Nurdan Haber

Sütlüce Platformu’nda Risale-i Nur’dan çözümler…

Sütlüce Platformu’nda Risale-i Nur’dan çözümler…
21 Aralık 2015 - 12:19

Nurdanhaber-Özel-Faruk Dikmen’in haberi

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bu hafta biraz Risale-i Nur’da “MÜSBET HAREKET” konusunu işliyoruz. Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretleri ve Risale-i Nur talebelerinin müsbet hareket tarzı nedir ve nasıl olmalıdır? Üstad’ımızın vefatından önceki son mektubu (Emirdağ Lahikası II. -son mektubudur.) müsbet hareket üzerine olduğu için bu hafta bu mektuptan bazı bölümleri ders olarak okuyacağız İnşallah.

Hazret-i Üstad’ımızın vefatından önce İstanbul’a son gelişini; o günkü mason, dine düşman, Kemalist ve muhalif basın bir kaç gün önceden haber alıp, dinde lakayd halk kesimlerini ve menfi yargı, emniyet, askeriye mensuplarını kısacası bürokratları tahrik etmek ve kışkırtmak, o zamanki mevcut Demokrat parti hükümetini köşeye sıkıştırıp, zor durumda bırakmak amacıyla (tabii ki, İNÖNÜ ve CHP’nin de yönlendirme ve kışkırtmasıyla)  “İrtica hortluyor, Nurcu başı, mürtecilerin reisi Türkiye’yi dolaşıyor” v.b. gibi iftira haberleri yayınlayıp, yaygara kopartarak Demokrat parti hükümetinin yıkılmasına veya askerlerin ihtilal yapmasına zemin hazırlamaya çalışıyorlar. Tabii gazetelerin kötü ve art niyetle Bediüzzaman hazretlerinin İstanbul’a gelişini haber yapmaları sayesinde İstanbul’da yaşayan ehl-i iman ve R. Nur talebeleri büyük bir muhabbet , merak ve heyecanla Üstadımızın kalacağı Çemberlitaş’taki Piyer Loti otelinin önünde toplanır. Otele gelen Hazret-i Üstad bu kalabalığı, muhabbeti, teveccüh ve alakayı görünce çok rahatsız olur. Yanında ve yakınında bulunan hizmetkar ve talebelerine  “Benim geleceğimi niye haber verdiniz bu kadar kalabalığın toplanmasına sebeb oldunuz” diye kızar. Odasına çıktığında o esnada odaya girebilen yakın talebelerine: “Bu dikkat çekici kalabalık, karşılama, alaka, ‘menfi hareket’e girer, ‘müsbet hareket’ değildir.” der. “Menfi ve muhalif yetkililer, görevliler, mason, komünist ve zındıka komiteleri bu durumu istismar eder. Din ve Müslümanlar aleyhine, mevcut Demokrat parti hükümeti ve Başbakan Adnan Menderes aleyhine kullanırlar, kışkırtırlar.” (mealen), diyerek sözlerinin devamında; Tarihçe-i hayatını, davasını, hayatının gayesini çok çok kısa olarak özetler. “MÜSBET HAREKET” deyince Nur talebelerinin ne anlaması gerektiğini hülasaten izah eder. Hizmetkar ve Talebelerine müsbet hareket metodunu hiç bir zaman terk etmemelerini vasiyet eder.

“Umum Nur talebelerine Üstad Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir.

Aziz kardeşlerim,
Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır.”

Yani biz anlatacağız, tebliğ edeceğiz; hidayeti verecek, insanlara kabul ettirecek olan Cenab-ı ALLAH’tır. Bizim vazifemiz değildir. Yani biz Allah’ın rızasının nasıl kazanılacağını, iman hakikatlerini anlatıyoruz. Karşımızda ki niçin anlayıp kabul etmiyor diye sabırsızlık göstermek veya sorgulamak bizim vazifemiz değildir.

“Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.”

Nasıl şükredeceğiz? Daha kötü, daha ağır, daha dehşetli şartları bilerek, hatırlayarak, düşünerek. Peygamberimize (sav), diğer peygamberlere halkları, tebaaları tarafından yapılan zulüm, işkence, iftira, ızdırap ve eziyetler karşısında; şu an bizlerin yaşamakta olduğu bir nevi manevi cennet hayatına şükretmediğimiz takdirde, sinek ısırması mesabesinde bir takım sıkıntılara sabır gösteremez, şükrümüzü devam ettiremezsek büyük bir nankörlük ve büyük bir varta olur, Allah korusun beraberinde bir musibet ve vebale düçar oluruz.

Hangi birimiz son yıllarda, ibadetlerimizi yaptığımız, inancımızı yaşadığımız için zorlandık, baskı gördük, hapse atıldık ki? Bediüzzaman çok büyük sıkıntılar, baskılar gördüğü halde, peygamberimizin (sav) başına gelenlere baktığında o bile kendisine yapılan zulüm ve işkencelere şükrediyor. O bakımdan bizim vazifemiz huzuru, asayişi ve güveni muhafaza etmektir. Ülke ve toplumda asayişi, güven, huzur, birlik, beraberlik ve kardeşlik ortamını bozmak, kaos oluşturmak; sadece başkaldırı, isyan, ayaklanma, anarşi, terör, şiddet, sokak hareketleri, çatışmaları v.b. gibi fiili olaylarla olacağı gibi, yapılan neşriyatla, yayınla, provoke ve fitne çıkartacak dedikodu, asılsız haber ve söylentilerle, mevcut yönetim aleyhine halkı galeyana getirici, kışkırtıcı bir takım protestolarla, iftiralarla yani fiili çatışma durumu olmadan da, sanal iletişim ve medya yolu ile zarar vermek mümkündür. Yukarıda açıkladığım her 2 yöntem de “menfi hareket”tir.

Said Özdemir Ağabey’e (ve başka ağabeylere de) Üstad’ımızın söylediği “Kardeşim, siz hizmeti düşünmeyin” dediği hatırası şu şekildedir: Üstadı ziyarete gittim, Üstad bana söyledi ki: “Kardeşim, bu gece benim misafirimsin. Benim yemeğimi yiyip benim yatağımda yatacaksın. Yani o günlük kendi yatağını Said Özdemir’e vermektedir. Said Özdemir bu duruma hem hayret eder hem de çok sevinir. Üstad’la sohbet eder. Üstad yalnız başına yemek yemektedir. Akşam namazından sonra avuç kadar bir kap içinde yoğurt, pirinç ve yumurtadan oluşan bir yemeğin yarısını yer. Kalan yarısını da getirip Said Özdemir’e ikram eder ve “Yarısını yiyeceksin. Yalnız kabı yemeyeceksin. Kabı bana lazım” diyerek latife yapar. Said Özdemir de “Peki Üstadım” der. Üstad biraz sonra yorganını getirir ve burada yatacaksın der. Said Özdemir Ağabey o gece Üsad’ın yorganına bürünüp yatar.

Üstad son görüşme olduğunu hissettirircesine Said Özdemir’e şunları söyler:  “Kardeşim, sana son vasiyetim. Hizmeti düşünmeyin. Cenab-ı Hak bu hizmeti en muhaliflere bile yaptıracaktır. Sizin düşüneceğiniz ‘uhuvvet, muhabbet, ittihad, tesanüd’ tür.” Hazret-i Üstadımızın burada özet olarak söylemek istediği; Müslüman, ehl-i İman ve mü’minler arasında; ittihadı, uhuvveti, muhabbeti, ittifak ve tesanüdü bozacak her türlü hareket menfi harekettir.

O zaman müsbet hareket denilince, çok öz olarak ne anlamalıyız? Ülkemizdeki müslümanlar arasında, hatta bütün İslam alemi içerisinde; ittihadı, itifakı, tesanüdü, teavünü, uhuvveti, muhabbeti sağlayıcı, tesis edici ve muhafaza edici her hareket müsbet harekettir. Bu bağları, irtibatı, diyolog ve ilişkiyi bozan, sarsan, zayıflatan her türlü hareket de menfi harekettir.

“Meselâ, kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hadiselerle sabit olmuş. Meselâ, Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfîde idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.”

“Bununla beraber zamanın ilcaatıyla zaruretler ortalıkta zannederek bazı hocaların bid’alara taraftarlığından dolayı onlara hücum etmeyiniz. Bilmeyerek ‘Zaruret var’ zannıyla hareket eden o biçarelere vurmayınız. Onun için kuvvetimizi dâhilde sarf etmiyoruz.”

Üstad hazretleri o esnada (Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında) Batılılaşmak özentisi ile ihtiyaç gibi gösterilen bir takım şeylerin zaruret olmadığını, bunların israfa yol açtığını (yaşam şekilleri değiştiriliyor, zorlamalar, baskılar yapılarak devrim kanunları uygulanmaya çalışılıyor) veya medenileşme adı altında ihtiyaç olmayan şeylerin, birtakım hocalar tarafından da “artık zamanın gereği bu” diye yaşamaları, uygulamaları, ona uyum sağlamalarının zaruret olmadığını söylüyor.

Ancak bu şartlarda bile, bizim NUR talebeleri olarak bir kuvvetimiz varsa bunu dâhilde, ülke içinde, İslam ülkesi içinde o maddi gücümüzü kullanamayız. Dış düşmana karşı kullanabilirsin ama içeride hiçbir şekilde fiili, menfi bir hareket yapamayız.

“Biçare, zaruret derecesine girmiş, bize muhalif olanlardan hoca da olsa onlara ilişmeyiniz. Ben tek başımla daha evvel aleyhimdeki o kadar muarızlara karşı dayandığım, zerre kadar fütur getirmediğim, o hizmet-i imaniyede muvaffak olduğum halde, şimdi milyonlar Nur talebesi olduğu halde, yine müsbet hareket etmekle onların bütün tahkiratlarına, zulümlerine tahammül ediyorum.”

Hazret-i Üstadımızın yukarıdaki ifadelerden anlaşılan: Risale-i Nur talebeleri olarak kemiyet, sayı cihetiyle ne kadar çoğalırsak çoğalalım; devletin, hükümetin yaptığı hakaretlere, zulümlere, tahriklerine maruz kalsak yine de müsbet hareket etmemiz gerekir. Sayımız çok maddi gücümüz var diye menfi bir harekete giremez, mevcut hükümetle mücadeleye, kavgaya, çatışmaya teşebbüs ederek halkı ve toplumu germeye, huzursuzluk çıkarmaya, güven ve asayişi bozmaya böyle bir hakkımızın olmadığıdır.

“Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakit de onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Asayişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz. İşte bu gibi hakikatlar itibariyle bize zulüm de etseler hoş görmeliyiz.” 

Nitekim Üstad hazretleri, Tek parti (CHP) döneminde uygulandığı gibi, Demokrat Parti’nin son dönemlerinde de (özellikle 1958’den itibaren) devletin (mason, dine düşman ve esasında gizli CHP’li menfi bürokratların tuzak, plan ve tertipleriyle) ciddi baskı ve zulmüne maruz kalıyor. Mesela; 2 polis, jandarma veya bekçi geliyor “Bugün evinden çıkmayacaksın” diyor, Üstad da “Peki” diyor. Halbuki o yıllarda Türkiye genelinde yüzbinlerce Nur talebesi var.

Çok bilinen bir hatıra vardır: “Bir gün akıllarınca Hazret-i Üstad’ı korkutmak amacı ile Üstadın yanına 3-4 sivil polis gelir. Üstad niyetlerini anlar. Birden odada bulunan Zübeyr Ağebey’e dönerek; “Al rovelveri, git şu Stalin’i öldür” diyor, Zübeyir Ağabey’de derhal kalkıp “Emredersiniz Üstad’ım” deyip odadan çıkarken Üstadımız onu kapıdan döndürüyor. Sonra polislere dönüp, “Bak, benim talebelerim içinde böyle kahramanlar, deliler var. Adam sormuyor bile, Rusya’ya nasıl gideceğim, Stalin’e nasıl ulaşacağım, nerede bulacağım diye.” diyor. Polisler korku içerisinde apar topar odayı terk ediyorlar. Bediüzzaman’ın, Üstadları için hiç tereddüt etmeden hayatlarını feda edecek talebeleri varken, iki tane bekçi kapının önünde, sana bugün yasak çıkmayacaksın diyor, o da çıkmıyor. Niye? Ülkedeki asayişi, emniyeti, huzuru bozmamak için.

Yine Said Nursi hazretlerine, Demokrat Parti iktidarı zamanında (1958 senesinden itibaren) en büyük baskı, haksızlık, tarassut ve takibatı yaptıran veya göz yuman İçişleri bakanı Namık Gedik hakkında bile Emirdağ Lahikasında yazdığı mektuplarda müsbet şekilde bahsediyor. Şöyle ki;

“……….Risale-i Nur’un resmen serbestîsini dindar Demokratlar ilân etmeli ve bu yaraya bir nevi merhem vurmalıdırlar. O vakit âlem-i İslâm’ın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahatları onlara yüklenmez fikrindeyim. Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zâtların hatırları için, otuzbeş seneden beri terkettiğim siyasete bir-iki saat baktım ve bunu yazdım……….”

***

“………..Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyet’e ciddî taraftar Dahiliye Vekili Namık Gedik’i görmek ve İslâmiyet’in kahramanı olan Adnan Bey’e ve Tevfik İleri gibi mühim zâtlara bir hakikatı söylemektir ki:……..”

***

“………Hem Demokrat’a Ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risâle-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâm’ı, hattâ bir kısım Hıristiyan Devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı müzahrefattan temizleyip ibâdet mahalli yapmaktır. Ben ise; bu mes’ele için, otuz sene siyaseti terk ettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim. Adnan Bey, Namık Gedik ve Tevfik İleri gibi zâtların hatırı için başka yere gitmedim………”

***
“Risale-i Nur’un neşri her tarafta kanaat-ı tamme verdi ki, Demokratlar dine taraftardırlar. Şimdi bir Risaleye ilişmek; vatan, millet maslahatına tamamen zıttır.”

Yukarıdaki cümlede Hazret-i Üstad, Demokratlar için dindardırlar demiyor, sadece dine taraftardırlar, düşman değiller diyor. Demokrat parti hükümeti dine taraftar olunca, Risale-i Nur’a ilişmenin vatan ve millet maslahatına tamamen zıt olduğunu söylüyor.

“Sû-i ihtiyar ile olan bir zaruret, haramı helal etmez,” kaidesine bir misalcik: Bir mahrem Risale vardı ki, o mahrem Risalenin neşrini men’etmiştim. “Öldükten sonra neşrolunsun,” demiştim. Sonra mahkemeler alıp okudular, tetkik ettiler; sonra beraet verdiler. Mahkeme-i temyiz, o beraeti tasdik etti. Ben de bunu dâhildeki asayişi temin için ve yüzde doksan beş masuma zarar gelmemesi için, neşredenlere izin verdim; “Said meşveretle neşredebilir” dedim.”

*****

“Şimdi Allah’a şükrediyoruz ki, siyasî partiler içinde bir parti, bir parça bunu hissetti ki; o eserlerin neşrine mani olmadı;…”

Yani Allah’a şükrediyoruz ki Demokrat Parti dine, imana ait eserlerin, çalışmaların, faaliyetlerin ihtiyacını hissetti ki, Risale-i Nurların neşrine mani olmadı.

“…hakaik-ı îmaniyenin dünyada bir cennet-i maneviyeyi ehl-i îmana kazandırdığını ispat eden Risale-i Nur’a mümanaat etmedi, neşrine müsaadekar davrandı; naşirlerine de tazyikattan vazgeçti.”

Yani o tek parti (CHP) dönemindeki baskıdan, yasaklardan, müsaderelerden, zulümden vazgeçildi. Onun için, mümin, müttaki ve dindar olmalarını bir kenara bırakın; dine, imana, İslamiyet’e engel olmayan ve müsaadekar  davranan iktidarlara bırakın cephe almak, öyle bir iktidar olduğu için şükretmeliyiz. “Nasıl şükür nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de, şekvâ musibeti ziyadeleştirir. Hem merhamete liyakati selb eder.” Lemalar’dan

“Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli; belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan -bazan men’ olunduğum gibi- men’ edileceğim. Onun için benim Nur ahiret kardeşlerim, “ehvenüşşer” deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünkü dâhilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekardır; “ehvenüşşer” olarak bakınız. Daha azamüşşerden kurtulmak için; onlara zararınız dokunmasın, onlara faideniz dokunsun.”

Nur talebeleri, daima müsbet hareket etsinler. “ehvenüşşer” zannederek yanlış hareket eden, bilmeden hata yapan biçarelere bile hücum etmesinler. Üstad hazretleri, o zaman (1960 yılının ilk günleri) iktidarda olan Demokrat partili siyasetçilerin tam sahib çıkmaları, tüm gücüyle destek vermelerine değil; Risale-i Nur’a, Kur’an hakikatlerine, iman hizmetine zarar vermemeleri, müsaadekar olmaları, toleranslı davranmalarını bile ehvenüşşer olarak kabul ediyor. Ehl-i imana, müminlere, Nur talebelerine de; daha büyük bir şer, zararlı, zalim, dine düşman ve gaddar bir parti iktidar olmasın, hükümet kurmasın ikazında bulunarak, mevcut Demokrat parti hükümetine zarar vermemelerini ve faydalı olmalarını, desteklemelerini, sahib çıkmalarını tavsiye ediyor.

Demokrat parti iktidarı döneminde, Malatya’da Ahmet Emin Yalman’ın vurulma hadisesi olunca (CHP ve İnönü’nün de irtica hortladı yaygarası koparması ve kışkırtmasının da tesiriyle) hükümet bir kısım dindar, muhafazakar, imanlı kişileri yazar ve gazetecileri  toparlayıp, tutuklatıyor. Bu gelişme karşısında cezbeli, tavizsiz, cerbezeli bir takım dindar ve ehl-i iman aydın, yazar, gazeteci, önder ve lider vasıflı şahsiyetler bu tutuklamaları, kendi şahıslarına değil de, dindarlara karşı yapılmış bir tavır ve hareket olarak kabul edip Demokrat Parti aleyhine geçiyorlar. Ancak Bediüzzaman hazretleri, vefatına kadar “azamüşşer” olarak kabul ettiği CHP ve zihniyetine karşı, Demokratları desteklemeye devam ediyor.

Hazret-i Üstadın vefatından sonra (Bediüzzamanın sağlığında bütün mani olmaya yönelik caba ve gayretlerine rağmen), İsmet İnönü ve CHP’nin yönlendirme, kışkırtma ve desteği ile 27 mayıs ihtilali yapılıyor ve Demokrat parti iktidarı devrilerek, “azamüşşer” ülke yönetimini gasp ediyor. “İslam kahramanı” Adnan MENDERES asılıyor. Ve dindarlara, ehl-i imana, Nur talebelerine, diğer cemaat ve tarikatlara yönelik yaklaşık 5-6 yıl sürecek; zulüm, şiddet, işkence, tutuklama, baskı, takibat, nezaret, sürgün, yasaklama dönemi başlamış oluyor. Netice olarak; hırs gösterip “ÇOK İYİ’yi ararken İYİ’den olmayalım”.

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )