Nurdan Haber

TBMM’de Gündem Bediüzzaman..!

TBMM’de Gündem Bediüzzaman..!
23 Mart 2016 - 8:25

Dün TBMM’de gündem yine Bediüzzaman Said Nursi idi. Şeyh Said ,Seyyid Rıza ve Said Nursi’nin mezarlarının bulunması için HDP tarafından verilen önerge üzerinde yapılan tartışmayı ve burada Ak Parti grubu adına konuşan ve Nur Talebelerinin hissiyatını yansıtan Said Yüce (Isparta), Nazım Maviş(Sinop) milletvekillerinin ve diğer konuşmaları TBMM tutanağından dikkatlerinize sunuyoruz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, hatip kürsüde, insicamını bozmayalım, uğultuyu keselim.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) – Daha önce farklı vesilelerle de çatışmalarda ölen Kürt vatandaşların cenazelerine yönelik devletin yaptığı uygulamaları bu Meclis kürsüsünde de ifade etmiştik. Bugün spesifik olarak devletin nezdinde hain, şaki, terörist olarak görülen, tehlike olarak görülen ama Kürtler için son derece büyük değer, anlam ifade eden 3 şahsiyetin, tarihsel şahsiyetin mezar yerlerinin bulunması ve cenazelerinin iade edilmesi için Meclis araştırması istiyoruz.

1925 yılında 46 arkadaşıyla birlikte Dağkapı Meydanı’nda asıldıktan sonra şu ana kadar kimsenin bilmediği bir çukurun içerisine gömülen Şeyh Sait’in son vasiyeti şudur: Elinde kalan bir kısım parayla kendisine bir mezar yapılmasını ve geri kalan paranın da çocuklarına verilmesini vasiyet eder, mahkemenin savcısına söylediği budur ancak ne kendisi için bir mezar yapılır ne de o para kendi çocuklarına teslim edilir.

1937-1938 Dersim olaylarında yine… (Gürültüler)

BAŞKAN – Devam edin siz.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) – Etmeyeceğim Başkan.

BAŞKAN – Siz kesince millet sustu.

Buyurun devam edin şimdi.

Lütfen sayın milletvekilleri, müdahale etmeyelim, uğultuyu keselim.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) – 1937-1938 olaylarında Seyit Rıza’nın, biliyorsunuz, durumu son derece hazindir. Yoğunlukla, bir ara, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından da bu sözleri defalarca basına yansımıştı Dersim için özür tartışmalarında, hatırlayın. Seyit Rıza Elâzığ’ın Buğday Meydanı’nda asıldığı zaman son sözleri “Evladıkerbela’yız, bihatayız; ayıptır, zulümdür, cinayettir.” Bunlar kendisinin son sözleri. Ancak, bundan önce bir vasiyeti var Seyit Rıza’nın, oğlu da asılacaktır. “Ne olur önce benim oğlumu asmayın, beni asın; oğlumun idamını görmeyeyim.” diye rica eder. Son vasiyetidir, bunu da yerine getirmezler, önce oğlunu gözlerinin önünde asarlar, sonra kendisini. Sonra, kendisiyle arkadaşlarını ya bilinmeyen bir yere gömerler veyahut da yakarlar, hâlâ akıbetini bilmiyoruz, devletin tutanaklarında muhakkak bunlar vardır.

Son olarak, 1960 yılında Urfa’da defnedilen Bediüzzaman Saidi Nursi veyahut da Saidi Kürdi, 1960 darbesinden sonra, Urfa’da, olduğu mezardan çıkarılıp bir askerî uçakla bir taraflara götürülür. Cenaze şu an yok ortada, ya denize atıldığı söylendi, ya Isparta’da bir yere gömüldüğü söyleniyor, hasılıkelam biz bunu bilmiyoruz.

Şimdi, bu 2 Sait’in yani Şeyh Sait ve Saidi Kürdi’nin ve 1 Seyit’in yani Seyit Rıza’nın; 2 Sait’in, 1 Seyit’in kendi vatanlarında içine girebilecekleri 2 metrekarelik bir toprak parçasını bulamamaları mezhepsel, ideolojik, siyasi eğilimleri ne olursa olsun devletin egemenliğini çelen, devletin tehlike olarak gördüğü Kürtlerin başına neyin geleceğinin son derece somut bir ifadesidir.

Bu 3 mezar aslında bir paradigmadır. 1925’ten 1960 yılına kadar süren bu dönemde, Kürtlerin anlam değer biçtiği bu tür şahsiyetlere, onların cenazelerine yapılan uygulamalar bir paradigma olarak günümüzde de hâlen alabildiğine pervasız, hayâsız bir şekilde devam etmektedir.

Bakın, şöyle bir harita, İnsan Hakları Derneğinin 2014 yılında yaptığı toplu mezar haritası bu. Şöyle bir bakın haritaya, şu kırmızı olan bölge devletin Kürtleri nasıl yönettiğine dair bir belgedir, bir ibret vesikasıdır. 348 tane toplu mezarda 4.201 ceset.

Barış süreci buzdolabına kaldırıldıktan sonra yaşanan bu savaş ve vahşet ortamında şu ana kadar 1.500’den fazla insanımızın hayatını kaybettiğini biliyoruz. Biz siyaset kurumu olarak, Parlamento olarak maalesef üzerimize düşeni yapamadık. Bu Parlamento meseleyi Hükûmete havale etmiş, Hükûmet Cumhurbaşkanına, Cumhurbaşkanı da orduya, özel savaş yöntemlerine bu meseleyi, maalesef, ihale etmiştir. Ortada olan binlerce ölü, biz maalesef bunun önünü alamadık. Ama en azından şunu yapabiliriz Parlamento olarak: Bakın, “Nevroz”‘dan bir gün önce Diyarbakır’da, Sur’daydım. Orada, çocukları Sur’da öldürülen 2 babayla görüştüm; Aslen Bingöl’lü, Diyarbakır’da oturuyorlar, evleri de Dört Ayaklı Minarenin arkasında. Çocuklardan biri öğrenci. Babası yemin ediyor, diyor ki: “Gittik cenazeleri teşhis etmeye -ikisi de zaten çocuklarının cenazesini teşhis edememiş- bin tane kurşun sıksan bir cenazeyi o hâle getiremezsin.” Fotoğrafları yansıdı, cesetlerin üzerinden ya tanklarla ya panzerlerle geçmişler çünkü tekerlek izleri var. Basına yansıdı, paylaşabiliriz, paylaşabiliriz. 2 baba da teşhis edemedi.

Cizre’de 130’dan fazla cenaze teşhis edilemiyor, mümkün değil, vücut bütünlükleri bozulmuş, aileleri morg morg geziyor, her tarafa kan tahlili veriyor ki belki DNA

21

eşleşmesiyle yapabiliriz. Hâlâ, Urfa’da 11, Malatya’da 5, Silopi’de 33, Şırnak’ta 11, Cizre’de 12, Mardin 6, Antep 9, teşhis edilemeyen cenazeler var arkadaşlar; edilemiyorlar yani pratik anlamda mümkün değil. Zamanım azalıyor, toparlamaya çalışayım.

Bu yapılan uygulamalar, bakın, savaşı biz durduramadık ama savaşın bari bir hukuku olsun, bir ilkesi olsun, bir prensibi olsun ve Kürtlerin ölü bedenlerine yapılan hakaretler bir son bulsun. Son derece net bir talebimizdir bizim; bu mesele çözülene kadar da biz bu talebimizde ısrar edeceğiz.

Yapılan bu uygulamaların İslam hukukunda kesinlikle yeri yoktur; “vardır” diyen gelsin konuşsun burada. Bu yapılan uygulamaların savaş hukukunda yeri yoktur, bu yapılan uygulamaların insan hakları hukukunda da hiçbir yeri yoktur; daha vahimi, bu yapılanların hiç birisinin Türk Ceza Kanunu’nda da bir yeri yoktur çünkü TCK 130’da aynen şöyle söyleniyor; bir kısmını okuyorum: “Bir ölünün ceset veya kemikleri hakkında tahkir edici fiillerde bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Soruyoruz size, daha önce paylaştık Varto’da teşhir edilen cenazeler oldu, ciplerin arkasında sürüklenen cenazeler oldu, Taybet Ana’nın yedi gün sokak ortasında kalan cenazesi oldu ve yüzlerce teşhis edilemeyen cenaze. Bütün bunlar bir de canlı yayında yani hepsinin belgesi bulgusu var. Şu ana kadar bu öldürülen insanlara hakaret ettikleri için yargılanan, ceza alan tek bir kamu görevlisi söyleyin bize; yok. Devlet, kendi yasasını uygulamaktan aciz ya da söz konusu Kürt’ün ölüsü olunca kendi yasasına bile riayet etmeyen bir devlet anlayışıyla karşı karşıyayız. Onun için şöyle diyoruz, hemen bitiriyorum: Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde sadece insanca yaşayamama sorunu yok, Kürtlerin aynı zamanda insanca ölememe sorunu var. Onun için 1925’ten bu yana cenazelerine hakaret reva görülen bütün Kürtlerden, öncelikle, bu devletin özür dilemesi ve bu cenazelerin bulunup, yerlerinin tespit edilip ailelerine verilmesi konusunda sorumluluk alması gerektiğini düşünüyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

VURAL KAVUNCU (Kütahya) – Hocam, bir de Kürt kökenli şehitlerimizden de bahsetsene, sadece Kürt terörist ölmüyor, Kürt şehit de var. Kürt şehitlerimiz var, Kürt güvenlik görevlilerimiz var şehit olan.

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl ) – Konumuz bu, onun için.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özsoy.

Öneri üzerinde ikinci söz, aleyhte olmak üzere, Isparta Milletvekili Sait Yüce’ye aittir.

Buyurun Sayın Yüce. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SAİT YÜCE (Isparta) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, HDP grup önerisi üzerine AK PARTİ Grubu adına görüşlerimi paylaşmak üzere huzurlarınızdayım.

Mezarlar ve mezarlıklar toplumsal hafızanın sembol mekânları arasında yer alır. Dahası, toplumun ölüme ve ölülere karşı acısını da ortaya koyar. Şehitlikler, bu açıdan, tarihî hafıza üzerinden ortak kimlik oluşturmanın araçlarından biridir. Çanakkale’deki çeşitli yerlerdeki şehitlikler bize bu konuda yeterli fikir verir.

Osmanlı toplumu ölüm hakikatiyle ahiret inancı dolayısıyla barışık bir toplum olduğu için mezarlıklar cami hazirelerinde ve insanların yaşadığı mekânlarda kendilerine yer bulmuşlardı. Ölüm gerçeğini günlük hayatın dışına itmek isteyen tek parti laisizmi hemen her yerde şehir mezarlıklarını yok etti maalesef. Gözden ırak olanın gönülden de ırak olacağını düşünerek ölümün sorduğu soruları, “Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun, dünyadaki insanın asıl vazifesi nedir?” gibi soruları böylece hayatın dışına atmaya çalıştılar. Fakat “Her nefis ölümü tadacaktır; ey insan, sen alâküllihâl öleceksin.” hakikatinden kaçamadılar. Mezarlıkların ve mezarların korunması tarihî süreklilik açısından önemli olmakla birlikte, sembol isimlerin mezarları, kimlik inşa araçları olarak kullanılmaktadır.

HDP’nin önerisinde söz edilen 3 ismin de birleştirildiği ortak kimlik Kürtlük. Bugün mezarlarının yerleri bilinmeyen bu insanlar elbette öyleler ama bu isimlerin Kürt milliyetçiliğinin sembol isimleri olarak kurgulanmaları ve bunlar üzerinden milliyetçiliğin beslenmesini pozitif bir yaklaşım olarak görmüyorum ve görmüyoruz.

Said Nursî’den Said-i Kürdî çıkar ama Said-i Kürdî’den Said Nursî çıkmaz. Öcalan’ın bu Said’lerle ilgili hem “gerici” hem “İngiliz ajanı” diye beyanları var. O zaman, bu öneriyi veren arkadaşların Öcalan’la da herhâlde hesaplaşmaları gerekir diye düşünüyorum, kayıtlarda var bunlar. Bu yüzden…

MEHMET METİNER (İstanbul) – “İngiliz iş birlikçileri” diyorlar.

SAİT YÜCE (Devamla) – Diyorlar tabii. “İngiliz iş birlikçisi” diyor, “gerici” diyor, Öcalan’ın böyle ifadeleri var. Bu öneriyi verenlerin bu noktada da bir izahta bulunmalarını bekleriz doğrusu.

Evet, bu yüzden Kürt milliyetçilerinin Said Nursî’den ellerini çekmeleri ve onu siyasi bir araç olarak kullanmaktan vazgeçmeleri ahlaki bir sorumluluktur. Said Nursî sadece Kürtlerin değil, Türkiye’nin, hatta Alem-i İslam’ın çimentolarından biridir ve öyle de

22

kalacaktır.

O günün, tek partinin baskı ve zulüm ortamının yöneticileri insanlığa, İslamiyet’e, kardeşliğe yakışmayan vahim hatalara imza atmışlardır. Biz yakın tarihimizdeki bu kabul edilemez zulüm ve yanlışlıkları sonuna kadar reddediyoruz. Sebep olanların hem milletimiz nezdinde hem de Allah indinde hesap vereceklerine inanıyoruz. O zulümleri yapanlar bu insanların dirisinden rahatsız oldukları gibi, ölüsünden, naaşından, kabirlerinden de rahatsızdılar, mezarlarını bu yüzden de kaybettiler.

Şeyh Said 29 Haziran 1925’te idam edildi. Gerçi İsmet İnönü’nün hatıratında, Şeyh Said’in İngilizlerden destek aldığı, onlara ajanlık yaptığıyla ilgili bir belge bulunamadığı şeklinde İsmet İnönü’nün de ifadeleri var. Seyit Rıza 15 Kasım 1937’de isyan gerekçesiyle idam edilmiş, naaşı yine Şeyh Sait gibi bilinmeyen bir yere nakledilmiş.

Bediüzzaman Sait Nursi 23 Mart 1960 yılı Ramazan ayının bir Kadir gecesinde Urfa’da Hakk’ın rahmetine kavuştu ve hemen arkasından -malumunuz- 27 Mayıs darbesi oldu. 27 Mayıs darbesinin failleri onun mezarının da çok itibar göreceği endişesiyle defninden yüz on bir gün sonra yani 12 Temmuz 1960’da bir gece yarısı Urfa’da sokağa çıkma yasağı ilan ederek ve Urfa’nın etrafını zırhlı birlikler ve tanklarla çevirerek, kabrinin mermerini kırarak askerî bir uçağa yükleyip bilinmeyen bir yere götürdüler. Çok şükür o günler geride kaldı.

Bedîüzzaman Said Nursi kendisine yapılan zulümlere ve işkencelere, hapis ve sürgünlere karşı talebelerine hep şöyle seslenmişti: “Onlar yanlış yapıyorlar -yani kendisine zülüm, işkence yapan, sürgün edenler- zındıka komitelerinin tahrikiyle böyle yapıyorlar, siz onlara karşı intikam beslemeyin. Bizim vazifemiz müspet harekettir, menfi harekete asla iznim yoktur; bizler asayişin manevi bekçileriyiz.” Onun eserlerini okuyanlar hiçbir menfi harekete karışmamıştır, ülkesini terk etmemiştir. “Bu zamanda cihat manevidir.” diyerek silaha, zora, baskıya başvurmadan İslam’ın, imanın ve hürriyetin güzelliklerini insanların kalplerine ve gönüllerine hitap ederek anlatma yolunu tercih etmiştir. Nitekim bu tercihinde haklı çıkmış, milyonlarca insanın imanının ve ebedi hayatının kurtulmasına vesile olmuştur. Başka ülkelerde yaşanan büyük kargaşaların bizim ülkemizde çıkmasına da mani olmuştur.

Bedîüzzaman Said Nursi’nin mezarının bilinmemesi medyada her zaman polemik konusu oldu. Bedîüzzaman’ın bu konuda net izahları ve vasiyetleri de var. Bu konuda sık sık bunun gündeme getirilmesi, aynı zamanda 27 Mayıs ihtilalcilerinin Said Nursi’nin kabrini kanunsuzca ve gizlice açıp taşımasını tabii ki hiçbirimiz desteklemiyoruz, böyle bir şeyi kabul edemeyiz, bunu yapanlar suç işlemiştir. Ancak sevenleri ve akrabaları, Said Nursi’nin “Mezarım bilinmesin.” vasiyetinin kaderin izniyle zalimler eliyle yerine getirildiğine inanıyor, bu da böyle bir şey. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi 181’inci Ayet’te “Vasiyeti işittikten sonra değiştiren olursa günahı değiştirenin boynunadır.” Yani, Kur’an-ı Kerim’de vasiyete bu kadar önem veriliyor, vasiyeti değiştirenin büyük günah işlediğini söylüyor. Nitekim, Nursi’nin vasiyetinde de, eserlerinde de var: “Benim kabrim gayet gizli bir yerde. 1-2 talebemden başka hiç kimse bilmemek lazım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum çünkü dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor. Elimi öptürmek bana tokat vurmak gibi geliyor.” gibi vasiyetleri var. Vasiyeti gereğince öncelikli konular arasında yer almıyor.

Bedîüzzaman’ın kendi vasiyeti açısından bakıldığında, onun bir mezar yeri problemi yoktur. Ömrü boyunca lider kültünden uzak duran Bedîüzzaman’ın davası şahsını değil, iman hizmetini merkeze alır. Baki hakikatlerin fâni şahsiyetler üzerine bina edilemeyeceğini ifade eder.

Afyon savcısı hapishane bahçesinde küçük kızını gördükten sonra, kendisine zulüm yapanlara karşı da “Onlara haklarımı helal ediyorum.” der. Bu mülahazalarla bu önerinin yapıcı değil, ayrıştırıcı bir nitelik taşıdığını ve Kürt milliyetçiliğine sembolik kazanımlar sağlamayı amaçladığını düşünüyorum.

Öneriye “Ret” oyu vereceğimizi belirtiyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yüce.

Sayın Özsoy…

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) – Sayın Başkan, Bedîüzzaman Said Nursi’ye yönelik olarak “Araç olarak kullanmaktan vazgeçin.” diye ithamda bulundu. O konuda bir açıklamaya değinmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun, iki dakika süre veriyorum sataşmadan dolayı.

Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

Buyurun.

HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) – Şimdi, değerli arkadaşlar, sayın hatip konuştu, dedi ki: “Vakti zamanında despot olan birtakım yönetimler yapmışlar bunları, biz bunları kınıyoruz.”

23

Tamam da, on üç-on dört yıldır bu parti iktidarda. Bizim grubumuz defalarca “Bu konuda bir şeyler yapalım, belgelerini ortaya çıkaralım, toplumla paylaşalım…” Yani, bu konuda sorumluluk alma ihtiyacı hiç hissetmiyor mu AK PARTİ veyahut da Hükûmet?

Artı, yani, her şeyi oturup böyle Kürt milliyetçiliğine yormanın bir anlamı yok. Bakın, biz burada şey dedik: “Kürtler için saygıdeğer şahsiyetlerdir.” Başka toplumlar için de saygıdeğer şahsiyetler olabilirler bunlar. Ama, bugün de devam eden uygulamaları biz yan yana koyduğumuz zaman şunu görüyoruz: Devlet, tehlike olarak gördüğü, düşman olarak gördüğü, şaki olarak gördüğü, terörist olarak gördüğü Kürtlerin ölü bedenlerine yönelik olarak sistemli bir şekilde saldırlar yapıyor. Bu, artık sanal ortam, medya, her tarafa yansıyor; bu konuda insani açıdan, İslami açıdan, savaş hukuku açısından, siyasi açıdan sorumluluk alacak mıyız, almayacak mıyız meselesi. Eğer “Vallaha, Kürtlerin oradaki cenazelerine ne yapılırsa yapılsın bizim umurumuzda değil.” diyorsanız, bu halkın dirisiyle siz nasıl barış yapacaksınız ölüsüne bu kadar hakaret varken? Bunu bu kadar politize etmenin çok bir anlamı yok. Şeyh Sait’in mezar yeri nerede? Benim dedemin öz dedesi mesela. Dedemin mezarını istiyorum, ismini istiyorum.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Kürtlerin dirisine de, ölüsüne de bir şey yok.

VURAL KAVUNCU (Kütahya) – Halk ile teröristi ayır.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) – Dolayısıyla, yani, bunları geçelim. Bu konuda sorumluluk alacak mısınız, bu mezar yerlerini bulmak konusunda bu Parlamento sorumluluk alacak mı, almayacak mı, gerisi lafügüzaf.

Teşekkür ediyorum.

MEHMET METİNER (İstanbul) – Şeyh Sait İngiliz iş birlikçisi mi? İngiliz iş birlikçisi mi?

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) – Ya, sen ne konuşuyorsun?

MEHMET METİNER (İstanbul) – Öcalan öyle diyor, açıklasana. Öcalan için bir laf söylesene.

BAŞKAN – Öneri üzerinde üçüncü söz, lehinde olarak, Sinop Milletvekili Nazım Maviş’e aittir.

Buyurun Sayın Maviş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP grup önerisi hakkında söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, grup önerisinde bahse konu olan, 3 tane milletimiz için önemli şahsiyet, resmî ideolojiye muhalefetleri yüzünden gadre uğramış ve hepimizin ortak değeri olan 3 şahsiyet.

AK PARTİ iktidar olduğu on üç yıl boyunca eski Türkiye’nin kalıntılarını yok etmek ve eski Türkiye’yle mücadele etmek üzere on üç yıllık iktidar dönemini geçirdi. Ancak buradan hemen şunu ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum: Bütün bunlara rağmen, şehitlerin bedenleri, ölülerin bedenleri üzerinden siyasi istismar yapılmasına da buradan karşı olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Yine, hemen sözlerimin başında, bu konuda HDP’nin samimi olmadığını düşündüğümü beyan etmek istiyorum çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında hep birlikte şahit olduk ki ölüler dâhil her türlü kutsaldan ve olaydan siyasi rant devşirmeye çalışmak HDP’nin temel politik davranışlarından birisi hâline geldi âdeta.

Öte yandan, HDP’nin temsil ettiği değerler ve ideolojisi açısından da bakıldığında bu üç değerle rabıtalarını kurmanın zor olduğunu düşünüyorum. HDP, Müslüman Kürt halkını temsil ettiğini iddia eden ancak Marksist-Leninist bir ideoloji üzerinden kurgulanmış faşist bir örgütün âdeta siyasi uzantısı görüntüsü taşımaktadır.

Bedîüzzaman Said Nursi hazretlerinin hayatını bilen, eserlerini okuyan herkes bilir ki HDP’nin temsil ettiği değerler, Bedîüzzaman’ın karşısında mücadele ettiği değerlerdir. Bedîüzzaman da, Şeyh Sait de, Seyit Rıza da bu toprakların değerleridir. Doğru ya da yanlış, bu topraklar için, bu toprakların değerlerinden beslenerek fikir üretmiş, çözüm sunmuşlardır. Siz bu coğrafyanın problemlerinin çözümünü Marksist ya da Leninist teoride arayacağınıza Bedîüzzaman’ın reçetelerinde, risalelerinde arasaydınız, bugün, bu samimiyetinizi burada tartışmıyor olacaktık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Eğer siz samimi olsaydınız, bugün Türkiye bölgenin ve dünyanın en huzurlu ülkelerinden birisi olacaktı.

En çok “barış” kelimesini dilinize doladınız ancak barış sizin lügatinizde öyle bir fotoğraf arz etti ki âdeta bölge halkını göçe zorlamakla eş anlamlı bir kelime görüntüsü ortaya çıktı. Yine, temsil ettiğiniz siyasi çizginin lügatinde “barış” göçmek zorunda olanları tehdit etmek anlamı taşır hâle geldi. “Barış” barajlara, sulara, yollara kan bulaştırmak anlamı taşır hâle geldi. “Barış”, barış kavramının taşıdığı bütün olumlu değerleri bir tarafa bırakarak savaş anlamı taşır hâle geldi. Barış, dillerinizle söyleyip kalbiniz ve icraatlarınızla, âdeta uygulamalarınızla reddettiğiniz bir değer hâline geldi ve bugün bölgenin ve dünyanın en huzurlu ülkesi olacakken ne yazık ki terörle boğuşan ülkesi hâline geldik. Camileri

24

bombalayan, imamlara şiddet uygulayan PKK’nın terörünü bu kürsüden bir kez bile kınama cesareti gösteremediniz. “Cuma namazı” dediniz, “Burası darülharp, su, elektrik faturası ödemeyin.” dediniz, sonra çıkıp cuma namazı ve cuma namazıyla temsil edilen değerlerle mücadele ettiniz.

Bedîüzzaman’ın şehirleri yakıldı, yıkıldı. PKK oraları yaktıkça siz seyrettiniz. Van’da Bedîüzzaman Said Nursi’nin külliyesini yakanlar 6, 7, 8 Eylülde sizin çağrınızla sokaklara dökülen Vandallar oldu. Van’da İlim ve Kültür Vakfı tarafından yaptırılan Bedîüzzaman Said Nursi’nin külliyesi yakıldı, yıkıldı, milyonluk zararlar verildi ve siz seyrettiniz, şimdi de çıkıp “Bedîüzzaman” diyorsunuz. Said Nursi “birlik” dedi, “vahdet” dedi, “ümmet” dedi, siz bu kavramlarla mücadele ettiniz.

Bu ülkede tüm faili meçhul cinayetler aydınlatılmalı, evet; bu ülkede tüm kayıp mezarlar araştırılmalı, bulunmalı; bu ülkede Dersim araştırılmalı ama bunları her şeyi istismar edenler yapmamalı. Siz ancak böyle şeyleri istismar etmek için dilinize aldınız bugüne kadar. Cenazelerden nasıl siyasi rant elde etmeye çalıştığınızı bu Mecliste hepimiz hep birlikte gördük. En son Ankara’da gerçekleştirilen terör saldırısının müsebbibi teröristin cenazesinde yaptıklarınızı bu ülkenin insanları unutmadı ve unutmayacak. Şimdi de Bedîüzzaman’ın, Şeyh Sait’in ve Seyit Rıza’nın mezarlarını istismar etmek istiyorsunuz.

Bedîüzzaman bize şunu söylüyor, diyor ki: “Bizim üç düşmanımız var: Cehalet, zaruret ve ihtilaf.” On üç yıllık iktidarımız boyunca Bedîüzzaman’ın bu üç düşmanımız dediği cehaletle, zaruretle ve ihtilafla mücadele etmenin gayreti içerisinde olduk. Cehaletle bilgiye dayalı, marifete dayalı bir mücadelenin içerisinde olduk. Biz cehaletle mücadele ederken, marifeti yüceltmeye çalışırken siz Kürt çocuklarını hendeklerde cehaletin ve ölümün kurbanı hâline getirmeye çalıştınız. Bölgede eğitim faaliyeti yürütmeye çalışan vakıflara, derneklere hayat hakkı tanımadınız. Biz Bedîüzzaman’ın “Zaruret en büyük düşmanımız.” dediği fakirlikle, zaruretle, geri kalmışlıkla sanatla mücadele ederken, teknikle mücadele ederken, yatırımla, kalkınmayla, gelişmeyle mücadele ederken, siz barajları yıkmaya, yolları bombalayanlara sessiz kalmaya devam ettiniz. Biz fakirliği yok etmek için barajlar inşa ettik, havaalanları inşa ettik, siz bu barajları, havaalanlarını bombalayanları, bunlara karşı çıkanları bir kez bile şu Parlamentodan telin edemediniz, kınayamadınız.

Yine, Bedîüzzaman “En büyük düşmanımız ihtilaf.” demişti. Biz ihtilaf düşmanına karşı ittifak aracıyla, vahdet ilacıyla, vahdet reçetesiyle mücadele etmeye çalıştık. Biz sürekli bu ülkede bin yıllık kardeşliği referans aldık. Siz kendinizden olmayanlara hayat hakkı tanımadınız.

Burada Yasin Börü’nün ismi anıldığı zaman hep rahatsız oluyorsunuz ancak şunu ifade etmek istiyorum: Yasin Börü sizin gibi olmayanları temsil ediyor, Yasin Börü sadece bir temsil. Yasin Börü’nün başına gelenler sizin ideolojinizi, siyasetinizi gösteriyor. Yasin Börü’nün şehit edilmesi bölgedeki Müslüman Kürtlerin yani sizinle aynı çizgide olmayanların karşı karşıya kaldığı tavrı ve davranışı sembolize ediyor.

Değerli milletvekilleri, HDP’nin hayal ettiği dünya ile Bedîüzzaman’a zulmedenlerin dünyası arasında da paralellik ve benzerlik bulmak mümkün. Nasıl Bedîüzzaman’a, Seyit Rıza’ya, Şeyh Sait’e zulmedenler tek tipçi, otoriter ve antidemokratik bir kanaldan, bir gelenekten beslenmişse, bugün HDP’nin üzerine oturduğu siyasi ideoloji de aynı şekilde tek tipçi, otoriter ve antidemokratik bir kanaldan, bir gelenekten beslenmektedir. Bunun en somut örneklerini yaşadığımız günlerde çok somut bir şekilde, çok açık bir şekilde gördük.

PKK terör örgütünün Türkiye’deki uygulamalarına ve Suriye’deki uygulamalarına sessiz kalarak benim bu söylediğim iddiaların aslında sizin açınızdan reddedilemeyecek iddialar olduğunu bir kez daha göstermiş oldunuz. Siz Marksist/Leninist bir ideolojide örgütlenmiş terör örgütüne sırtınızı dayadığınızı ifade ettiğiniz sürece sizin samimiyetiniz bu Mecliste hep tartışılacak. Ama bir gün bu Mecliste çıkıp bu devletin askerine, polisine söylediğiniz cümlelerin benzerini PKK terör örgütüne, eli silahlı unsurlara söyler ve en şiddetli şekilde onları da kınarsanız o zaman biz sizin samimiyetinizi sorgulamaktan vazgeçeriz ama siz bunu yapmadığınız sürece bu Meclis sizin samimiyetinizi hep sorgulamaya devam edecek.

Bedîüzzaman Said Nursi hazretlerinin naaşını siyasi ideolojiniz için kullanmanız üstadın manevi şahsiyetine en büyük eziyet olacaktır ve yine Seyit Rıza’nın ve yine Şeyh Sait’in manevi şahsiyetlerine en büyük eziyet olacaktır. Biz, buna müsaade etmeyeceğimizi ve bu öneriye “evet” demeyeceğimizi buradan açık ve net bir şekilde bir kere daha ifade etmek istiyoruz.

Kusura bakmayın, siz samimiyetinizi ortaya koyduğunuz sürece konuşulacak zemin her zaman olacaktır ama siz burada terörle aranıza bu mesafeyi koyamadığınız sürece ortaya getirdiğiniz öneriler ya da önergeler konusunda belki aynı şeyleri düşünüyor olsak bile sizin samimiyetsizliğiniz nedeniyle bunlara destek veremeyeceğiz.

Bu düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

25

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Baluken.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) – Sayın konuşmacının konuşması baştan sona zaten sataşmalarla dolu. Grubumuza sataşmadan dolayı Meral Danış Beştaş konuşacak.

BAŞKAN – Sayın Danış Beştaş, sataşmadan dolayı iki dakika süre veriyorum. Lütfen yeni bir sataşmaya meydan vermeyelim.

Buyurun.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )