Nurdan Haber

“İLK SÖZ”

“İLK SÖZ”
20 Ağustos 2015 - 13:43

Başlïktaki ibareyi ilk defa, roman nev’inde neşredilmiş ” Sūrgūndeki Çeçenya”da kullanmıştım. Telif tarihi ” 5 Kasïm 1996″ olan ” mukaddime”nin bir bölūmū – biraz tashih edilip sadeleştirilerek- şõyleydi.

” Kalıplaşmış sözlerle sabrınızı deneyecek değiliz. Volkan misali manzara karşısinda hayretinden emekleyen bir neslin ferdi olarak diyoruz ki ” herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasızdır.” (Mektubat, 62)
” Müştebih ağaçları gõsteren semereleri” değil midir? (Münazarat, 15) O “semereleri ” beklerken ” zemin ihzara etme” mesuliyetini hissetmek – derkettiğimce- uhdemize verilmiş vecibe. Herşey kabulūmüzde ama şunu da unutmamak lazım.

“Hakiki vukuatı kaydeden tarih hakikate en doğru şahittir.” (Hutbe-i şamiye, 22) hikmetiyle pekleşen ibretler sergisi dosdoğru bir hattır; yeter ki “su-i mizacımızla” bulandırıp yozlaştırmayalım onu.

Kimi “düşünürler” -mesela Alain- romanın ayna misali olması lüzûmunu söylüyorlar. ” Edibler edebli olmalï; hem de edeb-i İslamiye” ile müteeddib olmalı.” ( Divan-ı Harb-i Örfi, 22) mihengimizle zıt düşmemek için hayatın bazı “safahat”ının atlanması, temyiz edilmesi gereği – yanımızda- oldukça zâhir.

“ Kafkas ve Türkistan İslam’ın iki bahadır oğullarıdır. Rus mekteb-i harbiyesinde tålim ediyorlar. “( Sünuhat, 73)  Neticesi mi?.. ” Müsbet iman hizmet” ve irşadı ile tamamlanacak “şehamet”lerinin galeyanı ile zirveleşmek; hem maddî, hem manevî istila altındaki – veya vesayet- diğer kardeşleri ile “ittihad-ı kulûb” sancağını ” aktâr-ı âlemde” dalgalandırmak.”
 

Önsözü kaleme aldığım muhit, doğup būyüdüğūm, her türlü “meslek” hayatımın ” takarrur” ettiği Şanlıurfa’nın Birecik kazası. Mezkur satırları Gençlik Yayınları sahibi rahmetlik Şaban Döğen’e yollanmasına yardımcı olan Mehmed- Mahmud dostlarıma teşekkür ediyorum.

 

Fakirin “Eminler” müstearını kullandığı birkaç deneme mahiyetindeki sohbet yazısı da oldu elbet. Onların kiminde bulunan ve “te’sirat-ı hariciye” ile şekillendiğini bildiğim te’villeri hiç kabullenmiyor, haftalık “Çerçeve”de yazılanlardan ise yalnız bir düşünceden dolayı pişmanım. Belli bir strateji eseri olan, “ başa geçdiklerinde ne kıymette olduklarını millet tam anlasın” mantığı ile yapılan, mâlum bir koalisyona “nazar-ı rıza” ile bakar görünmemdir.

 

Yine de okuyucularıma özür beyan ediyorum. İnsanız ve  nisyandan alındığımızdan nisyan ile malulüz.  “ Kusurunu kabul etmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur” hikmeti iktizasınca ve  “ hatadan dönme” fazilet hissiyle kendimi teselli etmeme  âlicenablık gösterilir umarım.

 

***

Kur’an-ı Hakim’in ve Kur’an’ın müfessir-i hakikisi olan (hakiki tefsircisi olan) hadisin bir kısım yüksek ve ulvi hakaikına çıkmak için teslim ve inkıyadı noksan olan kalplere yardım edecek basamaklar…” (14. Söz, shf:266) ifadeleriyle, Risale ile muhatap olan her şahıs hemen karşılaşmıştır zannederim

 

 “Risaleleri gazete gibi okumama” emri gönül dünyamızı ırgalamadığı, “tezelzül”e uğratmadığı, meselenin künhüne vakıf edici ikazlarla da –maalesef- karşılaşmadığı için, o muhatap Risaleyi başlı başına bir “tasnifat” bilip hakikata “mücella” bir ayna olmaktan uzak mahfillere düşebilmekteyiz maalesef.

 

“Ümmet-i İslamiye’nin ahkâm-ı diniyede – dinî hükümlerde- gösterdiği teseyyüb ve ihmalin bence en mühim sebebi şudur:” izahıyla başlamamın bir sebebi de yazılarımın mevzularının hülasası olmasıdır.

Devam eder Üstad:

“ Erkân – İslam’ın ve imanın rükünleri- ve ahkâm-ı zaruriye ki, -yüzde doksandır- bizzat Kur’an’ın ve Kur’an’ın tefsiri mahiyetinde olan sünnetin malıdır. İçtihadî olan mesail-i hilafiye (içtihaddan dolayı esastan ayrılmadan füruatta farklılıklar) ise, yüzde on nisbetindedir. Kıymetçe mesail-i hilafiye ile erkân ve ahkam-ı zaruriye arasında azim tefavüt (fark) vardır. Mes’ele-i içtihadiye altun ise, öteki birer elmas sütundur. Acaba doksan elmas sütununu on altunun himayesine (muhafazasına) vermek, mezcedip tabi kılmak caiz midir? (akıllı işi midir?)

 

Cumhuru bürhandan (mantıki delilden) ziyade me’hazdaki (kaynaktaki) kudsiyet imtisale sevkeder. Müçtehidinin kitabları vesile gibi, cam gibi Kur’an’ı (ve hakiki tefsircisi olan hadisi) göstermeli, yoksa vekil, gölge olmamalı.” (Asar-ı Bed’iyye, s.140)

 

Meselenin mütehassıslarınca mâlumdur: “Semi’na ve ate’na” diyerek “hırz-ı can” edeceğimiz itikadımızın temeli dörttür. “Ehl-i hak olan ehl-i sünnet ve’l- cemaat” itikadı için de bu dört kaynağa,  “ İttihad cehil ile olmaz.” emr-i Üstadaneleri gereğince “tahkiki” olarak eğilmemiz lüzumludan da öte bir zaruret halini almıştır bugün.

 

Bunlar “ Kitâb” , sünnet, icmâ’-ı ümmet ve kıyâs-ı fukahâ olmak üzere dörttür. 
Kitâb, yani Kur’ân. Sünnet, yani Resûl-i Ekrem (sav)’in işleri, sözleri ve halleri. İcmâ’-ı Ümmet, yani Sahâbe ve müctehidîn-i izâmın icmâ’ı, bir mevzuda İslami delillerden çıkardıkları bir hüküm üzerinde birleşmeleri, Kıyâs-ı Fukahâ, yanî müctehid ve İslâm ulemâsının kıyâsı, karşılaştırak bir fetvaya varmalarıdır.

“Dîn-i mübîn-i İslâm”’ın asıl kaynağı Kur’ân-ı Kerim elbet. Sonra Kur’ân’ın asıl müfessiri olan hadisler. Kur’an’ın ilk “müfessiri” yine kendisidir. Kur’ân’ın âyetleri birbirini îzâh etmekte; mücmel, kısa, öz, muhtasar, sözü az mânâsı çok bir âyeti başka bir âyet veyâ âyetlerle tafsîl etmek ve tefsîr etmektedir.

 

 

Âyet-i kerîmeleri tefsîr etmek için nüzûl sebeblerini bilmek lâzım olduğu gibi, hadîs-i şerîflerin de açıklanması, îzâhı için vürûd sebebini (O hadisin hangi hadise sonrası beyan edildiğini) bilmek lâzımdır. İmâm-ı Süyûtî der ki: Bir kısım mücmel âyetleri, mufassal âyetler ve Nebevî hadisleri tefsîr ettiği gibi; bir kısım mücmel hadîsleri de mufassal hadîsler îzâh etmiştir.

Bu sebeple Kur’ân’ı, Kur’ân’la ve hadîslerle ve fukahâ ve müfessirlerin sahâbeden alarak bize ulaştırdığı esaslar ile tefsîr ve îzâh etmek lâzımdır. Nitekim hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmaktadır:
“Kim Kur’ân’ı kendi re’yiyle tefsîr ederse, kâfir olur. (Ya’nî, Kur’ân ve hadîsin mufassalına ve sahâbenin icmâı ve fakihlerin kıyasına dayanmadan, kendi hevâsına göre Kur’ân’a ma’nâ vermek küfürdür, dalâlettir.)”

Üstâd Bedîüzzamân (ra) da bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Evet, zamân geçtikçe Kur’ân-ı Hakîm’in daha ziyâde hakáikı inkişâf eder demektir. Yoksa –hâşâ ve kellâ– selef-i sâlihînin beyân ettikleri hakáik-i zâhirîyye-i Kur’âniyyeye (Kur’an-ı Kerim’in en açık hakikatlarına) şüphe getirmek değil. Çünkü, onlara îmân lâzımdır. Onlar nasstır, kat’îdir, esâstırlar, temeldirler. وَهَذاَ لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُبِينٌ fermânıyla, ma’nâsı vâzıh olduğunu bildirir. Baştan başa hitâb-ı İlâhî o ma’nâlar üzerine döner, takviye eder, bedâhet derecesine getirir. O mensûs ( katileşmiş) ma’nâları kabûl etmemekten –hâşâ sümme hâşâ– Cenâb-ı Hakk’ı tekzîb (yalanlama) ve Hazret-i Risâletin fehmini (Kur’an’ı anlamasını) tezyîf etmek çıkar.
“Demek, maânî-i mensûsa (Nas haline gelmiş kati hükümler) , müteselsilen menbâ-ı risâletten alınmıştır. Hattâ, İbn-i Cerîr-i Taberî, bütün maânî-i Kur’ân’ı( Kur’an mậnalarını), muan’an senetle müteselsilen menbâ-ı Risâlete îsâl etmiş ve o tarzda, mühim ve büyük tefsîrini yazmış.” (4)

 

Üçüncü delîl olan İcmâ’-ı Ümmet’e gelince: 
“İcmâ’: Hazret-i Peygamber (asm)’ın vefâtından sonra herhangi bir asırda ümmet-i İslâmiyyenin bütün müctehidlerinin şer’ì bir hüküm üzerinde ittifâkıdır.” (5) 

Demek “İcmâ’-ı Ümmet” ta’bîrinde geçen “ümmet” kelimesinden murâd; başta sahâbe olmak üzere müctehid ve müctehidlik mertebesine erişmiş olan yüce şahsiyetlerdir.

Bir mes’elede icmâ’ gerçekleştikten sonra, artık ondan sonraki asırlarda hiçbir Müslüman, ne kadar âlim olursa olsun ona muhâlefet etmez ve edemez.

Üstad Bedîüzzamân (ra) da bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“Âlem-i İslâm’ın cadde-i kübrâsı, o umûm eimmenin (hak ehli müçtehid imamlarının) caddesidir; muazzam ümmet, cadde-i kübrâda gidebilir. Başka husûsî ve dar caddeye sevk edenler, idlâl ediyorlar (dalalate atıyorlar) .” (6)

Bana bu fırsatı tanıyan nurdanhaber sitesi “yetkililer”ne selam ve muhabbetlerimle.

“Bismillah her hayrın başıdır” diyerek başlıyorum. Dua sizden, Tevfik Allah’tan elbet.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )