Nurdan Haber

Son Şahitlerden Ali Sert Hocaefendi vefat etti

Son Şahitlerden Ali Sert Hocaefendi vefat etti
17 Temmuz 2017 - 22:00
اِنَّا للهِ وَ اِنِّا اِلَيْهِ رَاجِعُون

İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah’tan geldik ve ona döneceğiz)

Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretlerini gören son şahitlerden, hayatını Kur’an ve Risale-i Nur hizmetine adamış Ali Sert Hocamız vefat etmiştir.

ALİ SERT Hocamızın naaşı yarın (Salı günü) ikindi namazına müteakiben Kırıkhan mezarlık kompleks camiinden Kırıkhan mezarlığına defnedilecektir.

ALLAH RAHMET EYLESİN.

 

Ali Sert Hoca efendinin Mustafa Sungur ağabeyin de hazır bulunduğu İzmir Çamlık Mevlidi’nde yaptığı küçük bir sohbet. VİDEO izle

 

Ali Sert Hocaefendi kimdir?

Hatay’dan ayrılalı on yılları geçmişti. Özlem her zaman kapımızı çalıyordu. Biz ise elimize alıp telefonu Ali Hoca’mızı aradık. Telefona oğlu çıktı. “Kimsiniz?” dedik. “Abdullah Sert” dedi. Biz de: “Kim demiş sert diye, siz melek gibi yumuşak huylusunuz” dedik.

Abdullah’ın liseli yılları geldi gözlerimizin önüne. Çarşı dershanesinde, Mustafa Yazıcı’nın bulunduğu yıllarda görüşürdük. Çocuk haliyle nezih, temiz ve nazik bir yapısı vardı. Ali Sert Hocam, tertemiz bir İslam evladı yetiştirmişti.

Fakat onun tertemiz yetiştirdiği İslam evlatları sadece bu kadar değildi. Onun manevi evlatları yüzlerceydi, binlerceydi. Kırıkhanlı öğrenciler yurdun her yerinde, hatta yurtdışında birçok yerde bulunuyorlardı. Nereye gitsek onun yetiştirdiği talebelerle karşılaşıyorduk. Bu talebelerin hepsi de Hoca’ma müteşekkirdiler ve duacıydılar.

Aslen Yayladağ’ın Sungur Köyü’nden olan ve Kırıkhan’da Kur’an kursu hocalığı yapan, aynı zamanda eski müftülerden olan Hoca Efendi, Üstad’ı görmüş, elini öpmüş, duasını almış bir zattı. Tevazu, ihlâs, samimiyet, ilim ve hizmet sahibi bir şahsiyetti. Kırıkhan’dan pek çıkmazdı. Genelde cemaatin iç işlerine karışmazdı. Ancak ona müracaat edilen müşkül meseleleri en kesin hatlarıyla izah eder, doğruları ortaya koyar ve cemaate yön verirdi.

Cemaatin iç sıkıntılar çektiği bir zamanda Antakya’ya nasıl da sahip çıkmıştı. O zamanlar sık sık görüşür duasını alırdık. Hizmette onun bedduasını alanların pek iflah olmadığını gördük.

Şüphesiz ki onun en büyük kahramanlığından biri Kur’an kursundaki hizmetiydi. Onlarca yıl o kursu deruhte etmek, yüzlerce binlerce hafız yetiştirmek, bunlara Risale-i Nur okutacak programlar yapmak, emekli olduktan sonra da sistemi aynen devam ettirecek elemanları yetiştirmek her babayiğidin harcı değildi.

Dershaneyi ve hizmeti ihmal etmezdi. Antakya’ya, İskenderun’a, Hassa’ya, Reyhanlı’ya ve Samandağ’ının bazı köylerine derse giderdi. Kırıkhan’da, hizmet eden herkesin elinden tutardı.

Bir defasında çarşı merkezindeki dershanede bulunuyorduk. Ali Hocam, birisine hitaben: “Ağabey” diyordu. “Ağabey” dediği kişi, kendisinden hayli küçük bir Hocaydı. Yanlış duymamıştık, gerçekten Ali Hoca o kişiye “Ağabey” diye hitap ediyordu. Bu hitap hem muhatabında hem de çevresinde normal karşılanıyordu. Çünkü her zaman yaptığı şeydi. Bunu söylerken ruhu bu sözün tevazusunu ve samimiyetini taşıyordu. Yapmacık olmadığı için herkes normal karşılıyordu. Ali Hocam, “Ağabey” dediği zaman, sevilen en büyük şahsiyet oluyordu.

Ali Hoca’nın iltifatını ve duasını alan bu Hoca, birçok hizmete vesile olmuştu. Kırıkhan cemaati bu ihlâs ve tevazu sayesinde Kur’an hizmetinde, aktar-ı âlemde nurlu çiçekler açmıştı

Ali Uçar Ağabey bir gün, onun isminin de içinde bulunduğu şöyle bir değerlendirme yapmıştı:

-Türkiye’de beş hoca efendi vardır ki onların ittifak ederek parmak bastıkları bir hususa inanmak ve kanaat etmek gerekir. Bunlar: Şahin Yılmaz, Ahmed Şahin, Mehmed Kırkıncı, Ali Sert ve Kayseri’deki Abdurrahman Hoca Efendilerdir.

 Ali Sert Hoca’mız, nur hizmetinin en mümtaz en kadim ağabeyleriyle de birlikte olmuş ve uzun yıllar onlarla hizmet etmiştir. Ayrıca onun görüşüp tanıştığı, birlikte olup sohbet ettiği âlimler sadece yurt içiyle sınırlı değildir. Onun yurt dışında bilhassa Arap Ülkelerinde de çok samimi dostları vardır.

Ali Sert Hoca’m ihlâslı, kanaatkâr ve mütevazı bir kişiydi. Karşısındakine değer veren ve onu takdir eden bir ağabeydi. Küçük ikramlara büyük iltifatlar etmesini bilirdi. 1982 Yılı’ydı. O zaman Antakya İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yaparken bir kısım öğrencilerle “Altı Numara” denilen dershanede kalıyorduk. Bir akşam dersinden sonra Ali Hocam gitmeyip misafirimiz oldu. Sabah kalkınca, o zamanlar bir öğrenci evinde kahvaltılık ne varsa hazırlayıp, bir de bizim Erzurum usulü bir patates püresi yaparak sofraya koyduk. Allah’ım, Hoca efendi buna bir sevindi, bir sevindi, anlatamam. O gün akşama kadar buna telmih yapması yetmemiş gibi, yıllarca her karşılaştığımızda bunu hatırlattı. Elbette ki bu bir bahaneydi, o insanların hizmetteki aşkını ve şevkini artırmak için ve insanlara iltifat için böyle yapardı. Bir dhayatı hizmet için yaşadığını bu şekilde ortaya koyar, yeme içme gibi şeylerin hizmet için bir bahane olduğunu ima ederdi.

Hocamızla o sabah kahvaltısından sonra birlikte Yayladağı’na gittik. O gece misafiri olduğumuz (Hatırlayabildiğim kadarıyla Abbas Hoca) bir hoca efendinin evinde gece yarılarına kadar Ali Hoca’mızın dersini dinledik. O akşam duyduğumuz ve şimdiye kadar da unutmadığımız hizmetle ilgili bir durumu anlatalım. Bir kişi o akşam neden Kırıkhan, Antakya, Reyhanlı, Hassa gibi yerlerde dershanelerin açılıp hizmetlerin bu kadar inkişaf etmesine karşılık, oysa hizmete daha müsait olan ve Ali Sert Hoca’mızın da memleketi olan Yayladağı’nda niçin dershane açılmadığını ve cemaat teşekkül etmediğini sordu. O akşam buna verilen cevap çok ibretliydi. Bu anlatılacak anekdotun Risale-i Nur hizmetinin usul ve esasıyla çok ilgisi vardı. Dediler ki: “Risale-i Nur’u tanıma ve dershane açma bakımından Yayladağ çok daha eskidir; fakat maalesef burada risaleleri ilk tanıyanlar, halkın geçim kaynağı olan tütün üretimiyle ilgili: “Tütün ekmeyin, tütün tarımı yapmayın, haramdır ve günahtır.” dedikleri için ve halkla tartışarak vatandaşa ters düştükleri için, halk onları dışlamış ve bu belde de bir daha adı “Nurcu” olan kimselere destek olmamış.

O gün akşama kadar Ali Hoca’m, çoktandır uğrayamadığı akrabalarına ve tanıdıklarına uğrayarak sıla-i rahim yapmıştı. Yayladağı’ndan Samandağ’ına doğru bir iki köye gidip ziyaretlerde bulunmuştu. O gün akşamın son ışıkları Akdeniz’in maviliklerine düşerken biz de Yayladağı’ndan Samandağ’ına inen hem güneşe hem denize nâzır bu yolda, Antakya’ya doğru yol alıyorduk. Bir günün sonunda sanki Ali Hoca’m bize diyordu ki: “İşte bu zamanda, bu yerlerde, bu insanlara, bu hizmeti götürmek gerekiyor.”

Ali Hoca’mın diğer bir vasfı da vefalı oluşudur. O inandığı, güvendiği ve gönül birliği yaptığı dava arkadaşını unutmazdı. Onları, hayatlarında arar sorardı. Son demlerinde de onları yalnız bırakmaz, bir Müslüman’ın bir Müslüman’a yapması gereken son görevini de yapardı. 1997 Yılı’ydı. Simav’da dava arkadaşı Ömer Kalaycık Ağabey’in cenaze merasimine katılmıştı. Cenaze sonrası onu Uşak’a kadar arabamızla götürme şerefine nail olmuştuk. Birlikte olduğumuz bu son zaman zarfında yol boyunca sohbet etmiştik. Ona hizmetle ilgili bazı sorular sormuştuk. O gittiği her yerde hizmetlerle ilgili bu tür sorularla karşılaştığı için, önce bir tebessüm ettikten sonra konuşmaya başladı. Yol bitene kadar anlattı, anlattı. Bir soruya cevap verirken önce kısa bir giriş yapıyor, sonra onu güncelleştiriyor, daha sonra da açıklayarak bir sonuca bağlıyordu. Sorulan sorulara kendince gizli bir mantık silsilesiyle cevap veriyordu. Açıklayacağı fikrin etrafını çizerek onu müşahhaslaştırıyor, benzerlerini gösteriyor, teferruatlarını açıklıyordu. Bunları anlatırken Arap, Fars edebiyatından anekdotlar naklediyor, halk kültüründen örnekler söylüyor, Risale-i Nur’dan alıntılar yapıyor, sonuç olarak da hadis-i şerifler ve ayet-i celileler zikrediyordu. Bu fani dünya hayatında, en uzun zaman birlikte olduğumuz bu son yolculukta öz olarak Hoca’mın bize verdiği ders şuydu:

Hizmette herkesi kucaklayın. Günümüzde insanların kusuruna bakarsanız, davanıza adam bulamazsınız. Hizmette sabredin, sabredin, sabredin. Bir gün gelecek hizmette sabrettiğiniz en acı anlar, sizin hayatınızın geçmişte kalan en tatlı hizmet hatıraları olacaktır. Ahirette de en çok sevap kazandığınız hususlar olacaktır.

3 Ağustos 2007 Yılı’nda Gaziantep’te defnedilen Muzaffer Aslan Ağabey’in cenaze merasimine de katılan Ali Hoca’mı bu defa biraz yaşlanmış olarak bulduk. En son olarak da 2 Aralık 2012 günü Fatih Camii’nde kılınan Mustafa Sungur Ağabey’in cenaze namazına katılan Ağabey’in bu ileri yaşına rağmen bu kış günü buraya koşup gelmesi onun ağabeylere ve dava kardeşlerine karşı ne kadar vefalı olduğunu gösteriyordu.

Vefa” dediğin sadece İstanbul’da,

Eski bir semt olmamalı, değil mi?

İnsan dediğin yaptıklarıyla sadece,

Bu dünyada kalmamalı, değil mi?

Büyük zatları anlatmak büyük gemilerle derin okyanuslarda yüzmeye benzer. Biz bu son hatıramızda okyanusların o kadar derinliklerine dalmadan sadece Akdeniz’ in İskenderun Körfezi’ndeki Belen Sırtları’na çıkarak Ali Sert Hoca’mızın anlattığı bir hatırayla yazımızı bitirelim:

– Kırıkhan’da sıcak yaz günleri ortalığı kavuruyordu. Bu havalarda çocuklara Kur’an okutmak ve ezberletmek çok zordu. Bunun için gerekli mercilerden resmi izin alarak Kırıkhan Kur’an Kursu olarak çalışmalarımızı Belen Tepesindeki bir yaylada yürütmeye başladık. Yaylada bize ayrılan yere bir çadır kurarak kursun yaz çalışmalarını oraya taşıdık. Daha oraya geleli bir iki gün olmamıştı ki bir gece yarısı herkes uykudayken “Teslim olun, teslim olun” sesleriyle uyandık. Kimdi bu gelenler? Kimdi bu eli silahlı kişiler? Bizden ne istiyorlardı? Ben hemen pijamalarımla çadırın dışına çıktım. Gelenlere: “Bizden ne istiyorsunuz? Siz kimsiniz?”diye bağırarak sordum. Beni elimde bastonumla yaşlı ve sakallı gören rütbeli bir subay bize doğrulmuş olan elindeki otomatik silahı indirerek cevap verdi: “Siz kimsiniz hacım, biz sizi terörist zannederek baskın yaptık.” Bu cevap üzerine durum anlaşılmıştı. Bu yaylada yer yer teröristler geziyor, olay yapıyor ve gizleniyordu. Ordu kuvvetlerimiz de onları takipteyken bize rastlamışlardı. Ben durumu hemen anlamış ve onlara seslenmiştim: “Komutanım, biz Kırıkhan Müftülüğü Kur’an Kursu öğrencilerini kampa getirdik. Ben onların hocasıyım.” Bu cevabım karşısında rütbeli subayın yüzü güldü. Hemen yürüyerek yanıma geldi. Onun gelmesiyle birlikte siperden çıkan bir sürü asker de mevzilerini bırakıp bir araya toplandı. “Aman yavrularım, gecenin bu saatinde biz uykulardayken bizim güvenliğimiz için yayla yayla, dağ dağ dolaşan yavrularım” diye düşündüm. Onlara içimde bir şefkat, bir sevgi duydum. Sanki benim Kur’an öğrencilerim sadece arkamdaki çadırda yatanlar değil, aynı zamanda bu önümde hazır silah bekleyenlerdi. Hemen, rütbesi yüzbaşı olan komutanın elini sıkarak, onları oturmaları için çadırın önünde bir yere davet ettim. İçeride de aşçıya çay yapmasını söyledim. Biraz sonra hep birlikte çaylarımızı yudumlarken bizim terörist olmadığımızı, Kur’an kursu mensupları olduğumuzu görünce çok sevinen komutanla sohbet ettik. Aramızda aynen şu konuşmalar geçti:

-Yüzbaşım, Allah aşkına söyleyin, bu koca devletin bu güçlü ordusu yirmi otuz yıldır eline silah almış üç beş bin kişilik bir terör örgütüyle niçin baş edemiyor? Ordumuz bu kadar aciz ve başarısız mı?

– İş bildiğiniz gibi değil hocam. Bu mesele ne üç beş bin kişilik silahlı olan bir örgüt işidir, ne de Kürt meselesidir. Hocam elimize geçen belgeler, aldığımız istihbaratlar gösteriyor ki bunları destekleyenler sadece Irak, Suriye ve İran da değildir. Eğer sadece bunlar olsaydı, çözüm gene kolay olurdu. Hocam elimize geçen bilgilere göre bunları en başta Avrupa’nın en büyük devletleri olarak dünyanın da ileri gelmiş bir kısım devletleri destekleyip ve her türlü yardımı yaparak bize karşı olan haçlı zihniyetini devam ettiriyorlar. Aslında hocam, İstiklal Savaşı daha bitmedi. Şu anda biz yedi düvele karşı çarpışıyoruz. Eğer bu mesele Kürt meselesi olsaydı Avrupa bu işe karışmazdı, biz de bin yıldır beraber yaşadığımız bu insanların her türlü insani hak ve hukukunu verir, kardeşliğe devam ederdik. Oysa bu mesele gizli dünya güçlerince kendi çıkarları doğrultusunda kurulan sistemlerle idare edilerek sürekli bir çatışma, sürekli bir huzursuzluk ortamı oluşturuluyor.

-Yüzbaşım, bu mesele bu kadar girift ve karışık mı?

-Hem de nasıl hocam, bir tarağa geçmiş saçlar gibi.

-Yüzbaşım, yani düşman cephesi, açıkça belli değil mi?

-Belli değil hocam.

-Yani ezeli tarihi düşmanlar uyumuyor.

-Evet hocam uyumuyor.

-Demek ki biz onlarla mı savaşıyoruz.

-Evet hocam, biz yedi düvelle savaşıyoruz.

-Yüzbaşım karnınız aç mı? Ne olur hemen bir sofra açalım.

-Aç değil hocam. Hem o kadar zamanımız yok. Daha birkaç yere daha uğramamız gerekiyor. Sabah olmadan uğramalıyız.

-O zaman komutanım, ne olur bir sütümüzü için.

-Olur hocam, birer süt içeriz.

Süt hemen hazırlanıp getirilir. Başta komutan olarak herkese ikram edilir.

-Yüzbaşım buyurun sütünüz.

-Teşekkür ederim hocam.

-Yüzbaşım bir daha içiniz.

-Yetti hocam.

Hoca diğer askerlere dönerek:

-Dolduralım evlat.

-Hocam dolu.

-Yavrularım tekrar dolduralım.

-Teşekkür ederiz hocam, bize yetti. Allah razı olsun.

-Sizden de Allah razı olsun evlatlarım. Allah sizi korusun. Güle güle yavrularım.

Ali Sert Hoca’mızı aslında onunla on yıllarını beraber geçirenler yazmalıdır. İş bize bırakılırsa işte böyle altınları, mücevherleri vitrinde değil de böyle meyve sepetinde satarız. Ali Hoca’m için şunları da meyve sepetinden çıkarırsak kızmazsınız her halde:

1-Üstad’ın elini öperek duasını almış bir zat.

2-Müftülük yapmış olan bir ehl-i ilim.-

3-Kur’an kursu hocası.

4-Eski bir nur talebesi.

5-Kardeşleri ve evlatlarıyla Kur’an hizmetlerinde bulunan bir ailenin reisi.

6-Güleryüzlü, nükte yapan, iltifat eden bir hoşgörü abidesi.

7-Fedakâr bir ağabey.

8-Gece gündüz boş durmayan bir Kur’an hizmetçisi.

9-Ömrünü hizmete vererek binlerce insanın nur talebesi olmasına vesile olan mübarek bir ağabey.

10-En sıkıntılı günlerde ve en tehlikeli zamanlarda hizmete devam eden bir kahraman.

11-Derste arka yerlerde oturarak şahsını hep gizleyen ihlâslı gizli bir kutup.

 

İbrahim Köse

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )