Üstadlarına ve birbirlerine misilsiz bir muhabbetle bağlı olan Nur talebelerinin meydana getirdiği topluluk, bir diğer açıdan, büyük bir şirket olarak ortaya çıkar. Lâkin bu şirket, maddî kazançlarla hiçbir ilgisi bulunmayan, hattâ maddiyatla bütün ilişkilerini kesmiş olan bir manevî, uhrevî şirkettir. Bu şirkete hayır, hasenat, hizmetler, dualar, ibadetler yatırılır. Kim ne kazandıysa şirketin kasasına atar. Bu şirket mensuplarının duaları tekil değildir; istenen herşey “biz” adına istenir. Cehennemden halâs istenecekse hep beraber istenir; Cennet istenecekse hep beraber istenir; rıza-i İlâhî hep beraber talep edilir.
Bediüzzaman bu hakikati, “Risale-i Nur dairesinde, ihtiyarımız olmadan, haberimiz yokken takarrur ve tahakkuk eden şirket-i maneviye-i uhreviye cihetiyle herbir hakikî sadık şakirdi, binler dillerle, kalplerle dua etmek, istiğfar etmek, ibadet etmek ve bazı melâike gibi kırk bin lisanla tesbih etmek” şeklinde tarif eder.
Bu ortaklığın neticesi, yine Bediüzzaman’ın tarif ettiği gibi, şirketin bütün kazancının, bölünmeden Risale-i Nur talebeleri arasında dağıtılmasıdır. Bütün Nur talebelerinden gelen her bir dua, her bir ibadet, her bir hayır, her bir Nur talebesinin hesabına ayrı ayrı geçer. “Bize imanla kabre girmeyi nasip et” diye niyaz eden milyonlarca Nur talebesinden bir tanesinin duası kabul edilse, hepsi birden inşaallah imanını kurtarmış olur. Çünkü dua herkes için edilen bir duadır. Ramazan gecelerini ihyâ eden Nur talebelerinden bir tanesi Kadir Gecesinin hakikatini yakalayacak olsa, hepsi birden bu feyze erişmiş gibi olurlar. Çünkü kazanç olduğu gibi şirketin kasasına yatırılmaktadır.
Bu ortaklığı ve neticesini, Bediüzzaman, büyük bir lâmbaya aynalarıyla ortak olan kimselerin durumuna benzetir. Lâmbanın ışığı “nuraniyet” sırrıyla nasıl bölünmeden herkesin aynasına birden giriyorsa, şirket-i maneviyenin yekûn kazancı da, aynı şekilde, bütün ortakların defterine geçer. Çünkü hizmet de, kazanç da nuranîdir ve aynı nuraniyet kanunlarına tâbidir.
Ancak bu ortaklık, herkesi manevî mertebe ve kazançlarda eşitleyen ve böylece insanlar arasındaki gayret ve fazilet farkını ortadan kaldıran bir ortaklık değildir. Lâmbanın ışığı bölünmeden bütün aynalara birden girer; fakat her ayna sahibi, aynasının büyüklüğü ve berraklığı nisbetinde o tecellîden nasibini alır. Güneş de bir su damlası ile bir deniz yüzünde bölünmeden tecellî eder; fakat her ikisinin nasibi aynı mıdır?
Bu durum, şirket-i maneviyeden azamî kâr sağlamanın yolunu da açığa çıkarmaktadır:
Herşeyden önce aynayı benlik ve nefsaniyet paslarından temiz tutmak gerekir. Zaten kazancı bütünüyle şirketin kasasına yatırmanın mânâsı da budur; ticarî bir şirkete yatırdığınız parayı nasıl kendi hesabınıza kullanamazsanız, şirket-i maneviyeye yatırdığınız hizmetleri de artık sahiplenemez, “Ben yaptım” diyerek onlarla övünemezsiniz. Eğer böyle yaparsanız, bu, şirkete yatırdığınız sermayeyi kısmen veya tamamen geri çekmek anlamına gelir. Onun için, bir yandan hizmetten hizmete koşarak aynayı mütemadiyen büyütmeye çalışırken, bir yandan da onu mümkün mertebe temiz tutmak gerekir. Bunu yapabilen için, geçmiş ve gelecek bütün Risale-i Nur talebelerinin toplam manevî kazançlarından pek büyük bir nasip var demektir inşaallah.
[Devam edecek]