Nurdan Haber

Bedel ödedim ama iftihar duyuyorum

Bedel ödedim ama iftihar duyuyorum
28 Şubat 2016 - 13:39

Nurdanhaber-Haber Merkezi

“Sayın Mahkeme, on üç yaşımdan beri benimsediğim giyim tarzı, doktor olmama iki yıl kala birileri için sorun oluşturduğundan buradayım bu gün. O birileri Nilüfer Pehlivan’ı tanımayan insanlar. Hangi müzikleri dinlemekten hoşlanır; hangi şairleri sever; O’nun zihin ve duygu dünyasını bilmeyen insanlar. Onlarla paylaşarak zenginleştirebileceğimiz bir paydamız olabilirdi. Ama onlar, anlayamayacağım bir nedenle, Nilüfer Pehlivan’ın giyimiyle ilgilendiler. Onlar, insani bir farklılığın içeriğini zorlayarak, ona bambaşka anlamlar verdiler. İnsanlara kendilerini kötü hissettirdiler; birçok insanı umarsızca incittiler ve horlanmışlık duygusu yaşattılar. O birileri, zor şartlar altında okumaya hak kazandığım ve zorluklarla dördüncü sınıfına kadar geldiğim okuluma, bir sabah giyim tarzım yüzünden alınmamamı sağladılar. İdeallerimin ve umutlarımın olacağını hiç düşünmediler. Derslere girmek istediğimde, kapılardan kovulmama neden oldular. Polislere , beni okuluma sokmamak için barikatlar kurdurdular; anfilerde, beni arkadaşlarımın önünde sürükleyerek,dışarı atılmamı sağladılar.”Belki bu kez alınırım” ümidiyle, sabahlara kadar çalıştığım sınavlara beni sokmadılar. Tüm bunların benim için ne demek olduğunu, anlamalısınız Sayın Hakimler.”

Bu ifadeler 28 Şubat döneminde başörtülü olarak okula alınmayan ve bunun üzerine ülke genelinde el ele eylemine katıldığı için DGM’de TCK’nın 312’inci maddesi gereği “Halkı din, dil, ırk, bölge ve sınıf farklığı gözetilerek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” suçundan yargılanan Nilüfer Pehlivan’ın hazırladığı ve döneme damgasını vuran savunmasından sadece küçük bir bölüm.

28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) ‘irticayla mücadele’ kararının ardından 71 üniversitede uygulanan başörtüsü yasağı yüzünden binlerce öğrenci okulu bırakmak zorunda kaldı. Dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu’nun Şubat 1998’de çıkardığı genelgede başörtülü ve sakallı öğrencilerin okula alınmaması aksi durumunda öğrenciler ve okul yönetimi hakkında cezai işlem yapılacağı belirtiliyordu.Okula alınmayan öğrenciler aylarca Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bahçesinde ve Beyazıt Meydanı’nda yasağı protesto etti. Haklarında soruşturma açılan disiplin cezası alarak okullarından uzaklaştırılan öğrenciler bu protestolardan sonuç alamayınca daha dikkat çekecek bir eyleme imza attılar. 11 Ekim 1998’de halkın da destek verdiği “ Özgürlük için el ele” eylemini gerçekleştirdiler. Ertesi akşam öğrenci evlerine düzenlenen baskınla gözaltına alınıp haklarında dava açılan öğrenciler ve onlara destek veren yazar ve gazeteciler DGM’de yargılandı. O dönemde ben de bu haberleri takip eden muhabirdim. Hem bu eylemi hem DGM’deki duruşmaları hem de onlarca başörtülü öğrencinin hikayesini haber yaptım yaşananlara birebir tanıklık ettim. Bu haberlerimden dolayı yine aynı dönemde ‘Özgürlük için el ele’ eylemi sanıkları gibi DGM’de TCK 312. maddesinden yargılandım. Hakkımda 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası istendi. Yıllar sonra o dönemi yeniden hatırlamak için eylemlere destek verdiği için ve yaptığı muhteşem savunmayla akıllarda kalan Nilüfer Pehlivan’la buluştuk. Nilüfer Pehlivan ile “sırf başörtülü” diye 18 yıl önce bu ülkede neler yaşandığını genç nesillere anlatmak için o günleri konuştuk.
 

Başörtüsü yasağı başladığında öğrenciydiniz ve yasak ilk sizin okulda başladı. Yasakla ilk karşılaştığınız günü hatırlıyor musunuz?

97 Ekimi. Eylülde Kadın Doğum stajı ile başlayan dördüncü sınıfta kendimi artık daha bir doktor havalarında hissettiğim günlerdi. Harika geçen bir kadın doğum stajımı yeni tamamlamıştım. Sözlü Sınavda hocamın ”bütün öğrencilerim senin gibi” olsalar gibi övgüsünü ve yüksek notunu almışım. Heyecanlıyım hırslıyım. Hafta sonu tatilinden sonra Cerrahi bölümünde yeni bir staja başladım. Beşer kişi profesörlere dağıttılar bizi. Henüz Alemdaroğlu rektör değil. Cerrahpaşa Cerrahi Bölüm Başkanı. En yakın arkadaşı olan profesörün grubundayım ben de. Hastalarına karşı müşfik, öğrencilerine karşı babacan biri olarak tanınıyor. Sabah 6.00 da kapısındayız. Gecikeni almıyor. İki dakika içinde kendisi de geliyor. Bir anda yüzü değişiyor gözümden kaçmıyor. Zehir gibi öğrencileriz hocanın hiç bir sözünü kaçırmadığımız gibi mimiklerini bile takipteyiz. Sen diyor parmağını uzatarak bana sen küçük hanım odama giremezsin. Ama neden diyebiliyorum sadece.

‘KUŞ BEYİNLİ’ DİYE HAKARET EDİYOR HOCA

28 Şubat döneminden çok önce yani öyle mi?

Evet, 28 Şubattan falan çok önce. Her yere girip çıkıyoruz, amfilerde, polikliniklerde, kliniklerde, ameliyathanelerde her yerdeyiz. Ya başındakini çıkarırsın ya da dışarda kalırsın diyor. Ama nasıl olur diyorum. Ortam gerilmeye başlıyor herkes şaşkın. Bir iki mırıldanma oluyor. “Giremezsin” diyor ben de “Girerim dayanağınız ne?” diyorum. Giremezsin girerim derken ses tonu yükseliyor. Bir söz patlıyor koridorlarda, kulaklarım uğulduyor, başım dönüyor ‘ Kuş beyinli’ ‘kuş beyinli’ ….

Arkadaşlarınız ne yapıyor bu tartışma sırasında?

Bütün arkadaşlarımın gözü önünde oluyor bunlar. O anda kimseden ses çıkmıyor. Hep beraber hocanın odasına giriyorlar. Ben kapıda bekliyorum şaşkınım. Olanları anlamaya çalışıyorum. Az sonra çıkıyorlar hep birlikte servise iniyorlar. Ben de takılıyorum peşlerine. Odasına almadı servise de almayacak değil ya diyorum. Servise girince öğrencilere dönüyor ve yine göz göze geliyoruz. Eliyle üç defa tık tık hafifçe vuruyor kafama kapıyı çalar gibi ‘çık’ diyor yine. ‘Çıkmam diyorum buradan da çıkaracak değilsiniz ya.’ Koluma giriyor servisin dışına kadar çıkarıyor beni kapıları kapattırıyor.

BAŞÖRTÜLÜ BİR ASİSTANI KÜTÜPHANEYE KİLİTLENDİ

Ne kadar sürüyor bu gerginlik ve ısrar?

Tam sekiz hafta her gün yaşadım ben bunu. Bu olay duyuldu hem dekanlıkta hem öğrenciler arasında. Beni görenler fısıldaşıyor falan. Her geçen gün yanımda bana destek için gelen arkadaşların sayısı artıyor. Hocanın kapısında beraber bekliyoruz. Nasıl olduysa basın da duyuyor.

Sizin dışınızda başörtüsü sorunu yaşayan okulda başka kimse yok mu peki?

Cerrahi kürsüsü mimli zaten. Cerrahi asistanı bir başörtülü ablamız Alemdaroğlu tarafından kütüphanede kilit altında tutuluyor. Basın olayın peşinde. Derken benim durumumu haber alıyorlar. Röportajlar vs. Televizyona ana habere çıkıyor falan. Bir kanal var bu olayla ilgilenen. Malumunuz başka kimse meseleyi sahiplenmiyor.

‘Kuş beyinli’ diyen bir hocanın uyguladığı keyfi yasak… Hukuki yollara başvurdunuz mu peki?

Bir avukat bey öğreniyor durumu bana ulaşıyor gönüllü avukatım olmayı istiyor. Hukuki yollardan hakkımızı arayalım diyor. Bana yol gösteriyor. Allah bin kere razı olsun. Anlatıyorum olanları. Hoca hakkında hakaret davası açalım diyor. ‘Kuş beyinli’ dedi ya bana, şahitlerim de var. Dekanlık boş durur mu? Onlar da disiplin soruşturması açıyorlar. Mahkeme süreci uzun tabi. Hoca mahkemeye gelmedi. Uzun bir süre sağlık raporu aldı. Derslere gelmedi. Basın durur mu öğrenmişler ki hoca raporluyken muayenehanesinde hasta bakmaya devam ediyor ve sabahın altı buçuğunda Cerrahpaşa’nın ameliyathanesinde bu özel hastalarının ameliyatlarını yapıyor. Sekiz buçukta sessizce ayrılıyor Cerrahpaşa’dan. Belki de raporlu değildi. Üniversite onu idare etti uzun bir süre. Sağlığı bozulmuşmuş hocanın. Dekanlık hep hocanın yanında oldu.

Davanın sonucu ne oldu?

Açtığım hakaret davasını hakim üniversitenin disiplin kurulunda görüşülsün diye kapattı. Disiplin kurulunun bu dava ile ilgili ne görüşeceği ne karara varacağı başından belli zaten. Hocayı suçlu bulacak değildi ya. Disiplin soruşturmasında ise bir yarıyıl uzaklaştırma cezası aldım.

Okula dönünce ne yaptınız, tepkiniz ne oldu?

Uzaklaştırma cezam bittikten sonra stajlarıma devam ettim. Başarıyla o yılki diğer stajlarımı tamamladım. Ertesi yıl tekrar cerrahi almam gerekti. Hem devamsız sayılmış hem de sınavına alınmamıştım. Kapının önünde beklediklerim devam için yeterli sayılmıyordu. Cerrahide bu yıl farklı bir hocaya düşmüştüm. Bu sefer sorun olmaz bitiririm diyordum. 28 Şubatın yankıları yavaş yavaş gelmekteymiş ne bileyim. Alemdaroğlu 98 in ilk aylarında rektör olmuştu. Cerrahpaşanın tamamında kapılar başörtülülere kapanmıştı. Ardından Çapa Tıp fakültesi ve bir sonraki yıl İstanbul Üniversitesinin tamamı. Ve daha sonra ülkedeki tüm üniversiteler ve İmam Hatip Liselerinde de başörtülülere kapılar kapanmıştı. Eylemler, basın açıklamaları, yürüyüşler ülke kaynıyordu. Bir tv kanalı ve bir iki gazete dışında basında yer almıyordu tüm bu olanlar.
 

Yasağa rağmen derslere devam ediyorsunuz. Aileniz ne diyor bu duruma? Size destek veriyor mu?

Cerrahide ikinci disiplin soruşturmam da açılmıştı 98 Ekim ayı idi bu sefer tamamen yüksek öğretimle ilişkim kesilmişti. Okuldan atılmıştım yani. Aynı zamanda Türkiye’deki hiç bir üniversiteye de giremiyordum . Dekanlık adresime yollamış tebligatı yani aileme. Annem babam neler yaşadı o anda ancak anne olunca anlayabilecektim. Gençlik heyecanı bizdeki. Sadece mücadeleye, hak aramaya odaklanmıştık sonucu düşünecek durumda değildik hele duygusallığa hiç zaman yoktu. Bir damla gözyaşım akmadı bütün bunlar olurken.

Okuldan atılınca ne yaptınız?

Pek çok davalar açtık. Harçlıklarımızı noterlere harcadık her yaşadığımızı tutanak altına aldık. Sınava mı alınmadık, amfiye mi giremedik her adımımızı.

Size destek veren hocalarınız var mıydı? Şunu merak ediyorum bu mücadelede diğer hocalarınızın tutumu nasıldı?

İlk başlarda destekleyen hocalarımız oldu. ”Beni başınızın üstündeki değil içindeki ilgilendirir” diyen hocalarımızın sayısı hiç de az değildi. “Her ne kıyafetle gelirseniz gelin benim dersime girersiniz” diyen hocalarımız vardı. Bazılarımızın stajlara alınmadığı dönemde birçok arkadaşımız stajlarını sorunsuz tamamladılar. 98 Ekimden itibaren bu hocalarımız da rektörlüğün baskılarına dayanamadı.

O dönemde bu başörtü yasağının arkasını okuyabiliyor muydunuz peki?

O zamanlar tüm olup bitenden rektörlüğü sorumlu tutuyorduk. Şimdilerde anladık ki büyük bir yapbozun bir parçası imiş tüm bu yasakçı uygulamalar. Ülkenin tamamında dindarlara karşı yürütülen post modern bir darbenin ayak izleriymiş.

HEDİYELERLE KARŞILANIP DUALARLA UĞURLANIYORDUK

Özgürlük el ele fikri nasıl ortaya çıktı? O günle ilgili neler hatırlıyorsunuz?

1998 Haziran ayı. Cerrahpaşa Tıp fakültesi bahçesinde aylardır süren oturma eylemlerine mekan olan dev ağacın gölgesindeki toprak alan şahittir tüm yaşananlara. Cerrahpaşanın başı örtülü kız öğrencileri finallerin de bitmesi ile tatile giren eğitim öğretim yılının bu son günlerinde arkalarında kaybedilmiş koca bir yılı da bırakarak bu toprak alanı terk etme zamanı geldiğinin farkındaydık. Artık hak arayışları ve seslerini duyurma çabaları için başka mekanlar gerekmekteydi.
 

Beyaz yürüyüş fikri ortaya atıldı önce diye hatırlıyorum.

Evet, beyaz yürüyüş işte o günlerde şekillendi. Okulların tatile girmesiyle birlikte beyaz önlüklerini o güne kadar çıkarmayan genç tıbbiyeliler olarak Ankara’ya TBMM’ne önlükleriyle gitmeyi düşündü ve uygulamaya geçirdik.

O günlerle ilgili neler hatırlıyorsunuz?

Yola çıkmadan önceki günlerdi ve kız öğrencilerden birinin aklına harika bir geldi ve çok beğenildi. Ağacın altını anı olarak rengarenk çiçekler dikildi ve ertesi sabah beyaz önlükler, eşarplar, spor ayakkabıları ve hatta beyaz şemsiyelerle alanda yola çıkmak için toplandığımızda diktiğimiz çiçeklerin gece dekanlık tarafından sökülüp atıldığını gördük.

Moraller bozuldu tabi…

Beyaz yürüyüşümüz çiçeklerimizin sökülüp atılmasından dolayı evet hayal kırıklığı ile başlamıştı. Mahzunduk. Cerrahpaşa’nın bahçesinden Eminönü- Üsküdar iskelesine kadar vakarla yürüdük. Peşimize on binler katıldı yolda. Planlamadığımız halde iskeleden vapura bindiğimizde on binlerce el sallayanımız vardı. Bu büyük moral oldu. Üsküdarda yine bir o kadar bekleyenimiz vardı. Kalabalığa karıştık. Artık sloganlarla ilerliyorduk.

Ankara’ya yaptığınız bu yürüyüş sırasında Anadolu halk sizi nasıl karşıladı?

Harem, Maltepe, Pendik, İzmit, Bolu dağları, Hendek sayımız sürekli artıyordu. Geceleri bizi misafir etmek için birbiriyle yarışıyordu yöre halkı. Aylarca horlanmışlığın ardından kendimizi tekrar güçlü hissettirmişlerdi. Hediyelerle karşılıyorlar dualarla uğurluyorlardı. Ama malum basın dışında kimse bizimle ilgili tek satır haber, görüntü geçmiyordu.

Arkara’daki milletvekillerle bakanlarla yaptığınız görüşmeler nasıl geçti?

Ankara’dan umduğumuz cevabı alamadık. Aksine tüm ülkede yasak başlayacaktı yeni eğitim öğretim yılında. Rektörler bildiri yayınlayacak kanun hükmünde kararname gibi uygulamaya geçilecekti. Henüz bilmiyorduk.

BAŞÖRTÜSÜ YASAĞINI GUİNNESS’E SOKMAK İÇİN EL ELE TUTUŞTUK

Büyük bir hayal kırıklığı yaşadınız yani..

Evet, hayal kırıklığı ile döndük İstanbul’a. Önümüzde uzun bir yaz tatili vardı. Hiçbirimiz memlekete dönmeyip o yaz İstanbul’da kalmaya ve mücadeleye devam etmeye karar verdik. Beyin fırtınaları yapıyorduk her gün.
 

“Özgürlük için el ele” fikri bu beyin fırtınasından mı çıktı?

Evet, Rabbimin de yol göstermesiyle ‘el ele’ fikri doğdu. Boğaz köprüsünde elele insan zinciri oluşturacaktık. Bu sayede o güne kadarki en uzun el ele zinciri oluşacak Guiness rekoru kırılacak dünya gündemine taşınacaktı. Başarabilir miyiz başaramaz mıyız derken sonunda karar alıp bismillah dedik. Beyaz yürüyüşteki kalabalık cesaret vermişti bize. Beyaz yürüyüşteki temaslarımız, dostlarımız, ablalarımız, ağabeylerimiz, amca ve teyzelerimiz bizi arayıp el eleye dahil olmak istediklerini zinciri Ankara’ya kadar uzatmaya talip olduklarını söylüyorlardı. Onlardaki bu istek bizi de heycanlandırdı neden olmasın.

Eylemi tanıtmak için ön çalışmalar yaptınız diye hatırlıyorum. Neler oldu?

Biz yedi arkadaş bir arkadaşımızın babası ve annesini de alarak minibüsle İstanbuldan yola çıktık. Gece gündüz demeden çalıştık. Gündüz il ve ilçe başkanlıkları, belediye başkanları, sivil toplum kuruluşları ile temaslarda bulunduk geceleri yerel radyo ve tv programlarına katıldık el eleyi tanıttık. Her ilde geceler düzenledik. Konuşmalar, ezgiler. Sagolsun sanatçı ağabeylerimiz bizi yalnız bırakmadı. Biz Ankara’ya kadar yola çıkmıştık ama kendimizi Adıyaman’da bulduk.

BATI ÇALIŞMA GRUBU ARKAMIZDA ANADOLU’YU GEZDİK

Batı Çalışma Grubu vardı o yıllarda. Bu hazırlıkları yaparken onlardan bir engel gördünüz mü?

Evet o zamanlar Batı çalışma Grubu diye bir şey vardı. Bizim minibüs önde üç escort araç arkamızda Anadolu’yu gezdik. Biri Batı Çalışma Grubunun aracı, Biri Terörle Mücadelenin biri de Asayişin. Korkuyla karışık bir gurur gelir dolardı bazen içime. Gençlik işte macerayı severdik. Çeşitli illerde çeşitli göz altılarımız oldu bu yolculuk esnasında. Bir gece nezarethanede bekleyip ilk mahkemede sabah salıverildik. Yolculuğa devam.

ÖZGÜRLÜK İÇİN EL ELE ZİNCİRİNDEN BUGÜN BİLE İFTİHAR EDİYORUM

Özgürlük için el ele eyleminin yapıldığı o günden aklınızda neler kaldı?

11 ekim saat 11.00. Yıl 1998 Türkiye tarihinde bir ilk ve umarım son olur. O coşkuyu anlatabilmem çok zor. Kadın, erkek, çoluk, çocuk, yaşlı, genç bir bayram havasında. Ellerde Türk bayrakları. Bu duyguyu bayramlarda yaşamak bile zor. Mağdur değil mutluyuz. Biz öğrenciler Beyazıt Meydanındaki zincirin halkalarıyız. Boğaziçi köprüsüne akın etmiş herkes. Bir değil onlarca zincir oluşmuş yoğunluktan. O zamanlar cep telefonları herkeste yok. Haberleşiyoruz olanlarla. Zincirde olmayan iller örneğin Bursa, Balıkesir, Bilecik Bolu dağlarında zinciri kopmasın diye otobüslerle sabahın erken saatlerinde yola koyuldular. Ve Bolu dağlarında da zincir kopmadan Ankara’ya kadar ulaştı. Ankara’dan sonra her şehir merkezlerinde kilometrelerce insan zinciri oluştu. Noter tutanakları tutuldu. Basın yoğun ilgi gösterdi. Helikopterlerle zincir takip edildi. Kamera kayıtları alındı. Bugün bile bu çalışmanın içinde yer almış olmakla iftihar ediyorum.

KAPILARI KIRIP EVLERİMİZE GİRDİ POLİS

Gözaltına alınmayı DGM’de yargılanmayı yani yasağın yargıya kadar uzanacağını düşünmüs müydünüz?

Hayır böyle bir şey hiçbirimiz beklemiyorduk. Elele üzerinden yıllar geçtikçe daha da kıymetlendi anlam kazandı benim gözümde. Daha sonra benzeri eylem çabalarına kalkışan çok farklı gruplar oldu. Aynı başarırıyı hiçbiri gösteremedi. Son derece barışçıl bir sivil pasif direnişti. Oldukça coşkuluydu az önce de bahsettiğim gibi.

Siz ve arkadaşlarınız bu yürüyüşten bir gün sonra gözaltına alındınız değil mi?

Evet, 12 Ekim akşamı bir anda bir gürültü koptu kaldığım yurdun merdivenlerinde. Kaldığım dairenin kapısı bir tekmeyle açıldı bir anda içeri önde bayan polisler olmak üzere bir ordu polis doluştu. Hemen başörtümü çektim omuzlarımdan başıma. Telefonun kablosunu çekip kopardılar hemen. Şu andan itibaren avukatınız ve aileniz dahil hiçkimseye görüşmenize müsad edilmiycek emniyete geliyosunuz dediler. Vatan Emniyet’e gittik. Saatler ilerledikçe bulduklarını getirmeye başladılar.

Kaç kişiydiniz içerde?

Eş zamanlı baskınlar yapılmış. Bir anda yüzlerce kişi toplanmıştı evlerden. Biz yedi kişi üç gün üç gece terörle mücadelede alıkonulduk. Diğerleri gece salınmıştı. Biz içerde ailelerimiz vatan emniyetin önünde yağmurda üç gün üç gece beklemişler. Onlarca kez ifadeye aldılar. Sorgular sorgular bitmedi bir türlü. O zamanlar Devlet güvenlik mahkemeleri vardı yani meşhur DGMler. İşte bu mahkemeye sevketmişler bizi. 312. Maddeden tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldık. Savcı bir ila üç yıla kadar hapsimizi istemiş.

HAKİME İNANDIRICI GELMEDİ

Terör suçlusu olarak DGM’ye sevkedilmek moralinizi bozdu mu? Neler hissettiniz?

O sıralar hissettiğim şeyin korku olmadığına eminim. DGM Beşiktaş’ta idi. Harika bir savunma verdim. Şu an bile gurur duyuyorum hatırladıkça. İyi ki ben o savunmayı yapmışım o gün diyorum. Savunmam ertesi gün tam metin basında yer aldı. Savunmamı yaparken kendimi bir cengaver gibi hissetmiştim. Avukatlarımdan Allah razı olsun. Minnetle anıyorum kendilerini.

Davanın sonu ne oldu peki?

DGMler kapatılınca ağır ceza mahkemesine intikal etti. Delil yetersizliğinden zaman aşımına uğradı. Bizim; savcının iddia ettiği gibi ” halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etme’ suçumuz hakime inandırıcı gelmedi.

DAVAMIZI EVLATLARIMA ANLATIRKEN GURUR DUYACAĞIM

Mahkemede okuduğunuz ‘özgürlük savunması’ o yıllarda büyük ses getirmişti. O savunma nasıl hazırlanmıştı?

Avukatım Ahmethan Yılmaz’la savunma üzerinde çok çalıştık. İlk duruşmada ifade vermedim yeterince hazırlanamamıştım. İkinci duruşmaya kadar defalarca yazbozlar yaptık ama sonuçta çok güzel bir savunma ortaya çıktı. Bugün hala bu savunmayı yapmış olmayı hayatımın en anlamlı ve önemli bir anısı olarak saklıyorum hafızamda ve yüreğimde. Evlatlarıma anlatırken de gurur duyacağım.

HERKES TEBRİK ETTİ

Savunmayı okurken heyecanlı mıydınız? Mahkeme heyetinin ve salondakilerin savunmanıza karşı tepkileri nasıldı?

Çok heyecanlıydım. Kalbimin sesini mahkeme heyetinin ve salondaki izleyicilerin bile duyduğunu düşünüyordum. Bir ara savunmamı okuyamaz oldum gözlerim karardı. Ama tamamının ezberimde olması sayesinde kimse durumu anlamadı. Çıkışta görüştük herkes tebrik etti harika bir savunmaydı dediler. Savunmam tam sayfa Yeni Şafak gazetesinde yayınlandı.
 

BEDEL OLARAK HAYATA GEÇ ATILDIK

Başörtülü olarak okula gitmek istemenizin ve el ele barış zincirine katılmanızın bedeli size nasıl ödetildi? Bugün dönüp baktığınızda o günlere dair neler söylersiniz?

Biraz geç mezun olduk. 8 yıl kadar. Hayata geç atldık hepsi bu. Kazanımlarımın çok daha büyük olduğunu düşünüyorum.

AVRUPALI BİR DEKAN ‘SİZİLE ŞEREF DUYARIM’ DEDİ

Daha sonra eğitiminizi tamamlamak için yurt dışına gittiniz. Okuldan kaç yıl sonra mezun oldunuz?

Eylemler devam ediyor bir yandan umutlar kırılıyor, bir yandan farklı arayışlar başlıyordu. 99 ilk ayları İstanbulda uluslarası üniversiteler fuarı var. Haber alır almaz koştuk. Çeşitli ülkelerin çeşitli üniversitelerinden rektörler, dekanlar oradaydı. Avrupa’dan bir üniversite rektörünün dikkatini çektik hepimizi çağırdı konuştu ve sonra hepimizi kabul etitğini söyledi. “Harika çocuklarsınız sizinle şeref duyarım” dedi ve yurt dışı maceramız böyle başladı.

Görevinizi hemen yapabildiniz mi zorluklar yaşadınız mı?

Denkliği aldıktan sonra memuriyete başladım. Yabancı dilin pek çok faydası oldu yabancı yayınları takip ettim. Ancak ilk başlarda reçete yazarken teşhisleri türkçe yazmakta zorlandım. Bir de ilaçların Türkiyedeki kullanılan isimlerine yabancıydım. Ama Türkiyeden yeni mezun öğrenciler de bu sıkıntıları yaşıyor. Bir kaç gün içinde herşey yoluna girdi.

RABBİMİZİN BİR İMTİHANIYDI

Bütün o günlere dönüp baktığınızda yasağı uygulayanlar için neler düşünüyorsunuz? Öfke duyuyor musunuz?

Öfkemiz de sevgimiz de Allah için. Bu süreçte çok değerli insanlarla tanıştım. Onları kazanmış olmak çok daha kıymetli benim için. Hayal kırıklığı içerisinde olmadım hiç bir zaman. Ben anne babalarımız adına üzüntü duydum. Hayatta başımıza gelen herşey Rabbimin imtihanı değil mi.

yenişafak

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )