Nurdan Haber

ZULME DİRENİŞ

ZULME DİRENİŞ
01 Şubat 2016 - 7:31

Zulme karşı bütün insanların birlikte hareket etmeleri gerekir. Adaletsizlik kimden gelirse gelsin, karşı durmak lâzımdır. Haksızlık kime yapılırsa yapılsın, kendimize yapılmış gibi hissetmek insanlığın icabıdır. Kendimiz için istemediğimiz bir durumun başkalarının başına gelmesine razı olmak, insanlığa yakışan bir düşünce değildir.

Dünyamızın bir mahalle gibi olduğu bir devirdeyiz. Yanı başımızdaki komşuda vuku bulan hâdiseden haberdar olduğumuz gibi, en uzak köşede olan biteni de hemen öğreniyoruz. İnsanlık itibariyle, başkalarına yapılan kötülükten vicdanımızın etkilenmemesi mümkün olmuyor. Bu hâllere karşı ya aldırmaz ve vurdumduymaz bir tavır takınacağız, ya yapılanları hoş göreceğiz, ya da karşı çıkıp gadre uğrayana yardıma koşacağız; başka yol yok!

Böyle olmakla birlikte, insanın zayıflık, acizlik, korku ve sair bazı duygular yüzünden tek başına zulme karşı koyması, zalime kafa tutması, haksızlığa isyan etmesi kolay olmuyor. Aynı düşünceleri taşıyan, aynı değerlere inanan kişilerle birlikte hareket etmek mecburiyeti hâsıl oluyor. Zaten bu noksanlıklar sebebiyle değil midir ki, insanoğlu birlikte yaşamak zorundadır. Tek tek başarılamayan işler topluluk hâlinde yapıldığında muvaffak olunabilir. Devlet, zaten bu ihtiyardan doğmuş bir müessesedir.

Devletler, halkın idaresine her hangi bir şekilde sahip olmuş şahısların icraatı ile hareket edebilen hükmî varlıklardır. Onu idare edenler âdil, hakka ve hukuka riayetkâr, halkın istek ve iradesine saygılı iseler zulme karşı birer kalkan olurlar. Yok, aksine kendileri zalim ve insanî değerlere ters düşen şahısların eline geçmiş ise o zaman bizzat devlet, bir zulüm ve tedhiş âleti olmaktan kurtulamaz.

Yakın uzak tarihi incelediğimizde, maalesef, bu ikinci kısmı teşkil eden bir devlet yapısının beşer hayatında daha fazla söz sahibi olduğunu görmekteyiz. Gücün, paranın, silâhın, nüfusun fazlalığı nispetinde hakka taraftarlık ve adalet duygusunun artması beklenirken, yazık ki, tersi olmaktadır. İnsanoğlunun manevi yapısındaki boşluk ve eksiklikler onu hayvanlık derekesine indirmekte, beşerî ve ulvî hislerini dumura uğratmaktadır.

İlâhî bir imtihana tabi tutulan beşeriyet, Hak’tan gelen emirlere sırt döndüğünde, kendisine verilen sınırsız kabiliyetler, hayvanlık derekelerinde mesafe almasına sebep olmaktadır. Cenab-ı Allah, insanların bu hâllerini tadil etmek üzere nebiler ve mukaddes kitaplar yollamış; son tebliğci Hz. Muhammed Mustafa (sas) ile peygamberlerin tavzifi bittiğinden, O’nun izinde yürüyen ve getirdiği esasları insanlara talim edip hatırlatan maneviyat erlerini de halk arasından eksik etmemiştir.

Fertlerin başkalarına yaptığı haksızlığın, birer hak; kendilerine yapılanın ise zulüm olduğu şeklindeki anlayışın galip ve hâkim olduğu bir cemiyette, gerçek manada bir adalet ve zulüm mefhumunun bulunduğu söylenemez. Önce bu yanlışlığın tashih edilmesi lâzımdır. Herkesin, hakkın küçüğüne büyüğüne bakılmayacağını, en ufak bir yaratığın en küçük bir hakkının dahi mukaddes olduğunu anlayıp kabul etmesi zaruridir. Efradı böyle bir telakkiye sahip olmayan topluluklardan adalet beklemek abestir.

Hak anlayışının temelinde Hak bir din bulunmayan ve yalnız dünyevi menfaatlerini düşünen milletlerin âdil olabilmesi mümkün müdür? Bugün ilim ve teknikte mesafe kat eden, maddî bakımdan diğer topluluklardan ileri seviyeye çıkan pek çok milletin inanç temelleri, maalesef, materyalist ve makyavelist diye tasnif edilen madde-inkâr-bencillik bataklığı üzerine müessestir. Elbette, böyle bir cemiyetten hakka taraftarlık ve zayıfın hukukuna hürmet gibi bir keramet beklenemez. Onlar “Hak zıpırındır!” fehvasınca, daima zayıfı ezmek, elindekini gasp etmek, kuvvetliden yana olmak gibi gayr-i insanî düşüncelere taraf olacaklardır.

Ne yazık ki, inançlarının temelinde Hak ve İslâmiyet bulunan topluluklar dahi yüzyıllar süren telkin ve propagandalar neticesinde, düşman addettikleri fikirleri benimsemiş ve onlara benzemişlerdir. Dolayısı ile zulmü, yalnız kendilerine uygulandığında haksızlık olarak kabullenmiş ve başkalarının uğradığı haksızlık karşısında aldırmayarak sessiz kalmışlardır. Bu hâl ise ne hakka, ne hakkaniyete uygun olmadığından kader-i ilâhi onları amellerinin cinsinden cezalara çarptırmış; dayanılmaz zulümlere maruz kalmışlardır.

Fert ve beşeriyet olarak zulümden kurtulmanın tek yolu vardır: İlâhî emirlere uyarak, vücut sahasındaki en ufak varlığın hakkını hak bilmek ve ona yapılacak en küçük bir zulme bile birlikte direnmek, birlikte tavır almak, birlikte karşı koymaktır. Beşeriyetin zulümden kurtuluşunun tek yolu budur…

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )