Aziz kardeşim,
SENİN İKİNCİ SUALİNİN HÜLÂSASI: Muhyiddin-i Arabî demiş: “Rûhunmahlûkıyeti, inkişâfından ibarettir.” O sual ile, benim gibi zayıf bir bîçâreyi,Muhyiddin-i Arabî gibi müthiş bir hârika-i hakikat, bir dâhiye-i ilm-i esrâra karşımübârezeye mecbur ediyorsun. Fakat madem nusûs-u Kur’ân’a istinâden bahse girişeceğim; ben sinek dahi olsam o kartaldan daha yüksek uçabilirim.
Kardeşim, bil ki: Hazret-i Muhyiddin aldatmaz, fakat aldanır. Hâdîdir, fakat her kitabında mühdî olamıyor. Gördüğü doğrudur, fakat hakikat değildir. Yirmi Dokuzuncu Sözde, ruh bahsinde, medâr-ı sualiniz olan o hakikat izah edilmiştir.
Evet, ruh, mâhiyeti itibarıyla bir kanun-u emrîdir. Fakat vücud-u hâricîgiydirilmiş bir nâmus-u zîhayattır ve vücud-u hâricî sahibi bir kanundur. Hazret-i Muhyiddin, yalnız mâhiyeti noktasında düşünmüştür. Vahdetü’l-vücudmeşrebince, eşyanın vücudunu hayal görüyor. O zât, hârika keşfiyâtıyla vemüşâhedâtıyla ve mühim bir meşreb sahibi ve müstakil bir meslek ihtiyarettiğinden, bilmecburiye, zayıf te’vilâtla, tekellüflü bir surette, bazı âyâtı meşrebine,meşhûdâtına tatbik ediyor, âyâtın sarâhatini incitiyor. Sâir risalelerde cadde-i müstakîme-i Kur’âniye ve minhâc-ı kavîm-i Ehl-i Sünnet beyan edilmiştir. O zât-ı kudsînin kendinemahsus bir makamı var; hem makbûlîndendir. Fakat mîzansız keşfiyâtındahudutları çiğnemiş ve cumhûr-u muhakkıkîne çok meselelerde muhâlefet etmiş.
İşte, bu sır içindir ki, o kadar yüksek ve hârika bir kutup, bir ferîd-i devrânolduğu halde, kendine mahsus tarikatı gayet kısacık, Sadreddin-i Konevîyemünhasır kalıyor gibidir ve âsârından istikametkârâne istifade nâdir oluyor. Hattâ çok muhakkıkîn-i asfiyâ, o kıymettar âsârını mütalâa etmeye revaç göstermiyorlar; hattâ bazıları men ediyorlar.
Dokuzuncu Lem’a / Senin İkinci Sualinin Hülasası