alkışlayıp durduğumuz o yalancı sefillerden ve onların hakikat diye gösterdikleri yalanlardan vazgeçip, Bediüzzaman Said Nursî‘nin derslerine gönül bağlayıp onu üstad edinelim, zulmetten Nura dönelim” diye hitap etmesi, acaba imanından aldığı sevinç ve Kur’ân ve İslâmiyet sevgisinden ve bağlılığından ve milletini pek çok sevip herkesin tahkikî imanı kazanarak sonsuz bir saadete nail olmalarını arzu etmesinden değil midir?
Acaba Allah’a intisap edip İslâmiyetin en âlî bir din ve fazilet ve saadet müjdecisi olduğunu ilân etmek bir cürüm müdür? Kur’ân ve İslâmiyet aleyhinde her taraftan yıkıcı ve kahhar taarruzların başladığı ve Hazret-i Kur’ân’a ve Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâma iftiralarla o zâtın çok âlî ve çok kudsî kıymet ve varlıkları çürütülmek istenildiği, buna mukàbil dinsizliği ve ilhadı ve ahlâksızlığı telkin eden kitapların ve Allah’a âsi ve İslâmiyete hücum eden fâni ve kıymetsiz bedbahtların saygılarla anıldığı ve bid’akâr ve gayr-ı meşru hallerinin alkışlandığı bir zamanda, Hazret-i Kur’ân ve Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın yüceliklerini,hakkaniyet ve kudsiyetlerini, hem Allah’ın varlığını ve bu kâinat bütün mevcudatıyla ve bütün âzâ ve cihazatıyla Hâlıkının vücub-u vücuduna ve vahdâniyetine şehadetettiğini ve insan akıl ve fikir cihetiyle ve esmâ-i İlâhiyeye en ziyade âyinedar bulunmasıyla sair mahlukata bir nevi sultan hükmünde olduğu; insan eğer iman veubudiyetle Allah’a intisap etse, dalâlet ve sefahetten ve büyük günahlardan korunsa, mevcudâtın üstünde âlâ-yı illiyyine lâyık ve ebedî Cennet ve saadete mazhar bir muhterem misafir ve eğer şirk ve isyanla veya gaflet ve dalâletle Hâlıkına küfretse, o zaman hayvandan daha aşağı ve esfel-i sâfilîne düşerek ebedî Cehenneme müstehak ve sonsuz azap ve işkencelere lâyık bir bedbaht olduğunu ve Kur’ân’ın daima değişmez ve onun hüküm ve emirleri tebeddül etmez ve edilemez bir hak kelâmı ve İslâmiyetin daima en yüksek bir medeniyette bulunduğunu ve beşeriyetin hakikî ve daimî saadeti ancak ve ancak evâmir-i Kur’âniyeye ittibâ ve intisapla mümkün olacağını açık ve kat’îolarak izah ve ispat eden Risale-i Nur’un kudsiyetini ve yüceliğini ve o mu’cize-i Kur’ân‘ın bir nur-u İlâhî ve bir ihsan-ı Rabbânî olduğunu iman ve ilân etmek bircürüm müdür?
Fâni beş on dakikalık gayr-i meşru zevkler için yazılmış roman ve efsaneler ve İslâmiyetin aleyhinde ve okunması memleket ve milletin selâmeti bakımından gayet tehlikeli, muzır kitapların neşredilmesi ve onların medih ve tavsiye edilmesi bir suç sayılmıyor da, yüz milyonlarla insan onda gitmiş ve hakikî olan saadete ulaşmış İslâmiyet güneşinin tarifçisi ve tavsiyecisi ve hakaik-i imaniyenin müjdecisi olan Risale-i Nur’u okumak ve yazmak, medh ü senasına kàdir olamadığımız yüksek mezâyasını tavsiye etmemiz bir suç sayılıyor! Acaba kalbinde zerre kadar imanı olan ve memleket ve milletin selâmetini arzu eden bir insan bunu suç sayabilir mi?
Sayın Yargıtay hâkimleri,
Sizin yüksek huzurunuza arz edilen bu dâvâ doğrudan doğruya iman ve Kur’ân dâvâsıdır. Milyonlarla insanların ebedî saadet ve kurtuluşu dâvâsıdır. Bu azîm dâvâ ile başta Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, bütün enbiya aleyhimüsselâm ve bütün evliya ve hadsiz ehl-i hakikat ve imanla dâr-ı bekàya gitmiş bütün ecdatlarımız mânen alâkadardırlar. O milyonlar ehl-i hakikatin selâm ve sevgilerini, dua ve şefaatlerini kazanmak fırsatı şimdi elinizdedir. Risale-i Nur denilen âlî hakikat önünüzdedir. Onun gayesi dünyevî ve fâni ve süflî makamlar mıdır? Yoksa en büyük saadet ve âlî sevinç ve en yüce bahtiyarlık olan Allah’ın rızasını kazanmak mıdır? Ve onun bütün sözleri, insanları ahlâksızlığa mı teşvikediyor? Yoksa imanla onları mücehhez kılıp yüksek ahlâk ve fazilete mi kavuşturuyor?
Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın i’câz-ı mânevîsinden fışkıran ve bir nur-u İlâhî olan Risale-i Nur önünüzdedir. Madem imanı kazanmak ve iman ile bu dünyadan dâr-ı saadet-i bâkiye gidebilmek insanların her meselesinden üstün en büyük dâvâsıdır. Ve madem Risale-i Nur Kur’ân’ın feyziyle hakaik-i imaniyeyi ders verip, yüz binlerle onu okuyup yazanların kat’î şehadetiyle ve bir çok âyât-ı Kur’âniye ve ehâdîs-i Muhammediye (a.s.m.) kudsî beyanatı ve İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı Geylâni (r.a.)misillü birçok ehl-i velâyetin takdirkârâne tavsiyeleriyle Risale-i Nur o dâvâyı kat’î kazandırıyor. Elbette ve elbette sizler yüksek adalet ve hakikatperverliğinizle, her türlü fâni endişelerin fevkinde yüksek hakperestliğinizle Risale-i Nur’un o hakkanî veKur’ânî çehresini ve hakikî kıymetini takdirle görüp anlayacaksınız. Ve Risale-i Nur’un talebelerinin de Cenâb-ı Hakkın rızasından başka bir maksat peşinden koşmadıklarını göreceksiniz.
Sayın Yargıtay hâkimleri,
En yüksek ahlâk ve faziletiyle ve en yüce şefkat ve merhametiyle insanları koyu fikir karanlığından ve daimî haps-i ebedîden kurtarmaya çalışan ve en şiddetli sıkıntı ve işkencelere göğüs gererek Cenâb-ı Hak tarafından tavzif edildiği hakaik-i Kur’âniyeyi neşretmek kudsî vazifesiyle zamanın en yüce mertebe-i kemâline erişen aziz ve âlî üstadımız Bediüzzaman Hazretleri bütün bütün hak ve adalete aykırı olarak zindanlara atılıyor. Pek ihtiyar ve hasta ve kimsesiz, en yüksek iman veubudiyetle ve harika zekâ ve ilimle mücehhez ve insanların imanını kurtarmaktan başka bir gayesi bulunmayan yetmiş beş yaşındaki bumübarek ve hakikî insaniyetperver Üstadın Afyon zindanlarında şiddetli soğuk ve dehşetli sıkıntılar içindeki vaziyet-i elîmânesi ciğerleri deliyor ve kalbleri sızlatıyor. Hakikatlere âşık ve meftun olan yüksek adaletinize ve hakikî insaniyetperverliğinize güvenerek adaletin şefkat ve merhametinin tecellîsini bekliyoruz.
Mustafa Sungur
Dipnot-1
“Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
Dipnot-2
“Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Sadece Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.